Yüreğim kan ağlayarak oturduğum masada, bu yazıyı yazmaya başlamadan hemen önce gelen haberden Iğdır'daki patlamayı ve 12 polisin (şimdilik- umarım artmaz) öldüğünü öğreniyorum. Ne diyebilirim ki? O sırada televizyonlar Van'daki cenaze törenini veriyor. Yan yana 16 tabut. Ürpermemek olanaksız.
Türkiye gene paldır küldür bir savaşa girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ölen askerlerin içinde Kürt olanlar da bulunduğunu belirtiyor. Kuşkusuz! Ama öte yanda, aynı duyarlılıkla düşününce, sayılarını ancak uzak ifadelerle öğrendiğimiz Kürtler var ölen, dağlarda. PKK'lılar ama gene de bu ülkenin yurttaşları. Onların evlerine de ateş düşüyor, onların aileleri de ağlıyor.
***
Bu sözleri otuz yıldır söylüyoruz. 40 bin ölüden, yüz milyarlarca dolar harcamadan bahis açıyoruz. Geldiğimiz noktanın ne olduğunu ise henüz bilmiyoruz. Bu savaş verilmeseydi, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bir '
Kürdistan bölgesi' oluşacak, o bölge
özerk veya bağımsız olacaktı da, savaş onu mu engelledi? Doğrusu bu sorunun cevabı da muğlak, eğer meçhul değilse. O zaman insanın aklına ilk gelen şu:
savaş bitsin,
diyalog başlasın ve
demokratik çözüm bulunsun.
Şu saptadığım oluşumun şartlarıdır önemli olan. O şartların başında
PKK'nın silahlarını susturması geliyor. Bu koşulu önemsememek olanaksız. Çünkü PKK, silahlı mücadeleyle toplumda sahip olduğu bütün
moral desteği kaybetti. 1990'lardaki kadar bir desteğe bile sahip değil. İkincisi ve daha da vahimi, PKK, bu tutumuyla, yarın öbür gün siyaset masası kurulduğunda devletin karşısına oturacak
HDP'nin bu imkânını da elinden alıyor. Maalesef HDP de gerekli mesafeyi yaratamadığı için şiddetle yıpranıyor ve böylece diyalog imkânı ortadan kalkıyor.
O zaman ortaya hayli karanlık bir tablo çıkıyor. Nedeni, hiç değilse şimdilik, bir
sübjektif bir de
objektif nedenle
diyalog yolunun kapanması. Sübjektif neden, Erdoğan'ın çözüm sürecinin
buzdolabında olduğunu söylemesidir. Demektir ki, günü geldiğinde, şartlar olgunlaştığında çıkarılabilir. İşte o aşamada da
objektif kısıtlama işin içine giriyor ve Türkiye, ansızın, bu müzakereleri yapacak
mümessili karşısında bulamıyor.
***
Bu tablo bize iki önemli sonuç üretiyor. Birincisi, anlaşılan bu savaş aynı zamanda
PKK-HDP savaşıdır. En azından zıtlaşmasıdır, çekişmesidir, sürtüşmesidir. Bu gerçeği baştan beri biliyoruz. Ama belki biraz olsun tutumların gevşediğini düşünebilirdik. Ama anlıyoruz ki, hayır pozisyonlar daha da katılaşmıştır ve bu resimde artık
Abdullah Öcalan da hayli geride kalmış, hayli soluklaşmıştır. Bu başlı başına bir mesele olduğu gibi, anlaşılan, yakın dönemin tartışması buradan çıkacaktır.
Gelelim ikinci sonuca: sürdürülen savaş, böyle devam ederse çok kısa bir sürede
çok keskin bazı toplumsal ayrışmalar meydana getirecektir. Daha doğrusu yaşanan
Türk-Kürt ayrışmasını daha da sivriltecektir. Hâlâ bir arada duran ve dayanışan bu kitlenin
ayrışmasından söz
etmiyorum.
Bana göre tehlike daha da vahimdir. Tarafların birbirine
küslüğü, aynı ülke sınırları içinde birbirini
farklılaştırması (bırakın şu sakız olmuş '
ötekileştirme'yi), birbirine
kayıtsızlığı, yani '
apati'si. Bir ülke için asıl korkunç olanı budur.
Buradan nasıl çıkılır derseniz, cuma günü o konuyu ele almak istiyorum. Tüm ölenlere rahmet, acısı onmayacak ailelerine sabırlar diliyorum.