"Nasılsın?" diye sordu. "Kendimden sıkılıyorum" dedim. "Bugünlerde neler yapıyorsun?" diye sordu. "Görünüşte çok şey, aslına bakarsan tek bir şey; durmaksızın sancı çekiyorum" dedim. "Bunalımda mısın yoksa?" diye sordu. Gülümsedim... Israrla cevap beklediğini anlayınca; "Yoo bunalımda değilim, sadece çokça düşünüyorum" dedim. "En büyük hayalin nedir?" diye sordu. "Hayal kurmama gerek kalmaması" dedim. Kararını verdi, dört soruda biletimi kesiverdi: "Yok bence bunalımdasın, iyi değilsin, biz seni böyle tanımadık" dedi, başını sağa sola sallayarak. "Siz de sahte gülüşleri, dozu kaçmış coşkuları, bozuk plak misali hayata methiye düzenleri hep esas mutlulardan zannettiniz. Sancı çekenlere 'Arkadaş bunalımdadır' damgasını vurup acıyarak baktınız" dedim. Aslında demedim, kendimi tutamadım, küçük çapta bir çıkış yapıverdim. O boş gözlerle baktı, beni anlamadı... Tebessüm ettim çünkü ben başkalarını anlamaya başladığımdan beri, anlaşılmak isteme çabasından vazgeçmiştim.