Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Çatladıkapı nasıl çatladı?

Şu belediyelerin yaptığına bakar mısınız? Türkiye'de yerel yönetimlerin güçlenmesi, insanların kendi yörelerinde gündelik hayatlarını kendi seçtikleri yöneticilerle birlikte yaşaması için uzun yıllardır verilen, benim de karınca kararınca katıldığım mücadele sonunda nereye gelip dayandı...
Son günlerin en eleştirilen karar ve uygulamaları, belediyelerin damgasını taşıyor. Örneğin Hıncal'ın çok güzel yazdığı 'Ortaköy baskını'. Ortaköy'de özenle yaptıkları el işlerinin satış tezgahları, hem de geceyarısından sonra Büyükşehir Belediyesi tarafından vahşice dağıtılıp yıkılan ev hanımlarından ne istediniz? Kadir Topbaş'a en popüler bir yazarın ağzından "gücün fakir-fukaraya mı yetiyor?" azarının yöneltilmesinin ardında kimin beceriksizliği var?

Yakın zamanda Sultanhamam yöresinde de elişleri satılan tezgahlar, Fatih Belediyesi tarafından aynı şekilde dağıtılmıştı. Oysa elişleri bir halkın, bir kültürün dışavurumudur. Minik, ama anlamlı bir zenaat üretimidir. Benzer biçimde, baharat satışına (bu kez bakanlık tarafından) getirilen yasak ve kısıtlamalar da tepki gördü; hem baş üretici merkez Urfa'dan hem de dünya çapındaki satış merkezi olan Mısır Çarşısı'ndan... İki taraf da özellikle bu ürünlerin açıkta satılmayıp poşete sokulma kararını ve kendilerine hiç danışılmamasını eleştirdiler. Ayrıntısına giremiyorum, ama özetle açıkta satışın işin en büyük özelliği olduğunu ve aslında daha sağlıklı olduğunu söylüyorlar. Kendi adıma, Çarşı'ya her gidişimde onlara dokunmadan edemem!

Bakınız, gerçek bir demokrasiyi kurmaya çalışıyoruz. Ve kimi önemli konularda büyük adımlar atıyoruz. Ama halka dönük, gündelik yaşama dair, kentin biçimlendirilmesi üzerine en büyük kararlar, niçin sadece masa başında alınıyor? Niçin konulara göre mimarlara, kent plancılarına, üreticilere, esnafa veya sokaktaki insana hiç danışılmıyor?

Ve niçin belediyeler böylesine tartışmalı işler yapabiliyor? Örneğin yine Fatih Belediyesi, surların dibinde devasa bir nikah salonu yaptırıyor. Tarihin göbeğindeki o yeşil alan babasının malı mı? Üstelik daha tek bir düğün bile yapılmadan duvarları çatlayan ve Sabah'a 'Çatladıkapı Çatladı!' başlığını attıran biçimde?
O belediye, o parayı surların bakım, onarım ve aydınlatılmasına ayırsaydı ve Bizans surları, yolu oraya düşen turist kadınların vahşice boğazlandığı bir korku tüneli olmaktan çıksaydı... Çok daha iyi olmaz mıydı?
Velhasıl iktidar kendi belediyelerinden çok çekiyor, onların icraatından yara alıyor. Daha çok var, ama gelecek yerel seçimlerde her parti, aday seçimlerinde çok dikkatli davranmalı.

SİNGAPUR MU OLUYORUZ?
Önce sokaklara masa konması yasaklandı. Sonra müzik gruplarının Beyoğlu ve başka arterlerde çalması.
Şimdilerde elişi tezgahları dağıtılıyor, baharat satışı zaptürapt altına alınıyor.
Ve en son, çok haklı ve doğru olan kapalı mekanlarda sigara içme yasağı parklara dek uzatılıyor. Yok öyle, yeşil alanda sigara yakıp efkar dağıtmak... Cezayı ödersiniz!
Belki bunların herbirinin bir açıklaması var, birer sağlık nedenine ve olasılıkla iyi niyete dayanıyor. Ama sonuç olarak İstanbul'un giderek Singapur'a benzediğini fark etmiyor musunuz? Malum, o ünlü kentte her şey yasak: Sokakta içki ve sigaradan tükürmeye. Hemen yanıbaşınızda bir görevli biter ve cezayı keser.
İstediğiniz İstanbul'u Singapur mu yapmak? Ama bu tarih, kültür, felsefe başkentinin, bu neler görüp geçirmiş ve hepsine direnip dayanmış megapolün, bu inatçı, isyankar, başınabuyruk, sokak yaşamına alışık ve de âşık şehrin, o soğuk Uzak Doğu kentine benzetilebileceğine sahiden inanıyor musunuz?

HEPİNİZE TEŞEKKÜRLER
Kent ve doğa korumacılığı konusunda öyle güzel yazılar çıkıyor ki... Gerçekten büyük kıvanç duyuyorum, iftihar ediyorum.
Örneğin son günlerde Melis Alphan'ın Hürriyet'te iki gün üst üste yazdığı 'Belgrad Ormanı'nı bekleyen tehlikeler' yazıları... Ki sonradan Yonca Topbaş da katıldı. Bizde Mevlut Tezel'in birbirini tamamlayan Emek Sineması yazıları. Habertürk'de Rahşan Gülşan'ın uzaklara, Van'a dek uzanıp gölün üzerinden yol geçirme projesine eleştirisi. Ve daha başka yazılar...
Hepsi genç insanlar. Çoğu magazin denen alanda yazan ve yine çoğu kadın olan... Ama bu konulara öylesine güzel ve birikimli olarak yaklaşıyorlar ki... Bakınız, bizler köşelerimizde ebedi değiliz. Giderek yoruluyoruz, küsüyoruz, usanıyoruz. Ayrıca en ünlülerimiz bile ayrıldığında kıyamet kopmuyor, hayat devam ediyor. Son yaprak dökümünün gösterdiği gibi...
Ama kendi adıma şunu söyleyebilirim: ben ayrılırsam, gözüm arkada kalmayacak.Adını andığım veya anamadığım tüm o kalemler sayesinde..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA