Türkiye'nin en iyi haber sitesi
İBRAHİM KALIN

Otoriter kapitalizm ve Urumçi’den yükselen ses

Çin'in "özerk" (bu nasıl bir özerklikse!) bölgesi Sincan'da yaşanan vahşet, modern kapitalizmin bir paradoksunu daha ortaya koydu: Ekonomik kalkınma, özgürlük getirmiyor. İkisi arasında irtibat (korelasyon) var ama zorunlu bir sebep-sonuç ilişkisi yok. Kapitalist üretim ve tüketim tarzları yaygınlaştıkça demokratikleşmenin de artacağını öngörenler tezlerini gözden geçirmek zorunda.
Rusya ve Çin, yarıkapitalizme geçen iki komünist üretim ve tüketim biçimini temsil ediyor. İkisinin de iki önceliği var: Serbest piyasaya fırsat tanımayan bir ekonomik kalkınma sağlamak ve otoriter yönetim biçimlerini muhafaza etmek. Bunun adı, kısaca "otoriter kapitalizm". Bir tarafta zenginleşmek ama öbür tarafta özgürlük taleplerini "bölücülük" diyerek reddetmek. Kalkınmak ama hukukun üstünlüğünü yok saymak. Fakat hem zengin, hem güçlü, hem otoriter, hem de meşru olmak mümkün değil.
Urumçi'de yaşananların bir geçmişi var. Ama silahsız ve korumasız kitlelerin üzerine ateş açmak, yüzlercesini öldürmek ve yaralamak, hiçbir güvenlik kaygısıyla izah edilir türden değil. Çin'in dillere destan "kalkınma ve uyanış hikâyesi" Urumçi'de kana bulandı. Japon mucizesinden sonra "Çin mucizesi"nden bahsedenler bize geçen yılki dünya olimpiyatlarında gözleri kamaştıran Çin'i işaret ediyor. Fakat Çin kapitalizminin maliyetini bilen biliyor. Emeğin nasıl sömürüldüğünü, doğal çevrenin nasıl katledildiğini, milyonların ne tür gayr-ı insani şartlarda yaşamaya zorlandığını görmek için uzman olmaya gerek yok. Üstelik bu Çin'le sınırlı bir sorun da değil. Evet, Çin çok büyük bir ekonomik güç. Çin malları dünyanın bütün marketlerini talan etmiş durumda. Ucuz Çin malları sayesinde bütün dünya kocaman bir Çin Walmart'ına dönmüş durumda. Ama ne pahasına?
Çin'in otoriter yarı-kapitalizmi, Uygurların özgürlük taleplerini bölücülük olarak görüyor. Oysa Uygurların istediği Çin içinde kendi kültürlerini, dinlerini, kimliklerini özgürce yaşamak. Meşru hak talebi, bölücülük değildir. Tersine hakları tanınmayan, yok sayılan milletler bölünmenin eşiğine gelirler. Sincan "özerk" bölgesinde bölücülük tehlikesi yok. Bu tehlikeyi ortaya çıkaran, özgürlük karşıtı baskı politikaları.

Hak ihlali ülkenin iç işi mi?
Burada uluslararası ilişkilerin bir büyük sorunu daha çıkıyor karşımıza: Hak ihlalleri nereye kadar ülkelerin iç işidir? Açıkça katliama dönüşen politikaları eleştirmek nereye kadar ülkelerin iç işlerine müdahaledir? Bunlar zor sorular ve hiçbirinin tek yönlü, tek şıklı cevabı yok. Vereceğiniz her cevap, bir bumerang gibi gelip sizi de vurabilir. Bush yönetimi Irak'ı işgal etmek için kitle imha silahlarının yanı sıra Saddam'ın kendi halkına yaptığı zulümleri gerekçe göstermişti. Amerikan'ın geçmişte yaptığı birçok darbe operasyonu benzer sebepleri öne sürüyordu.
Tersinden bakalım. Amerika'nın Kosova'ya müdahalesi neden meşru idi? Peki ya Bosna'daki katliama müdahale etmeyen uluslararası topluluğa ne diyeceğiz? "Bosna'da olup bitenler (yani 20'nci yüzyılın en büyük soykırımlarından biri), Yugoslavya'nın iç işleridir, karışamayız" diyebilir miyiz? Yahut Çeçenistan'da yaşananlar? Ruvanda? Darfur?
Örnekleri çoğaltmak mümkün ama soru aynı: Uluslararası hukuk hangi durumlarda ve nereye kadar müdahil olmalıdır? Müdahalenin biçimi, araçları nelerdir? Diyelim ki açıkça katliam yapan bir ülkeyi yahut rejimi dünya kamu vicdanında mahkûm ettik. Peki, yaptırımı kim uygulayacak?
Bunun adresi belli: Birleşmiş Milletler. Ama BM'nin hali ortada. Küresel bir adalet makamı olması gereken BM, böyle bir güce sahip değil. Bunun tek sebebi BM'nin kurumsal ve yapısal zaafları değil. Temel sorun, modern kapitalizmin adalet duygusunu anlamsız ve işlevsiz hale getirmesi. Hayatta karşılığı olmayan, yetimin hakkını koruyamayan, masuma kol kanat geremeyen soyut bir adalet kavramına kim inanır?
Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türkiye'nin Sincan'daki olaylara seyirci kalamayacağını açıkça ifade etti. Rabia Kader'e verilecek vize de Türkiye ile Çin arasındaki ilişkileri gerecektir. Ama asıl mesele bu değil. Asıl mesele kutsal ve evrensel bir değer olan adalete kimin sahip çıkacağı.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA