Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NİHAT HATİPOĞLU

Bir yolculuk, üslup ve sanat

Bugün farklı bir yazı yazdım. Sebebini de ileride anlatacağım. İstanbul'dan Ankara'ya dönüyorum. Arabada ben ve eşim varız. Aracı ben sürüyorum. Yol kalabalık. Temkinli gidiyoruz. Tabii büyük araba ve TIR'lar bazen yolu zorluyorlar. Bu canlılık diğer bir açıdan da sevindirici. Canlılık varsa hareket de var demektir.
Radyoda Türk Sanat Müziği'nin unutulmaz eserleri seslendiriliyor.
Onları dinliyorum. Hem dinlendiriyor hem de huzur verip mesaj iletiyor.
Şarkılardaki üsluba ve dile bakıyorum. Dil nezih. Üslup zarif. Sözler anlamlı. Uşşak şarkıyı Zeki Müren okuyor:
"Sevgi dolu şu gönlüm,
Bir kuş gibi kanatlı.
Dünyam seninle güzel,
Hayat seninle tatlı.
Sen benim her şeyimsin,
Canımdan, candan yakın.
Dünyamı aydınlatan,
Hayat veren güneşsin."
Sözler nahif, anlam ve aşk yüklü. Temiz ve duru.
Sonra başka bir uşşak şarkıya geçiliyor.
Zeki Müren okuyor. Hepinizin huzurla dinlerken dalıp gittiği bir şarkı:
"Gün ağarınca boynum bükülür
Dalarım uzaklara gönlüm sıkılır
Sorma ne haldeyim
Sorma kederdeyim
Sorma yangınlardayım zaman zaman
Sorma utanırım
Sorma söyleyemem
Sorma nöbetlerdeyim
Başım duman"
Daha bu şarkının sözleri biterken başka bir şarkı terennüm ediliyor:
"Her mevsim içimden geçersin, Sen vefasız yolcu.
Kalbim, kalbim, kalbim viran edersin, Merhaba demeden elveda, elveda dersin." Tam da bu uşşak şarkının içindeyken, bestekâr Bilge Özgen'in hicazkâr-uşşak şarkısı fonda çalıyor:
"Arıyı çiçekte, balda severim,
Çiçeği petekte dalda severim.
Bakarsan dünyaya gönül gözüyle,
Görürsün her şeyi gerçek yüzüyle.
Görmezse o gözler gönül neylesin,
Kadrini bilmezsen ömür neylesin,
Sevgiyi gerçekten bilen söylesin."

YUSUF NALKESEN VE KARŞIYAKA YILLARIM
Ders verici, sevgiyi kutsal gören, kirletmeyen, tırmalamayan, her söze bin mana yükleyen bu şarkıları dinlerken diğer yandan kulağıma televizyonlardaki berbat, ürpertici kavgalar çalınıyor. Eskilerin aşkları temizmiş, yamanmış. Leyla ile Mecnun gibi sadece sevmeye, can vermeye odaklı imiş.
Hafızam beni 80'li yıllardaki bir hatıraya götürdü. İzmir Karşıyaka Müftülüğü'nde görevliyim. İlahiyatı bitirmişim. Bazı cumalar Karşıyaka Mustafa Kemal Camii'nde vaaz veriyorum. Yaşım daha genç. 30'lu yaşlardayım. Kürsüde ben. Müezzin mahfilinde ise cumalara mahsus rahmetli bestekâr- sanatçı Yusuf Nalkesen. İç ezanı okuyor. Ama ne gönülden, ne içten okuyor.
Bütün Karşıyaka cemaati huzurla dinliyor.
İnsanlar sesin sahibini görmeye çabalıyorlar. Yusuf Nalkesen'le o yıllarda tanışırdım. Bir seferinde evinde sohbet ettik. Üsküp'ten gelme. Müthiş eserlere imza atmış. Hem beste hem de güfte üstadı. Edep, hayâ, vakar hâkim sözüne, sazına. Bazı eserlerinin ismini vereyim:
"Gözlerin doğuyor gecelerime", "Ne mektup geliyor ne haber senden", "Yalanmış gözyaşın da ettiğin yemin de", "Alnımda çizgiler, saçım doldu ak", "Avuçlarımda hâlâ sıcaklığın var", "Bülbülün çilesi yanmakmış güle", "Bir uzun rüyadır hayat dediğin."
Ve daha nice anlamlı söze imza attı.
Buradaki sevgi ve aşk, ulaşmamayı murat eden bir aşktı. Kirlenmemiş, sadakate odaklanmış, virane gönülleri şad eden bir aşk. Bugünle kıyas edilebilir mi? Ya bugün önümüze sanat diye servis edilen sözleri, nağmeleri anlamsız, boş ve çürük malzemeler?
Yusuf Nalkesen üstatla ben Ankara'ya gittikten sonra bir daha görüşemedim.
2003 yılında İzmir'de vefat etti. Bir umre veya hac yolculuğu öncesi rahmetli babamın kafilesinde seyahat eden ve o gün İzmir'den yolcu ettiğimiz sanatçı Avni Anıl Beyefendi de yine İzmir'de 2008 yılında vefat etti. İzmir, sanatçıları açısından şanslı bir şehir. Rüştü Şardağ, Fuat Edip Baksı hepsi İzmir'de vefat etmiş sanatçılar.
"Gündüzüm karanlık gecem uykusuz,
Teselli dediğin sözü neyleyim?
Gözlerim yaş dolu, dudağım susuz,
Yüzünü görmeyen gözü neyleyim?"
Diyarbakır doğumlu ama İzmir vefatlı Edip Baksı'nın bu sözlerini kim görmeden geçebilir?
Bu satırları niçin yazdım? Belki yazıyı okurken şaşırmışsınızdır. Neden bu şarkılar, sanatçılar ve duygular diye. Bugünün kısmeti bu. Neyleyim? Etrafınıza bakın, sebebini anlarsınız. Bir yanda birbirimize sarf ettiğimiz kötü sözler, tahammülsüz insanlar, kutsalları ucuzlatmamız, sosyal medyadaki berbat yorumlar, beyefendiliği yitirmemiz, sabrı unutmamız... Diğer yanda da bütün bu eski dizeleri ve sanat erbabını dinledikçe hayret edişiniz. Onlardaki edep, utanma duygusu, söze hâkimiyet, gönül kırmaktan uzak duruş, kem söze müsaade etmeyiş...
Bir yanda günümüzde ailelerin TV programlarında sergiledikleri dil, bayağılaşan sözler, ilişkiler, suçlamalar, düşmanlıklar...
Diğer yanda da eskilerin ahlakı, edebi, safiyeti ve utancı...
Doğrusu bu yazıyla, dünün safiyeti ile bugünün ayağa düşmüş ahvalini size biraz olsun yansıtmak istedim. Yolculuğun sonuna doğru yine Yıldırım Gürses, Yaşar Özel, Mustafa Sağyaşar, Ahmet Özhan ve diğer üstatların hüzünle okudukları dizelere takılıyorum. "Sorma ne haldeyim.
Sorma..."
Bence siz de bazen gözünüzü kapatarak bu manevi hazza doğru yol alın. Mırıldanın kendi kendinize. Utanma ve ar duygusu olmayanlar yerine siz mırıldanın: "Sorma ne haldeyim. Sorma söyleyemem!"

***

DİNİMİZİN MÜZİĞE BAKIŞI NASILDIR?
Müziğin kendisi bizatihi haram değildir. Kur'an-ı Kerim'de ve sahih sünnette müzikle meşgul olmayı veya bir müzik parçasını dinlemeyi yasaklayan bir emir yoktur. Hz. Peygamber'in bayramda eğlenip müzik aletleri çalan kişilere engel olmadığı biliniyor. Peygamberimizin (SAV) "Nikâhın sonunda tef çalın ve ilan edin" talimatı vardır (Tirmizi). Bazı kadınların (hizmetkârların) bayramda Hz. Aişe'nin yanında tef çalıp şarkı söylediklerini gördüğünde onlara engel olan kişilere, Hz. Peygamber'in "Bırakın onları. Onlar bayram için eğleniyorlar" diyerek karşı çıktığı biliniyor. Bu hususta İmam Gazali'nin uzunca mütalaası var. Müzik konusunda önemli olan husus, müzik parçasının içinde dinimizin reddettiği sözlerin olmamasıdır. Uygun bir ortam ve tarzda icra edilmesidir. Günümüzde özellikle gençler müzikle çok ilgilidir. Gençlere güzel gelen, dini açıdan da problem oluşturmayan, onları motive eden ve aynı zamanda temiz, güzel şeyler hatırlatan müzik uygulamalarına haram demenin kimseye faydası yoktur.
Namaz kılarken kalp bütünlüğünü, huşuyu bir türlü yakalayamıyorum. Buna rağmen kılmaya devam edeyim mi?
Günde 5 vakit namaz kılmak, büluğa ermiş, akli melekeleri yerinde olan her Müslüman'a farzdır. Bu namazları kılarken manevi bir teslimiyet içinde kılmanız, yüce Rabbin huzurunda olduğunuzu hatırlamanız, bütün varlığınızla kendinizi namaza adamanız elbette arzu edilen bir haldir. Huşu dediğimiz, Allah'a tam bir boyun eğme ve bağlılıklarla ibadet etmektir. Bu arzu edilen bir durumdur. Ancak bütün bu arzulanan halleri yakalayamıyor olsanız bile namazı kılmakla yükümlüsünüz. Namaz kılan insanda dünyevi haller, kalbi savrulmalar, vesvese ve aklı karıştıran diğer şeyler olabilir. Ve bunlar aynı zamanda namazdaki huşuyu (kalp huzurunu) engelleyebilir. Bu haller zamanla geçer. Manevi hazzınız yükselebilir. Hz. Peygamber, namaz içinde bu hallerin olabileceğini belirtiyor. Önemli olan bizim bu vesveseden etkilenmeden ibadetimize devam etmemizdir.
Kolumdan ameliyat oldum. Sargılıyım. Nasıl abdest almalıyım?
Kollar abdest sırasında yıkanması gereken yerlerdendir. Abdestte yıkanması gereken yerlerde (yüz, kollar, ayaklar) bir yara veya sargı varsa, buraya su temas etmemeliyse, el su ile ıslatılıp sargının üzerinden geçirilir, yani meshedilir. Bu işlemle, yani "kısmi yıkama -veya ıslatma- ile teyemmümü birlikte yapmak gerekir" diyen âlimler de vardır. Yıkanması gereken bütün organlar yara içindeyse su kullanılmaz, teyemmümle yetinilir.
Dileğimin olması için nasıl namaz kılmalıyım?
Ayeti kerimede sabır ve namazla Allah'tan yardım dilenilmesi emredilmiştir. Hz. Peygamber'in sıkıntılı anlarda namaza yöneldiğini biliyoruz. Siz de kıldığınız her namazın sonunda ellerinizi yüce Allah'a açarak ihtiyacınızı duayla iletebilirsiniz. Ancak dünya veya ahiret ile ilgili bir talebi olan kişi, güzelce abdest alır ve uyumadan önce, yatsıdan sonra 2, 4 veya daha çok rekâtlı namaz kılabilir. Kişi bu namazların her 4 rekâtında (veya 2 rekâtında) selam verir. Bu nafile namazın her rekâtında Fatiha'dan sonra birinci rekâtta Ayet'el Kürsi, diğer rekâtta da İhlas, Felak ve Nas surelerini okur. Bu namazı bitirdikten sonra dileğini duayla Allah'a arz eder. Yalvarır. Tövbesini ikrar eder. Ve sonra da istediğini ister. Bu şekilde kıldığı namaza hacet -ihtiyaç bildirme- namazı da denir.

ŞAKACI BİR DOST
Hz. Nuaym, Medineli. Şakacı... Mizahı bol... Zaman zaman Hz. Peygamber'i de güldürürdü. Bir seferinde Medine'ye gelen bir kervandaki satılık meyveler hoşuna gitti. Onlardan güzellerini seçti ve veresiye alıp Hz. Peygamber'e getirdi. Tüccarlar meyvenin parasını isteyince de onları alıp Efendimize getirdi. "Bu meyvelerin parasını ödeyin" dedi. Efendimiz ona, "Sen bunları hediye getirmiştin ama" deyince Nuaym şöyle cevap verdi: "O meyveleri yemeni istedim. Ama onları alacak param yoktu. Onun için böyle söyledim."
Sahabi, Efendimizi çok seviyor. Meyve yesin istiyor. Ama meyveyi satın alacak parası yok. İstiyor ki, önce o tatsın. Çok sevdiği Peygamber'e böyle iltifat ediyor. Efendimiz hayli neşelenip tüccarların parasını veriyor. Meyveyi de paylaşıyor.

BİR AYET VE DUA
"Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaradılışını düşünürler (ve şöyle derler): Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!
Rabbimiz! Sen kimi ateşe sokarsan hiç şüphe yok ki onu rezil etmiş olursun. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.
Rabbimiz! Doğrusu biz 'Rabbinize inanın!' diyerek, imana çağıran bir davetçiyi işitip iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve bize iyilerin ölümünü nasip et.
Rabbimiz! Peygamberlerin aracılığıyla bize vaat ettiklerini ver bize; kıyamet gününde bizi rezil etme. Sen asla sözünden caymazsın." (Ali İmran, 191-194)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA