Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Kravatsız demokrasi özlemi

Bu tartışma benim indimde, nezdimde ilk defa Bülent Ecevit içeriye türbanla giren Merve Kavakçı'ya karşı kürsüye çıkıp "burası devlete meydan okunacak yer değildir" dediği zaman başlamıştır ve doğrusu epey de hayret etmiştim. Nasıl etmem, Ecevit "bu hanıma lütfen haddini bildirin" diyordu.
Ağzım bir karış açık kalmıştı, çünkü benim bildiğim, bırakalım Anglosakson tarzı demokrasiyi ve söz söylemenin 'kutsallığını', Fransa gibi devrimlerinde uçurduğu kelle sayısını bilmediğimiz siyasal kültürlerde bile konuşma hakkı kutsaldır. Parlamento kürsüsünün bizde de "masuniyet", dokunulmazlık zırhıyla kuşatılmasının nedeni budur. Parlamenter istediğini söyleyecek, söylediğinden ötürü kovuşturulmayacak, sorgulanmayacak. Bizim gençliğimizde en "azılı devrimci" arkadaşlarımız arasında Meclis'e girmek isteyenler vardı. Devrimci çevreler tam da şu andığım dokunulmazlık nedeniyle böyle bir şey olsun isterlerdi. O yoldaşımız kürsüye çıkıp özgürce, dilediğince sol görüşleri savunsun diye...
Türkiye'nin çok uzun yıllar 1991 DEP milletvekillerinin tutuklanmasını dünyaya anlatmakta zorlanmasının altında yatan neden de buydu. Kürsüde/Meclis'te yapılmış bir eylemden ötürü milletvekili seçilmiş birisinin mahkûm edilmesini Batı demokrasisi anlayamıyordu.
Türkçe/resmi dil dışından bir dil falan denilerek buna uzun bir süre kılıf bulunmaya çalışıldı.
Şimdi bir kere daha aynı tartışma gündeme geliyor. CHP'li bazı milletvekillerinin parlamentoda açtığı pankartlarla birlikte başlayan bir gerginlik bu.
O pankartların içeriğine, anlam tabakalarına, bir bütün olarak ele alındığında eyleme hiç katılmıyorum. Bu "izindeyiz" meselesi beni oldum bittim rahatsız etmiştir. Ama bana kalırsa milletvekillerinin böyle bir "eylem" yapmaya hakkı vardır. Hatırlayalım: Avrupa Parlamentosu'nda bazı milletvekilleri Türkiye'nin AB üyeliği için kendi dillerinde "evet" anlamına gelen pankartları açmışlardı; çok hoşumuza gitmişti.
Hatta bazı akademisyenler bize özgü bir aşırı önemseme ve övünme telaşı içinde bizatihi bu "açılım"ın bir dönüm noktası olduğunu söyleyecek kadar işi ileriye götürmüşlerdi.
Nedir sorun?
Bana kalırsa Türkiye henüz demokrasinin modern siyaset veya siyasetin modernleşmesiyle birlikte ortaya çıkmış bir yapı olduğunu yeterince bilmiyor. Ya da yaşamıyor. Antik Yunan'daki demokrasi bugünkü içeriğe, kapsama, özelliklere, modus vivendi'ye yani kabaca işletim özelliklerine veya yaşa(n)ma biçimine sahip değildi. Köleler vardı o toplumda ve demokrasi sadece seçkinlere aitti. Oysa siyasetin modernleşmesi temsil kavramının genişlemesiyle doğdu. Farklı taleplerin temsil aracılığıyla bir araya getirilmesi olarak gelişti. Bu özünde çoğulculuk demektir. Tahammülle/ toleransla başlayan düzenin adım adım genişlemesi...
Şimdi çok konuştuğumuz 1989 sonrasında durum daha da değişmiştir. Bugün temsil bile yetmiyor. Merkezi parlamentolar bile yetersiz sayılıyor. Daha da çoğulcu bir yapı içinde çok daha doğrudan bir demokrasi oluşturmanın koşulları üstünde düşünüyor insanlar. Dolayısıyla siyaset artık sadece toplum- devlet ilişkisine ve makro meselelere teksif edilmiyor. Güncelden öte gündelik sorunlarla ve devletin ötesine geçen mekanizmalarda olabildiğince özgür/lükçü bir ortamda gelişsin isteniyor. Bizde ise parlamento hâlâ "devlet"e ait, devlet ciddiyetine ait bir "mekân" olarak tasavvur ediliyor.
Dolayısıyla parlamenter de ciddiyete davet ediliyor.
Kravatı çok severim; etrafımda da maalesef fazla ciddi birisi olarak tanınırım ama kravatsız bir demokrasiye geçilecek ve bugünkü "ciddiyet" kalıplarının dışına çıkılacak demokrasi günlerini hasretle bekliyorum. Kravatsızlık bir tarzdır, ciddiyetsizlik değildir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA