Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Kültleştirme ile günah keçiliği arasında II. Abdülhamid

Askerî hastahanelerin Sağlık Bakanlığı'na devri sonrasında Gülhane Askerî Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastahanesi'nin adının Haydarpaşa Sultan Abdülhamid Eğitim ve Araştırma Hastahanesi'ne tahvili kapsamlı bir tartışmanın başlamasına neden oldu.
Türkiye gibi önemli liderlerini kültleştirme ile günümüz meselelerinden sorumlu günah keçileri haline getirme uçlarının birinden diğerine savrulan bir toplumda II. Abdülhamid'in bu şekilde tartışılması şaşırtıcı değildir.

İki Abdülhamid
Bu çerçevede toplumun bir kesimi II.Abdülhamid'i Tanzimat sonrasında gölgede kalan geleneği canlandıran, İttihad-ı İslâm siyasetiyle dünya Müslümanlarını sahiplenen, Osmanlı'nın kaçınılmaz gözüken parçalanmasını engelleyen "Ulu Hakan" olarak kavramsallaştırmaktadır.
Buna karşılık bir diğer kesim onu Tanzimat ile başlayan modernleşmeyi durduran, bilim düşmanı, gerici, psikolojik sorunları nedeniyle tutarsız siyasetler üreten yarı meczup bir "müstebit" olarak resmetmektedir.
Claudia Kleinert'in II. Abdülhamid imajının 1930 ilâ 1990 arasındaki değişimini ele alan çalışmasının da ortaya koyduğu gibi bunlardan birincisi bizzat II. Abdülhamid'in yarattığı şahıs kültü kadar Büyük Doğu benzeri muhafazakâr entelektüel hareketlerin çok partili yaşama geçiş sonrasında yaygınlaşan yeniden inşa girişimlerine dayanmaktadır.
İkinci yaklaşım ise 1894 sonrasında ivme kazanan Ermeni olayları sonrasında Pierre Quillard, Baron d'Estournelles de Constant benzeri entelektüel ve siyasetçiler tarafından üretilen "Kızıl Sultan" ile bilhassa Anastase Adossides'in George Dorys takma adıyla yazdığı ve çok sayıda dile çevrilerek satış rekorları kıran Abdul-Hamid intime (1901) kitabından sonra yaygınlık kazanan "sorunlu kişilik" kavramsallaştırmaları üzerine bina edilen imajından kaynaklanmaktadır.
Birbirine zıt bu kavramsallaştırmalar, II.Abdülhamid'in kurduğu rejim, geliştirdiği siyasetler ve ülke kalkınmasındaki rolünün objektif biçimde değerlendirilmesi ile onun tarihselleştirilmesini fazlasıyla zorlaştırmaktadır.

Sultan ve modernlik
II. Abdülhamid, taklitçilik ötesine gidemeyen Tanzimat aşırı Batılılaşmasının karşı tezi bir "Osmanlı modernliği"ni yaratma girişimini üstlenmiştir. Gelenek ile modernliği bağdaştırmaya çalışan bu özgün yapı Batı coğrafyası dışında hayata geçirilen en çarpıcı modernlik projelerinden birisidir.
Kurulan rejimin neo-patrimonyal tonları ve "sadakat"e atfettiği önceliğe karşılık eğitim alanındaki büyük yatırımlar ve istatistik benzeri modern araçların yoğun kullanımı alt-orta kademe bürokrasinin randımanını yükseltmiş, telgraf benzeri teknolojilerin yaygınlaştırılması ise onun etkinliğini artırmıştır.
Üçte ikisi modern tarihin gördüğü en kapsamlı fiyat deflasyonu ile çakışan Devr-i Hamidî'de kapsamlı altyapı projeleri başlatılmış, sanayileşme ve üretim hız kazanmış ve Osmanlı ekonomisi böyle bir iktisadî iklimde düzenli biçimde büyümüştür.
Yüksek okul düzeyine çıkarılan Mülkiye, Colmar von der Goltz tarafından ıslah edilen Harbiye ve Robert Rieder, Georg Deycke ve Julius Wieting tarafından modernize edilen tıp eğitimi başta olmak üzere memur yetiştirme amacıyla kurulan mektepler ve 1900 yılında kesintisiz öğrenime geçen Darülfünûn-i Osmanî eğitim alanında yeni bir dönem başlatmıştır.
Bunların yanı sıra Berlin Kongresi sonrasında ağır toprak kayıpları yaşayan, "temâmi- i mülkiyeti" konusunda 1856 Paris anlaşması ile verilen güvencelerin kâğıt üzerinde kaldığını gören Osmanlı Devleti, fiilî kontrolünün fazlasıyla zayıflamış olduğu Tunus, Mısır, Massava benzeri bölgelerde Batı sömürgeciliğine tavizler vermesine karşılık merkezî alanları savunmaya muvaffak olmuştur.
Bunda Avrupa dengesinin boşluklarını iyi görerek Pendjeh Krizi'ne kadar silahsız onun sonrasında ise silahlı tarafsızlığı ustalıkla uygulayan II. Abdülhamid'in önemli rolü vardır. Kendisi, 1885- 86 Şarkî Rumeli Buhranı haricinde pek çok sorunda Avrupa dengesinin takip edeceği siyasetleri öngörmüş ve tehditlerin büyümesini önlemiştir. II. Abdülhamid'in Bulgaristan'ı çevreleyecek Balkan ittifakı projesi yarıda kalmasaydı, Balkan harplerinin doğurduğu yıkım önlenebilirdi.
Bütün bunlar II. Abdülhamid'e "bilim düşmanı bir gerici" ya da "psikolojik sorunlarından dolayı ne yaptığını bilmeyen bir yarı meczup" biçiminde yaklaşılmasının anlamsızlığını ortaya koymaktadır. II. Abdülhamid dönemi siyasetleri bu tür yaklaşımlar ürünü, kişisel kaprislere indirgenemez.

Rejim karakteri
Büyük resimde görülen ilerleme ve olumlu dönüşüme karşın, II. Abdülhamid rejimi süreç içinde günümüz için örnek alınması mümkün olmayan, dönemi için dahi olumsuz yönleri ağır basan bir şekle evrilmiştir.
Bürokratik hiyerarşiyi ortadan kaldırarak tüm gücü saraya aktaran rejim güçlü bir kişi kültü geliştirmiş, her türlü eleştiriyi yasaklamış, "esbâb-ı siyasiye" benzeri bir suç türü yaratmış, bunun neticesinde de hedeflediği "hürriyet-i kanuniye" idealinin oldukça uzağında kalmıştır.
Bunun neticesinde re'sen irade-i seniyelerle karar alınan, üst düzey bürokrasinin liyakat yerine sadakat temelinde belirlendiği, eski sadrâzâmların yabancı elçilik ve konsolosluklara sığınmak zorunda kaldıkları, "sürgün"ün ceza olarak kullanıldığı, muhbirliğin yaygınlaştığı, basının sadece "ne yazmayacağı"nın değil "ne yazacağının" da tebliğ edildiği bir rejim ortaya çıkmıştır.
Bu rejimi 1908 sonrasında kimsenin sahiplenmediği unutulmamalıdır. "İnkılâb-ı Azîm" öncesinde Hoca Muhyiddin ve Mehmed Âkif'den Sa'id-i Kürdî ve Derviş Vahdetî'ye ulaşan yelpazedeki İslâmcı hareket mensupları rejimi eleştirirken, ihtilâl sonrasında da Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye benzeri örgütlenmeler ona dönüşe şiddetle karşı çıkmışlardır.
31 Mart Olayı sonrasında haksız suçlamalarla tahttan indirilen II. Abdülhamid'in, toplumunu kişi kültüne dayalı otoriter bir rejim altında modernleştirmeyi ve ülkesinin toprak bütünlüğünü korumayı hedefleyen ve bunlara ulaşma yolunda önemli mesafe kateden bir lider olarak tarihselleştirilmesi anlamlıdır.
Bu yapıldığında onun rejimini övmek benzeri kült sahipleniciliğine yönelinmeden değişik alanlardaki katkılarının da vurgulanması mümkün olacaktır.
Dolayısıyla, Robert Rieder'in Für die Türkei: Seblstgelebtes und Gewolltes başlıklı çalışmasında detaylı biçimde anlattığı gibi Gülhane Seririyat Hastahanesi'nin kurulması girişimini başlatan ve onun her türlü ayrıntısıyla, bina planına varıncaya kadar ilgilenen II. Abdülhamid'in adının bu müesseseye verilmesi söz konusu tarihselleştirme çabasının parçası olduğu oranda anlamlıdır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA