Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Avrupa Birliği tarafında sürpriz gelişmeler...

Bu satırlarda sıklıkla AB'nin, Türkiye'yi "garip bir oyalama taktiği" ile bekleterek, müzakereleri uzattıkça uzatmak yoluna gittiğini sizlerle paylaştım. 2005 sonbaharında başlayan müzakereler, beş yıl gibi bir süre sonra fasılların sadece üçte biri gibi bir kısmını kapsayabildi; yaşamsal önemi haiz büyük fasıllar da, Kıbrıs sorunu yüzünden veya Fransa'nın vetosuyla askıda ve açılamıyor.
Bu konu gündeme sıklıkla geldi son beş yıl içinde, gündeme gelişleri de her defasında yeni fasılların açılması konusunda iyi niyet beyanları, hemen ardından da "Türkiye üzerine düşenleri yapmalı" diye başlayan ve Güney Kıbrıs'a limanların açılmasını isteyen cümlelerle noktalandı.
KKTC üzerindeki ambargonun hafiflemesi ve doğrudan ticaret tüzüğünün yaşama geçirilmesi istendiğinde ise, AB yetkilileri gene her defasında "samimi" bir şaşkınlıkla "ama bu iki konu birbirine bağımlı değil ki" türünden açıklamalar yaptılar.
Müzakerelerin ebediyen Kıbrıs sorununa bağlı olarak yavaşlaması mümkün olmadığından, önce 2009, sonra da 2010 için "değerlendirme" tarihleri AB Konseyi'nce telaffuz edildi. Bu değerlendirmelerde, Kıbrıs'ta hangi tarafın çözüm için çalıştığı ele alınacağı için, her defasında ciddi bir siyasi kriz endişesi, AB'yi bu değerlendirmeleri de ertelemeye itti.
Son dönemde İspanya, başkanlığı süresince dört fasıl açmak sloganıyla yola çıktı, gene Güney Kıbrıs sorunu ortaya kondu, gene fasıllar gecikti. Hiçbir fasıl açılamayacak diye umarsızca beklerken, İspanya hükümeti çok ciddi girişimlerde bulunarak Gıda Güvenliği faslını, AB için rekor sayılacak bir süre olan dokuz günde toparlayarak açmayı başardı.
İspanya'nın bu girişimi, Türkiye'yi gerçekten destekleyen bir üye ülkenin itibarını sarsmamak için son dakikada yaptığı diplomatik bir atak olarak görülebilirdi, nitekim yapılan analizlerin çoğu da, bu faslın açılmasını genel gidişatın sürmesi olarak tanımladı. Herman van Rompuy'un Türkiye hakkındaki sitayişkâr ifadeleri, bu gelişme ile rabıtalandırılmadı.
Geçtiğimiz günlerde, Avrupa Komisyonu'nu temsilen Stefan Füle ve Catherine Ashton İstanbul'a gelerek, Dışişleri Bakanı ve Başmüzakereci ile rutin bir zirveye katıldılar, ancak zirvede kimsenin beklemediği bir biçimde, resmi olarak Avrupa Komisyonu'nun müzakerelerin yavaş gitmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirdiler. Böyle bir gelişme, AB tarihinde çok ender biçimde gerçekleşir, aday bir ülkeye giderek AB'nin genişleme politikasını eleştiren bir Genişlemeden sorumlu Komiser ve Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi ise hiç görülmemiştir.
Catherine Ashton, Lizbon Antlaşması'nın kabulü sonrasında, Komisyon üyesi olmasının dışında AB'nin "dışişleri bakanı" görevini de üstlenmiş bulunuyor. Üye devletlerin büyük çoğunluğunda var olan rahatsızlık, Komisyon'un çok önemli iki ismi tarafından da dile getirilmiş bulunuyor. Bunu, bildiğimiz AB karar alma kalıpları içinde iyi anlamak ve okumak pek kolay değil.
Söylenebilecek ilk şey, Lizbon Andlaşması'nın oluşturduğu "daimi başkanlık" ve "dış ilişkiler yüksek temsilciliği" gibi makamların, ilk başta zannedilenin aksine AB'nin işleyişinde önemli bir rol oynayabilecekleri (hatta oynadıkları) olacaktır. Bu saptamadan hareketle, AB başkanının veya dışişleri temsilcisinin üye devletleri istediği pozisyona getirmek gibi bir ağırlığı olabileceği anlamı çıkarmamak gerekir. Ama daha önceki bir yazımızda değindiğimiz gibi, AB içinde bu mevkilerin sağlamlaşması, üye devletlerin çoğunluğunun tavrını yansıtmalarında önemli bir kaldıraç işlevi oynayabilecektir.
Fransa'nın da, Almanya'nın da, son dönemlerde iç politikada kendi derdine düşen iktidarlarına karşı, Türkiye'ye menfi tavırları konusunda AB içinde çok ciddi bir muhalif cephenin oluşmakta olduğu artık iyice meydana çıkmış bulunuyor.
AB tarihinde daima olduğu gibi, cepheden bir sürtüşme yerine, değişik dengelerin oluşturulacağı uzun müzakerelerle Fransa ve Almanya'nın, bu konuda diğer üye ülkelerle anlaşmaya gidecekleri beklenebilir. Ne var ki, gerek konjonktür, gerek Türkiye'nin ekonomik ve siyasal performansı, AB içinde Türkiye'nin üyeliğine hayır diyenlerin çok zorlanacakları bir dönemin başlangıcının işaretlerini veriyor ve bu dönemin de çok iyi idare edilmesi gerekecek... Önümüzdeki haftalarda benzer gelişmeleri sıklıkla sizlerle paylaşacağımı düşünüyorum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA