Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Akasya, gül, zakkum

İşe şiirle başlayalım. Büyüklerin büyüklerinden şairimiz Cemal Süreya'nın 'Kısa Türkiye Tarihi' isimli dizi şiirlerinin ikincisi şudur:
'üç anayasa
ortasında büyüdün:
biri akasya
biri gül
biri zakkum
'
Akasya 1924, gül 1961, zakkum 1982 anayasasıdır.
Bunu bir kenara yazalım.
Sonra şunu hatırlayalım: Türkiye'nin modernleşmesi 1839'da başlar. (Bu tarihin en özlü ve alimane yazımını okumak isteyenler Prof. Şükrü Hanioğlu'nun A Brief History of Late Ottoman Empire isimli kitabına başvurabilir.) İki iki dört. Tanzimat bir büküm, bir kırılma noktasıdır ve iki önemi vardır. Birincisi sekülerleşme dediğimiz büyük hareket kendisine göre bir anlayış içinde başlamıştır, ikincisi, bu hareket, Batı/Roma hukukunun hakim olduğu bir düzene geçişle bütünleşmiştir. (Fermanda bahsedilen 'şeriat' bu manadadır, yani hukuksuz toplum/yönetim olmaz demek istemektedir.) Kısacası, Osmanlı-Türk modernleşmesi bir anayasa hareketidir.
Bu bütün toplumların/devletlerin feodaliteden modernliğe geçerken yaşadığı büyük serüvendir. Hukukun seküler bir model içinde, bir toplumsal uzlaşma metni olarak kabul görmesi ve 'anayasalaşması' modernleşmenin başlangıcıdır.
Fakat bundan daha önemlisi vardır. Bugün de öyledir. Bütün dünyada öyledir: Anayasacılık modern devletin kuruluşunu getirir dersem bundan anlaşılması gereken devletin küçülmesi, geriye çekilmesi, sınırlanabildiği kadar sınırlanmasıdır.
Ama bir farkla.
Dünyada devlet makro planda zaten küçülmüş, çok gerideki bir iç sınıra itilmiştir. Şimdi mikro planlarda daha ileri nasıl gidilebilir sorusunun yanıtı aranmaktadır. (Dileyenler, daha sonra ayrıca değineceğim bir yapıta komünist Antonio Neegri'nin Insurgencies isimli kitabına bakabilir.) Biz ise devletin hala makro plandaki müdahalesini nasıl kısıtlayabileceğimizle uğraşıyoruz. Şu içinde yaşadığımız tartışma dehşet verici bir yerde durduğumuzu göstermiyor mu? Bir taraf HSYK ile, AYM ile uğraşırken diğer taraf iktidarı 'anayasa değişikliğiyle otoriter rejim kurmakla' suçluyor. Hukuku yerleştirdiğimizden, içimize sindirdiğimizden söz etmek kabil mi? Çok sorunlu bir noktada durmuyor muyuz?
Şimdi meselenin püf noktasına gelelim.
Bütün bu akıl karıştırıcı oluşumların altında çok temel bir sorunsal yatıyor. Bizde hukuk devleti kurmadı. Devlet hukuku yarattı. Öncü askerler, aydınlar, bürokratlar bir araya gelerek bir hukuk oluşumu başlattı. 1839'da ve sonra 1889-1908 arasında. Onu 1923 izledi. Onu da 1960.
Hemen belirteyim ki, şu yukarıda değindiğim anlayış içinde bunların hepsi önemliydi ve önemli olduğu için de bu kanat ve getirdiği yenilikler (kesinlikle yeniliktir getirdikleri) 'ilericilik' olarak nitelendi. Doğruydu. Ama bir şeyi unutmamak gerekiyor. Tarihin Pantheon'unda yer alan ilericilikler tarihselleşir ve tarihsel olan değişmez. Bugünü kuşatmaz ve kavramaz. Bugünün ilericiliği başka bir bakış açısı, anlayış, yorum gerektirir. Ve eski olan aşılır.
Belki üzücü. Ama ondan daha fazla sevindirici. Çünkü aşılmak tarihe iz bırakmaktır. Aşılanlar olmasa tarihsel birikim de olmazdı.
Türkiye'nin anayasa serüveni devam ediyor. Belki gecikerek, belki yorarak. Birçok şeyi daha erken bir tarihte yapmak gerekirdi. Olmadı. Bugün de dünyayı kavramakta belirli bir kesim için büyük sıkıntılar var. Ama aşılacağı muhakkaktır. Çünkü hukukun insanlığın en büyük icadıdır. Ve hiçbir toplum kendisine hukuku yasaklayamaz.
Bundan sonraki anayasanın zakkum olmayacağı kesindir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA