Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Sultanın hayali hatıratı

Tarihi olduğu gibi asla kabullenemiyoruz. İlla tarih de ideolojimize uygun olacak. Peki ya uymuyorsa? O zaman ekleme ve çıkarmalar yaparak geçmişe müdahale etmeye çalışıyoruz.
Son örneği hafta içinde gördük. Sultan II. Abdülhamid'in, Çanakkale'deki performansı nedeniyle Mustafa Kemal'i anılarında övdüğünü söylediler.
Olabilir mi? Çanakkale Savaşı, Şubat 1915'te başladı, Ocak 1916'da bitti. Abdülhamid ise 1918'de vefat etti. O halde teknik olarak mümkün.
Peki buna ilişkin elde bir belge var mı? Yok. Belge diye sunulan metin ise sahte. Olay özetle şöyle:
Abdülhamid öldükten bir yıl sonra, 1919'da Utarid isimli dergide Hatırat-ı Abdülhamid-i Sani (İkinci Abdülhamid'in Hatıraları) başlığıyla bir tefrika yayımlanır. Bu uydurma bir belgedir. Kaleme alan ise dönemin ünlü isimlerinden Süleyman Nazif'tir.
Nazif aslında padişaha muhalif bir aydındı. Ancak sultanı tahtan indiren İttihat ve Terakki ekibi öylesine yanlış işler yapmıştı ki... 'Gelen gideni aratır' ilkesi çalışmış, Süleyman Nazif, padişahı mazur görmeye başlamıştı. Yani hayali hatırat aslında bir İttihat Terakki eleştirisiydi.
'Abdülhamid'in Hatıra Defteri' bir asırdır zihinleri meşgul ediyor. İşin ilginci, bu hayali belgeye daha sonraları başka uydurma metinler eklenmiş, olay 'o yalan, bu yalan, fili yuttu bir yılan' durumuna gelmişti.
Bir kenara yazın: Hamid'in hatıraları, 15-20 yıl sonra yeniden piyasaya sürülecektir. Hem de yepyeni eklemelerle!

***

Arda'nın asıl yapamadığı

Sadece Türkiye'de değil, bütün dünyada, genç yaşta para ve şöhret sahibi olan futbolcuların dengesi bozuluyor. Ne oldum delisine dönüşüyorlar. Küçük dağları ben yarattım edasıyla davranıyorlar.
Arda Turan ise genel olarak süreci böyle yaşamadı. Yükselişteyken işleri iyi idare etti. Şımardı denilemez. Nispeten ölçülüydü ilişkilerinde.
İlginçtir, Arda'nın sorunları zirveden inerken başladı. Barcelona macerasının fiyaskoyla sonuçlanmasıyla birlikte, Arda pireyi deva yapar hale geldi, hırçınlaştı, saldırganlaştı.
2014'te şöyle demişti: "Altyapıya daha fazla önem göstermeliyiz. Bu çocukların yabancı dil öğretmeniyle, psikologla yetişmesi lazım. Varoştan çıkan çocuklardan bahsediyoruz... Futbola başlıyor, yetenekliyse, birkaç ay içinde daha önce görmediği saygıyı, parayı görüyor ve ne olduğunu şaşırıyor. Bunları kendi örneğimden yola çıkarak söylüyorum."
Aslında Arda'nın kendisi, çizdiği bu modele uymuyor. Çünkü o parayı ve şöhreti iyi göğüsledi. Ne zaman ki düşüşe geçti, işte o vakit dengesi şaştı. Merdivenleri çıkmasını bildi; inmesini bilemedi. Aşağıya yuvarlandı. Bazılarının sandığının aksine, Arda başarıyı değil, başarısızlığı kaldıramadı.
Özetle: Psikolojik yardım başarı fazından, başarısızlık fazına geçenlere de gerek; inenlere, çaptan düşenlere, para, şöhret ve itibar kaybedenlere...

***

Yemek turizmi

Alman kökenli Metro Market Türkiye'nin CEO'su temmuz ayıda değişti. Eskiden de yurdumuzda görev yapan Fransız yönetici Boris Minialai başa geçti.
Artık gelenekselleşmeye başlayan Restoran Haftası (15-31 Ekim) vesilesiyle Kuruçeşme'deki Alaf'ta verdiği yemekte Boris Bey ile tanıştım.
Türkiye'yi ve Türk kültürünü sevdiği apaçık belli oluyor. Bir yandan Şef Murat Deniz Temel'in, yörük (göçebe) tatlarından hareketle hazırladığı yemekleri yerken, bir yandan da Minialai'yi dinledim.
Özetin özeti şöyle dedi: "Şahane bir mutfağınız var. Ancak doğru dürüst tanınmıyor. İspanya'ya gidenler yemeğe, Türkiye'de olduğundan çok daha fazla para harcıyor. Gastronomi turizmi Türkiye'ye maddi-manevi çok şey katacaktır."
Maalesef bu konuda hâlâ içe dönük yaşıyoruz. Geçen hafta Adana Lezzet Festivali'ndeydim. Belçikalı şef kebap şov yaptı, Çin yemeklerinden tattık... Ama o kadar!
Bir örnek: Gala yemeğinde çevremiz Türk bayraklarıyla süslenmişti. Yani bir nevi 'Türk'ün Türk'e propagandası' hali vardı... Benim gözlerim diğer ulusların da bayraklarını aradı. Onlar gelsin, biz gidelim ki dünyaya 'biz de varız' diyebilelim.
Bir yandan dolar-euro diye inliyoruz, öte yandan lezzetlerimizi hâlâ TL'de tutuyoruz. Yanlış.

***

Klakson hödüklüğü

TBMM'ye sunulan yeni trafik kanunun bazı eksik yanlarına değinmiştim. Yine de kanunun hakkını yemeyelim... Çok önemli bir tarafı var: Geçiş üstünlüğünü yayalara veriyor. Gerçekten çağdaş bir ilke bu... Bir kişi, yaya geçidine ayağını attığı anda araçlar durmak zorunda. Ancak trafik görevlileri bu ilkenin uygulanması için özel çaba sarf etmezse, yayalar klaksonla korkutulduklarıyla kalacak. Klakson konusu mühim: Çünkü gürültü kirliliği bilhassa büyük kentlerin en önemli sorunlarından... Ancak kanunun, gereksiz klakson çalmayla ilgili özel bir yaklaşımı yok. Halbuki gürültü yapmamak, medeni olmanın temel göstergelerinden biridir. Bizimkiler kornayı, tehlikeyi savuşturmak için değil, "Önümden çekilsene lan!" mesajı vermek için kullanıyor. Geçide ayak basan yayalara da aynı şeyi yapacaklar. Bizim millet bu konuda fevkalade fütursuz. Bizzat yaşadım: Adamlar, hastane bahçesinde dahi korna çalıyor. İşin kötü tarafı, çoğu kişi tepki gösterecek kadar rahatsız olmuyor böğüren kornalardan. Bence tasarıyı hazırlayan milletvekillerinin kornaya özel bir önem vermemesi bunun göstergesi. Ne de olsa onlar da bu toplumun parçası.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA