Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Kalbinizi düzeltip öğüt verin

Müslümanların birbirlerine öğüt vermeleri dini bir görevdir.
Kur'an-ı Kerim öğüt vermeyi emrediyor. (Zariyat, 55) Yetkilileri zaman zaman çok sert ve insafsızca vuruyoruz.
İşin dozunu kaçırarak.
Ancak öğüt verirken, karşındakini günahkâr görüp kendimizi safi görüyorsak, o öğütlerin kalpte yer etmesi imkânsız olur.
Kendimize şu soruyu sormamız lazım. Acaba biz, tenkit ettiğimiz ve yerden yere vurduğumuz insanlarla aynı şartlarda bulunsaydık bu hataları işlemez miydik? Veya bu cümleleri böyle cüretkâr olarak kullanabilir miydik?
Bu, öğüt vermeyelim anlamında değildir.
Ancak; kalıcı, faydalı, dışlamayan, insaflı, menfaat gözetilmeyen, yönlendirmeyen, bir şeyi kötülerken daha şer bir başka belayı başa sarmayacak bir tenkit üslubu kullanmalıyız. Kalbinizi düzeltmeden, eğrildiğini sandığınız kalpleri düzeltemezsiniz.
Uyarı ve tenkitlerimiz kibir kokmamalı.
Kimseyi aşağılamamalı.
Şahsi düşmanlıkla ilişkilendirmemelidir.
Buyruk mahiyetinde olmamalı.
Asrısaadet ölçüsünde doğru sonuç alıcı ve insaflı olmalıdır.
Zira bu özellikleri deruhte etmeyen bir uyarı nefsani olur. Bencilce olur. Tepeden bakan, jakoben, şımarık, üst perdeden, saygısızca uyarılar olur ki, bunun makes bulması mümkün değildir.
Emin olan kişi ancak emaneti hatırlatabilir.
Önce kendimizi düzeltelim, sonra başkasını düzeltmeye çalışalım.

***


GÖZÜYLE GÖRMEYİNCE İNANMADI
Hayat felsefesi böyleydi.
Gözünün görmediğine inanmadı.
Gerçi mikropları da görmüyordu.
Bu gün mikroskopla bakınca ancak inandı.
Eskiden optik mikroskoplarla bakterilerden daha küçük detaylar seçilemiyordu. Şimdi, yeni materyaller sayesinde yeni optik mikroskoplar geliştirildi. Hücre içindeki moleküller gün ışığına çıktı.
Benim mikroskobum olmadığı için, ben mikropları hâlâ inkâra devam ediyorum. Çünkü gözümle görmedim henüz.
Duvarın ötesinde duvara dayalı duran kütüğü görmedikçe orada bir kütüğün var olduğuna da inanmadı. Binlerce kişi orada kütük var, dediler o, inanmadı.
İllaki görünce. Adamın imanı, gözüneydi. Ya sonradan kaza geçirip kör -ama- olsaydı, ne yapacaktı. Daha önce gördüklerini de inkâr edecekti.
Bu duyu organlarından biri olan görme duyusu? Basiret önemli. Gözü olmayanda da var basiret. Aslında dört gözüyle baksa görmeyen var! Basiret yok çünkü. Basiret kalbiyle görmektir, vicdanıyla, göze ihtiyaç duymadan görmektir.
Tıpkı rüyada gözsüz görmeniz gibi.
İnkârcıların akılları gözlerindedir.
Göz ise maneviyatta kördür.
Gözlerinin önüne bir perde çekseniz.
Kendilerini bile inkâr ederler.
Gözümle görmediğimize inanmam diyenin kalbi kördür aslında.
Kur'an-ı Kerim son noktayı koyuyor; "Gerçek şu ki; kör olan gözler değildir, gerçekte kör olan sinelerdeki kalplerdir." (Hacc, 46)

***


İNSANLAR ÖLÜNCE UYANACAKLARDIR
'İnsanlar uykudadırlar. Ölünce uyanırlar.' Acluni, bu sözün hadis olmadığını, Hz. Ali'nin sözü olduğunu söyler. Belki de Sehl Tüsteri'nin sözüdür.
İnsan dünyada uykudaki adama benzer.
Uykudaki kişi bazen iyi, bazen kötü şeyler görür.
Bazen üzülür, bazen sevinir. Sonra birdenbire uyanır. Uykudan fırlar. Gerçek âlemle karşılaşır.
Ölüm işte bu uykudaki adamın uyanışı gibidir.
Dünya hayatı bir anlıktır. Çok kısa. 'Onları (mahşerde) bir araya toplayacağımız gün, sanki gündüzün bir anı kadar bile kalmadıklarını sanarak kendi aralarında konuşur olurlar.' (Yunus, 45) Uykudan uyanan gözlerini ovuşturur ve sağasola bakar. Uykusundayken o, neler oldu bitti bakar. Gözleri birazdan alışır. Karanlıksa, orada gözleriyle eşyayı seçer.
'Andolsun ki, sen benden habersizdin -gafletteydin- şimdi (gözündeki) perdeni kaldırdık.
Bugün artık gözün pek keskindir. (Kaf, 22) Önemli olan ölmeden perdeyi kaldırmaktır.
Perden kaldırılmadan, perdeyi kaldırmandır.

***


TAKVA SAHİPLERİ AZ UYURLAR
'O muttakiler geceleri pek az uyurlar. Seher vakitlerinde de istiğfara devam ederler. (Zariyat, 17-18) Ebu Süleyman Darani derdi ki;
'Eğer geceleri olmasaydı, dünyada yaşamayı istemezdim.' Tıpkı Fudayl bin İyaz gibi:
Şöyle derdi;
Güneş batınca karanlık gelince Rabbimle yalnız kalacağım için sevinirim. Nihayet güneş doğup insanlar yanıma gelince içime bir hüzün çöker.' Adamın biri İbrahim bin Ethem'e sordu: Gece ibadetine kalkamıyorum. Ne yapayım. Cevap verdi;
'Gündüzleri Allah'a isyan etme. Geceleri o seni divana durdurur.' Gece uykuya teslim olacaksan şayet Efendimiz'in (s.a.v.) gece ibadetinden sonra yaptığı şu duayı yap;
"Allah'ım! Kendimi sana teslim ettim. İşimi sana havale ettim. Yüzümü sana çevirdim. Senden korkarak sırtımı sana dayadım. Sana sığındım. Sana karşı, yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım."

***


PEYGAMBERİN HÜZNÜ: İMAN ETMİYORLAR
Hz. Peygamber'in (s.a.v.) en büyük üzüntüsü, İslam'ı tebliğ ettiklerinden karşılık bulamamasıydı.
Daralırdı. Hüzünlenirdi.
Dua ederdi. Gözleri nemlenirdi.
Şair dediler, sihirbaz dediler, kâhin dediler, deli dediler, yalancı dediler. Hele de en ağırı bu oldu 'Yalancı' dediklerinde.
Allah nebisine hitap etti;
'Biliyoruz! Onların lafı seni pek incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler Allah'ın ayetlerini inadına inkâr ediyorlar. (En'am,33) Öyle diyorlardı. Seninle işimiz yok. Sana itirazımız da yok.
Seninle anlaşırız da. Bizim derdimiz senin sözlerinle. Senin Rabbinle bizim derdimiz var.
Allah teselli ediyordu:
"Ey Resulüm! Onlar bu Kur'an'a inanmıyorlar diye, kendini yiyip bitirme! Onlar için üzülme.
Kendini harap etme."(Fatır, 8)
"İman etmiyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin." (Şuara, 3) Büyük bir azimle davet etti.
Hidayet sunarken sadece cefa gördü. Anlayışsız insanların vefasızlığıyla karşılaştı.
En anlamsız karşı koyuşlarda ellerini iki tarafa açıp 'Muhammed ne yapsın' dediği ne kadar anlamlıydı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA