Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Sorun yalnızca Yunanistan değil

Yunan halkı, yığınsal bir şekilde "Hayır" oyu verdiği referandum sonrasında, nasıl gelişmeler olacağını merak ve endişeyle bekliyor. Endişe duymakta haksız oldukları söylenemez. Referandum sonuçları belli olur olmaz, Brüksel'e gidecek Yunanistan heyetinin başında Yannis Varoufakis'in olmasının istenmediği Eurogroup ülkeleri tarafından Yunan hükümetine duyuruldu. Başbakan Tsipras'ın ricası üzerine, Varoufakis hemen istifasını verdi, "Eurogroup üyelerinin nefretini kazanmış olmak benim için onurdur" diyerek bakanlığından ayrıldı.
Euro kullanan ülkeler grubu, Yunan halkına daha kötü bir mesaj vermek isteseydi, herhalde bu yaptığından kötüsünü bulmakta zorlanırdı. Beş yıldır kemer sıkma politikaları yüzünden ekonomisi dörtte bir nispetinde küçülen, dış borcu yüzde yüz on mertebesinden yüzde yüz seksenlere fırlayan, işsizliğin yüzde yirmi beş, gençler arası işsizliğin yüzde elli gibi ürkütücü düzeylere vardığı bir ülkenin vatandaşlarına, "sıkın kemerleri iyi olacak" demenin bir anlamı da bulunmuyor.
Yunanistan'a uygulanan politik seçenek ya kemer sıkma politikasını sürdürmek, ya da Euro bölgesinden çıkmak olarak sunuluyor. AB yetkilileri, tek para için titizlenmekte haklı olabilirler, ancak beş yüz milyon kişiyi kapsayan, yirmi sekiz ülkeden oluşan büyük bir toplum projesinin bu biçimde yönetilmesi, AB'nin de geleceğini tehlikeye atıyor.
AB ekonomilerinin neredeyse hiçbiri, Almanya'nın ekonomik yapısına benzemiyor. Alman ekonomisi de, AB içindeki güçlü konumunu bu benzersizliğinden ve devamlı dış ticaret fazlası vermesinden alıyor. Ancak "herkes Almanya gibi çalışırsa sorun olmaz" yaklaşımı, AB içinde halkların giderek AB üstyapısına ve karar alıcılarına karşı öfke biriktirmesine neden oluyor.
AB ülkelerinde son yirmi yılda yapılan her referandumda, bütün karar alıcılar ve yöneticiler, nefeslerini tutmak zorunda kalıyorlar, referandumlar genelde olumsuz çıkıyor, çünkü halk nezdinde AB'nin "elitist" ve her şeyin en iyisini biz biliriz tavrı çok rahatsız eden boyutlara vardı. Bu tavır, çeşitli ülkelerde, sol bir retorik kullanan popülist yeni siyasi hareketlerin doğmasına yol açıyor. İlk büyük örnek, Mario Monti'nin neredeyse sivil bir darbe ile Berlusconi'nin yerine İtalya'da başbakanlığa getirilmesiyle başladı. Berlusconi usulü bir yönetişim, İtalyan ekonomisini çok zor duruma getirmişti, ancak onun tam tersini uygulamak ve bir teknokratı ülkenin başına getirmek de çok parlak sonuçlar vermedi. Monti seçimleri kaybetti, yerine eski İtalyan Komünist Partisi'nin çekirdeğini oluşturduğu, popülist söyleme sahip Matteo Renzi'nin partisi iktidar oldu. İspanya'da bir tepki hareketi olarak doğan Podemos, bugün üç temel siyasi hareketten biri, gelecek seçimlerden sonra onsuz bir hükümet kurulması zor görülüyor. Syriza zaten iktidarda, Yunanistan'a "haddini bildirme" tavrı, aslında Syriza yaklaşımından AB yöneticilerinin intikam alma isteğiyle de açıklanabilir, Joseph Stiglitz bu konuda çok berrak bir analiz de yaptı.
AB içinde, sosyal gelişmeleri giderek göz ardı eden bir tavrın hâkim olması, iki gelişmeyle açıklanabilir. Birincisi, işleyişin tümüyle "hükümetlerarası", yani devletlerin kendi aralarında anlaşarak yönettikleri bir sistem haline gelmiş olması. Buna göre, en güçlü ekonomi ve ona sahip hükümetin yönlendirmesi önünde sonunda belirleyici oluyor. Bu hükümet de Almanya. İkincisi, AB karşıtı, yabancı düşmanlığını ve içe kapanmayı savunan siyasi hareketlerin giderek güçlenmesi. Nigel Farage'den Marine Le Pen'e giden bir yelpazede, aşırı sağ Avrupa Parlamentosu'nda grup bile oluşturabildi. Bu muhalefete karşı AB'nin üstten alan tavrı kendini sorgulamayı giderek daha fazla erteleme yoluna gidiyor.
Son olarak, dış ilişkiler konusunda AB son dönemlerde birbiri üstüne başarısızlık sergiliyor. Ukrayna'da Rusya'ya tavır koyan ve yaptırım uygulayan bir Almanya ve Fransa ikilisi, Yunanistan'ın Rusya'dan yardım istemesiyle büyük prestij kaybına uğradı. Türkiye ile müzakereleri atalete terk etme siyaseti ise, geçtiğimiz hafta l'Orient- Le Jour gazetesine demeç veren eski NATO ve AB Konseyi Genel Sekreteri Javier Solana tarafından çok şiddetli biçimde eleştirildi. Bütün bu eleştiriler, Angela Merkel'in ve destekçilerinin tavrını ne zaman değiştirecek bilinmiyor, ancak zaman çok kısıtlı ve AB bu biçimde "umut" olma vasfını hızla kaybediyor.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA