Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Fransa'yı Paris'te kazanmak

Fransa'ya sanatsal birikimiyle çıkarma yapmış bir Türkiye ne ifade eder? Bu sorunun yanıtını cuma günü açılan ve Sabancı Müzesi yöneticisi, Türk Sezonu sergiler koordinatörü Dr. Nazan Ölçer'in hazırladığı Bizans'tan İstanbul'a: İki Kıtanın Limanı başlıklı sergi yeterince veriyor. Son derecede etkileyici, Türkiye'de gösterilmesini de yürekten dilediğim, çok görkemli bir mimari düzenlemeyle sunulan, İKSV'nin yüzünü ağartan sergi, Fransızlara olduğu kadar bize de ne kadar çarpıcı ve büyük bir geçmişten geldiğimizi gösteriyordu.
Sergiden sonra Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ile görüşen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün değerlendirmesi bu bakımdan ilginçti. Gül, bir çocuğun ne tür özellikler taşırsa taşısın içine doğduğu ailenin "büyük" olmasını engelleyemeyeceğini, tersine o büyüklüğün onun kaderini oluşturduğunu söylüyordu. Türkiye'nin de geçmişi, bugünkü ekonomik birikimi, yakın tarihi ve bulunduğu bölge itibariyle bu "büyüklüğe" sahip olduğunu ve onu güçlü, etkili olmaya sürüklediğini zorladığını belirtiyordu Gül. Sarkozy ile yaptığı konuşmalar da bu çerçeve içinde cereyan etmişti.
Sarkozy hâlâ 30 yıl önce gezdiği ve çok ilginç bulduğu Türkiye'nin etkisi altındaydı ama 20 yıldır bu tür protokol işlerinin içinde yer alan birisi olarak şimdiye kadar hiç görmediğim bir "grandiosite" ile ağırladıkları Cumhurbaşkanı Gül'den bir de bugünkü Türkiye'yi görmesi gerektiğini işitiyordu. Türkiye'ye karşı pozisyonunu "duymak istemediğimiz kelimeleri telaffuz etmeyerek" belirtmişti Sarkozy fakat arkasındaki işadamlarının ve Fransız sermayesinin Türkiye için yanıp tutuştuğunun da bilincindeydi.
Nitekim Türkiye'nin o kadar önemsediği PKK konusunda pozisyonunu tamamen değiştirdiğini, onu bir terör örgütü olarak görmek suretiyle Türkiye ile aynı çizgiye geldiğini ayrıca vurguluyordu. Cumhurbaşkanı Gül ise konuşmasında hiçbir şey istememiş, hiçbir ricada bulunmamış sadece "gerçekleri" anlatmakla yetinmişti. Hatta Ermenistan konusunda Minsk Grubu'nun bir üyesi olarak Fransa'ya daha etkin rol oynayabileceğini hatırlatmıştı. Gül'ün AB konusundaki vurgusu da önemliydi.
Cumhurbaşkanı, Türkiye'nin AB'ye yeni müracaat etmediğini, 1960'lardan beri bu sürecin içinde olduğunu, AİHM'de ilk dönemden beri hâkim bulundurduğunu, her komisyonda yer aldığını, onun bir parçası olduğu kurumların ürettiği kararların bütün AB ülkelerini bağladığını belirtiyordu. Dolayısıyla Türkiye'ye tam üyelik statüsünün verilmesi konusundaki ayak sürümenin saçmalığı kendiliğinden ortaya çıkıyordu.
Cumhurbaşkanının bu gezisi bugüne kadar milletvekili, Dışişleri Bakanı, Başbakan olarak 15 yıldır bu zeminlerde yer almış bir politikacı olarak ona da etrafındakilere de aradan geçen sürede Türkiye'nin nereden nereye geldiğini çok somut olarak izleme fırsatı veriyordu. 15 yıl önce sadece aleyhine kararların alındığı ve yapayalnız bir ülke olmaktan Türkiye bugün bambaşka bir konuma gelmişti.
Bu gezinin anlamı da bu noktada düğümleniyordu: belki politik irade tarafından yeterince benimsenmeyen Türkiye sahip olduğu ağırlıkla onu aşıyor ve derin bir iz bırakıyordu arkasında. Üstelik Sarkozy bir süre sonra bütün politikacılar gibi gidecek, geride Fransa-Türkiye ilişkileri kalacaktı.
Bunları konuştuğumuz sırada ben bir yandan da bir Türk yönetici Ömer Acar tarafından yönetilen bu efsanevi otelin lobisinde bir önceki Cumhurbaşkanı Chirac'ın eşi Bernadette Chirac'ın nasıl uzun bir süre yapayalnız çay içtiğini, ardından yanına sadece avukatlarının geldiğini izliyordum.
Şunu açıkça itiraf edelim: Türkiye'nin başkalarıyla değil kendisiyle sorunu var. Türkiye kendi kendisiyle tatmin olmayan, sürekli daha fazlasını isteyen bir ülke. Bu etkileyici bir şey. Ama aynı Türkiye bu nedenle kendisine karşı haksız, hatta insafsız da olabiliyor.
Fransa'daki gezi ve şu sıralar başı çok belada olan Kültür Bakanı Frederic Mitterrand'ın Cumhurbaşkanı Gül'e belirttiği gibi beklediğinin çok ötesinde bir ilgiyle karşılanmış Türk Sezonu bazen geriye yaslanıp rahatlayabileceğimiz anların olduğunu, artık her işi Batı'dan çok daha iyi yapabilecek bir birikimi elde ettiğimizi bize gösteriyordu.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA