Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

İki ölmek arasında...

İç içe geçiyor düşünceler, Paris'teki kadar büyük, dehşet verici bir olayla karşılaşınca. Her şeyden önce belirteyim: Davutoğlu'nun gidip, o şehirde yapılacak yürüyüşe katılması, doğrudur.
Anlamlıdır. Yerindedir. Çünkü, o kökten gelmiş, İslamı kendisine ideoloji olarak seçmiş bir Başbakanın bu hadisenin Müslümanlıkla bir ilgisi olmadığını dile getirmesi anlamını taşır. Doğrusu budur.
O hareketin İslamla-
Müslümanlıkla
bir ilgisi yoktur.
Bu türden girişimleri gerçekleştirenler işi cihat kavramıyla özdeşleştiriyorlar.
Yanlış. İslam teologlarının bu konuya daha fazla açıklama getirmesi gerekiyor. Elbette İslamın üstüne oturduğu ve neredeyse varoluş zeminini hazırlayan dar-ül-harb/dar-ül-İslam kavramları var. Fakat bugünkü dünyada, bugünkü haliyle yaşanan şu cinayetleri bu çerçevede açıklamak olanaksız. Belirttiğim entelektüel savaşın verilmesi şart. Özellikle Müslümanların bu mücadeleyi vererek durumu aydınlatması zaruri.

***

Müslümanlar arasında bir Batı sorununun bulunduğunu biliyor dünya. 11 Eylül saldırısı olduğunda Filistin'de yaşayan kadınlar televizyon kameralarına zafer işaretleri yaptılar. Yıllardır devam eden ve İsrail-Arap savaşı gibi görünen ama esasen Amerika-Arap savaşı olduğu bilinen mücadelenin 'intikamı' gibi gördüler bu saldırıyı demeyeyim de onu anımsatan, çağrıştıran bir hamle olarak değerlendirdiler diyeyim saldırıyı.
Belki kabul edilmeyecek ama anlaşılacak bir çıkıştı.
Charlie Hebdo olayı bu kadarını bile kaldırmıyor. Nedenleri ne olursa olsun, kabul edilmeyecek bir saldırı bu. Zararı, yükü gene Müslüman dünyaya çıkacak. 2001'den beri devam eden bu 'fobi' şimdi katmerlenecek, daha da büyüyecek.
İddia edecek değilim. Ama bildiklerime ait bazı anımsamaları cuma günkü yazımda yazdım.
Ben bu tür olayların asla ve kata devletten, derin devletten bağımsız olamayacağını düşünürüm. Günü gelir bu da aydınlanır.
Niye böyle düşündüğümün açıklaması şu...
***

Bir kere Fransa'nın ve genel olarak Batı'nın kültürel kökünde, kültürel genlerinde Faşizan bir tutum, tavır olduğunu bilirim. Şimdi Almanya'da Müslümanlara karşı sürdürülen ırkçı yaklaşım ne gökten zembille indi ne de ilk kere karşılaştığımız bir hadisedir. O tutumun 2. Dünya Savaşı'nda Yahudilere neler yaptığını dünya unutmadı.
Yahudi 'Holokost'u yani Soykırımı unutulmasın diye ayrıca bir özen de gösteriliyor.
Ben de bu çabayı yerden göğe kadar destekliyorum.
Yahudilerin çektiği çilenin insanlığın maruz kaldığı en sistematik cinayet olarak ve insanın insana ne zulüm edebileceğinin bir nişanesi olarak daima gözümüzün önünde bulunması gerektiğine inanıyorum.
Buradan şu çıkıyor: Avrupa o faşizan kültürel tarihiyle şimdi Müslümanları kendisine hedef olarak seçti. Bir hedefe ihtiyacı var Avrupa'nın o duygusunu tatmin için. Bu söylediklerimin kavranması işte ancak Yahudi Soykırımı düşünülürse anlaşılır. Avrupa benden değildir dediğini bünyesinde istemiyor.
Bu gerçeği kavradığımız zaman Fransa'da, Almanya'da, Amerika'da Müslümanlara dönük yaklaşımları yerli yerine oturtabiliriz. Yoksa yaramıyor. Almanya'daki durumu nasıl açıklayacağız? Dünyaya felsefeler, devrimler armağan etmiş Fransa'nın 'Cumhuriyet' deyip demokrasiyi reddedişi başka türlü kavranamaz. Katı, hatta kör bir laikliği benimsedi Fransa ve kimseye nefes aldırmıyor.
Gene de kimse sonuç Charlie Hebdo'dur demesin. Onun kabul edilecek yanı yok. Yok! Aynı şekilde Boku Haram'ın Müslüman dünya tarafından telin edilmesi şart. El-Kaide'nin Müslüman dünya nezdinde, indinde yerli yerine oturtulması bir başka zaruret.
Evet, ölüm ölüm getirir ama bir ölüm diğerini mazur göstermez!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA