Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÖNCEL ÖZİÇER

Ben bir müptezelim!

Bir bağımlıyım. Çok mücadele ediyorum kurtulmak için ama yapamıyorum.
Ondan ayrı kaldığım zamanlar, kafese kapatılmış yaralı aslan gibi, sağı solu dişlemek istiyorum.
Yoksunluklarım öyle sinirli, öyle öfkeli geçiyor ki!
Hele ayrılığımız üç günden fazla sürerse çevremi uyarıyorum; "Bana hemen bir ağızlık takın, yoksa birazdan ya kendimi, ya sizi ısıracağım!"
Gözüm dönüyor, gözüm...
Neye mi bağımlıyım?
Ne alkol, ne uyuşturucu, ne kumar...
Benim bir türlü kopamadığım bir evim var.
O evi nereye taşırsam taşıyayım, içinden çıkamıyorum.
Kendi yarattığım düzenimden ayrılınca, bildiğin deliriyorum.
Başka şehir, hatta başka ülkelerdeki arkadaşlarım; artık beni çağırmaktan, "Kızım Allah aşkına bir gel artık yanımıza" demekten yoruldular, bıktılar.
Aslında seyahat etmeyi çok severim. Hatta çok ama çok paranın hayalini sadece bütün dünyayı köşe bucak dolaşmak için kurarım. Öyle yatlar, katlar, pırlantalar için değil...
Ama diyelim, saatler süren bir uçak yolculuğu yaptım; görmeyi çok istediğim bir ülkenin topraklarına ayak bastım...
Daha ilk akşamım çocuk gibi ağlayarak geçiyor; "Ben evimi istiyorum" diye...
Bildiğin rezillik! Arkadaşlarım gülüyor halime, makara yapıyorlar.
Hem de on numara...
Ama hiçbiri benim o sırada gerçekten acı çektiğimi anlayamıyor.
Bu ev yoksunluğu krizlerim, daha çok akşam olunca depreşiyor.

PSİKİYATRI ARADIM
Mesela bakın; bu dünyada en rahat edebileceğim, en çok şımartılacağım, rahat etmem için en çok uğraşılan yer tabii ki annemin evi.
Yıllardır ayrı yaşadığımız için ben onu özlüyorum, o da beni. Her seferinde sözde bir hafta kalmak için koca valizi hazırlayıp kedimi de kaptığım gibi gidiyorum evine.
Ve en fazla üç gün sonra delirmiş olarak geri dönüyorum.
Kadıncağıza da eziyet ediyorum.
Beş karış surat, cinler tepemde, hiç bir şeyden memnun olmayarak...
Geçenlerde İzmir'in başarılı psikiyatristi ve benim de çocukluk arkadaşım Dr. Zeki Yüncü'yü aradım ve derdimi anlattım. "Ben artık bu durumdan çok rahatsız olmaya başladım çünkü durumun giderek agorafobiye dönmesinden korkuyorum" diyerek.
O her zamanki sakinliğiyle "Abartma" dedi ve durumum hakkında yorumunu yaptı.
Benim gibi bu dertten muzdarip insanların olduğunu çok iyi biliyorum.
Hatta iki tanesi de benim arkadaşım. "Evrende atom bile dolaşır ve en rahat ettiği pozisyonu bulup oraya yerleşirken sen niye bunu dert ediyorsun ki?" dedi sevgili Zeki...

EV, ANNE KARNI GİBİDİR
"Senin için bu dünyada en az çatışmalı olan yer evin. Kendi yarattığın düzeni ve dünyayı seviyorsun.
Evinde kendini güvende hissediyorsun.
Bu sadece sana özel bir durum değil. Dünyanın en pahalı, en lüks oteline gidelim, yine de bir süre sonra 'Ben evimi özledim' der; geri dönmek isteriz.
Ev tıpkı ana karnı gibi... Güvenli, huzurlu ve sadece bize ait.
Hasta falan değilsin yani. Sadece evini çok seviyorsun, o kadar!" dedi ve konu kapandı.
Artık ben de bu takıntıma hastalık muamelesi yapmamaya karar verdim.
Çünkü öyle dert ettikçe sorun gözümde daha da büyüyor.
Uzaklardan bir arkadaşımdan davet aldığımda; hem deli gibi gitmek istiyorum, hem de ya daha ilk geceden evimi özlersem diye endişe etmekten kapı dışarı çıkamıyorum.
Artık önemli değil. Özlersem de özlerim nedir yani?
Ev burada duruyor işte, bir yere kaçtığı yok! Koltuklar, yatağım, yastığım da "Öncelim bizi bıraktın, nerelere gittin?" diye arkamdan ağlamayacak nasılsa.
Zaten kendimi geriyorsam hep bu gereksiz duygusallıktan.
Evi canlı bir organizma olarak görmekten ve ayrı kaldığımda onu bir insanı özler gibi özlemekten şu an itibarı ile vazgeçiyorum. Ya da en azından vazgeçmeyi deniyorum.
Haydi bakalım bana kolay gele!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA