Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET ÖRS

Meyvelerin nazlı sultanı

Geçenlerde yediğim kıpkırmızı, yumuşak ve sulu nefis bir çilek, damağımdan silindiğini sandığım çocukluğumun "hakiki" çileklerinin tadını bana yeniden yaşattı. Çilek eskiden 12 ay değil, sadece mayıs sonlarından haziranın ortalarına kadar boy gösteren, meyvelerin nazlı sultanıydı. Yılın geri kalan dönemleri onun özlemiyle geçerdi.
Çilek bu kadar sevilmesine karşın, tarih öncesi çağlardan bu yana hep ender bir meyve olmuştu. Erken Taş Devri'ne ait araştırmalar sırasında Danimarka, İngiltere ve İsviçre'de yapılan kazılarda böğürtlen gibi küçük orman meyvelerine ait birçok tohum bulunurken, tek tük çilek tohumuna rastlanmıştı.
Daha sonraki dönemlerde de çilek, toplandığı yerde hemen tüketildi. Kültür bitkisi olarak yetiştirilen çilekler doğada kendiliğinden üreyenlerden daha lezzetli olmadığından, çileğin kalitesini artırma çabalarına çok geç başlandı. Başka deyişle, ancak ticaretinden daha fazla para kazanmak uğruna bu yola gidildi. Yoksa dün olduğu gibi bugün bile ormanda kendiliğinden yetişen çilek, tat açısından kültür bitkisi olarak geliştirilenlere göre daha üstün. ekilip hasat edilebiliyor.
Antik Çağ'ın Yunan ve Mısır sanat eserlerinde çilek motifine rastlanmaması da çileğin o dönemde hiç önemsenmediğini gösteriyor. Eski Roma'dan kalan hiçbir kitapta da çileğin adı geçmiyor. Daha sonraları başta Fransız sarayı olmak üzere belli başlı ülkelerin kral sofralarına kadar ulaşan çilek 15. yüzyıla gelindiğinde sıradan halkın da yiyeceği haline geldi. Gerçi önceleri daha çok ilaç niyetine tüketiliyordu ama 1560'larda üzerine krema dökülerek atıştırılan çilek en sevilen yiyecekler arasına girdi.
17. yüzyıldan itibaren çileği kültür bitkisine dönüştürme çabaları yoğunlaştı. Amerika kıtasında yetişen, Avrupa'daki çeşitlerden biraz daha iri, çok tatlı ve rengi koyu kırmızı çilek türü botanikçileri ilk andan itibaren etkiledi. Bu tür Avrupa'da 1600'lerden sonra yetiştirilmeye başlandı. Ancak zor bir türdü. Güneş görmeyen kısımları yeşil kalıyor, yağmurlu iklimlerde kısa sürede böcekleniyordu.
1712'de Andre Frezier adlı bir Fransız bahriye subayı Şili ve Peru'ya, buradaki limanların kapasitesini artırmak amacıyla bir araştırma yapmak üzere gönderildi. Frezier aynı zamanda amatör bir botanikçiydi. Bugün kimse onun raporunu hatırlamıyor ama Şili'de keşfedip Fransa'ya getirdiği çilek fideleri, bu meyvenin dünyaya yayılmasını başlattı. Frezier'in diktiği Şili çileği fideleri iki yıl boyunca bir türlü meyve vermedi. Frezier onların yanına Amerika kökenli kırmızı çilek fidelerini de dikilince sorun çözüldü. Çileğin erkek ve dişi olarak iki farklı türü olduğunu bilmeyen amatör botanikçi farkında olmadan sadece dişi bitkiler getirmişti. Yanlarına rastlantı eseri erkek Amerikan çilekleri dikilince tozlaşma gerçekleşti ve bugün Latince adı Fragaria ananassa olan dünyanın en yaygın çilek türü doğmuş oldu.
Bugün dünyada farklı özelliklere sahip çok sayıda çilek cinsi var. Çağdaş ülkelerin tüketicileri onları iyi tanıyor. Çilek ambalajlarının üzerinde, yemek kültürü kitaplarında bunların isimlerini buluyoruz. Bu cinslerin bazıları bu yazıma ilham veren son yediğim çilek gibi çok lezzetli. Ama o mükemmel çileğin de, bütün yıl tükettiğimiz, sera ürünü çilek karikatürlerinin de adını bilmiyoruz. Bildiğimiz sadece Osmanlı ve Arnavutköy çilekleri; onların da adı var, kendisi yok. Etiketinde cinsleri yazılı olsa, çilek seçimimizi daha bilinçli yapabileceğiz..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA