Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Kurucu iktidarı bilmek...

16 Nisan yaklaşıyor. Birkaç gün sonra sandıktan çıkacak sonuç elbette çok tartışılacak.
Hatta bu kampanya döneminin önemli eksiklerinden biri, bazı kişilerin gayreti dışında, yapılacak değişikliğin siyasal kuram ve anayasa kuramı açısından yeterince tartışılmamasıydı.
Ne yapalım, bizde mahalle kahvesi tartışmaları, köy meydanı çekişmeleri kuramsal analizlerin önünde yer alıyor her zaman.
Oysa sandıktan 'evet' çıkması halinde Türkiye'de gerçekten de önemli bir değişiklik olacak.
Tanzimat'tan, 1839'dan beri devam eden bir sistem ve 'süreç', sürüp giden hal, bütün o Meşruiyet ve Cumhuriyet dönemleri yeni bir devreye girecek.

***
Bu tam manasıyla bir kopuş mudur yoksa bir süreklilik midir sorusu kendi içinde dikkatle tahlil edilmeyi gerektiriyor.
Parlamenter sistemden Başkanlık sistemine geçiş küçümsenecek bir değişiklik değil.
Tersine, ciddi bir adım.
Bu tartışmanın daha 2007'de yapılması gerekirdi. Cumhurbaşkanını halkın seçeceği karar altına alınırken atılan adımın bir devamının olacağını o zaman görmek ve bilmek gerekirdi. Kukla tiyatrosu oynatılmıyordu.
Bir iş gerçekleştikten sonra hiç gerçekleşmemiş gibi davranmanın da anlamı yoktu ve yok. Halk, Cumhurbaşkanını seçecek ve her şey o kadarla sınırlı kalacak diye düşünmek de safdillikten başka bir şey değildi.
***
İktidar kullanan halk o iktidarını gideceği en son noktaya kadar taşımak isteyecektir.
Belki şaşırtıcı gelecek ama Abbe Sieyes'in 'kurucu iktidar' ('pouvoir constituant) ile 'kurulmuş iktidar' ('pouvoir constitue') arasındaki ilişki hem bu durumu açıklıyordu hem de bu işin bir kopuş değil bir süreklilik olduğunu belirtiyordu.
Sieyes, kurucu iktidarın kurulmuş, önceden mevcut, iktidarı kudretiyle etkileyen, biçimlendiren iktidar olduğunu söylüyordu.
Yani diyelim ki, parlamento vardır.
İktidarın kaynağıdır. Ama parlamentodan önce de onu teşkil eden halk vardır. Kurucu iktidar odur.
Elbette bugün her şey Sieyes'in tarifine sığacak ölçekte değil. Kavramlar düzeyindeki kaymalar da muhakkak. Ama Sieyes'in vurgusu yabana atılacak gibi değil. Neticede Cumhuriyet'le birlikte (hatta daha öncesinde), Cumhuriyet'ten önce Meşrutiyet'le (Anayasacılık) birlikte (temsil yoluyla da olsa) iktidar kullanmayı öğrenen ve iktidarın kaynağı olarak sunulan halk o çizginin uzantısı olarak iktidarını 'doğrudan seçim' ile somutlaştırıyordu. 2007 buydu.
***
Bu iktidarın kaynağı ve meşruiyeti sorunuydu. Demokratik teorinin Hobbes'u aştığı nokta budur ve onu Sieyes ile aşmıştır.
Hobbes, "Toplumun bir arada tutulabilmesi için egemene ihtiyaç var" diyordu. Sieyes ve ondan önceki siyaset felsefecileriyse iradenin ve egemenliğin kaynağını halka taşıdılar. Türkiye, tekrar edeyim, Meşrutiyetle birlikte bunu Sultanla paylaşmayı öğrendi. Cumhuriyette kendisini egemenliğin kaynağı olarak belirledi. 2007'de doğrudan iktidar kurucusu olarak tescil etti kendisini.
Şimdi yeni bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Yaşayacağız. Halkın 'kurucu iktidar' olarak egemenliğini sonuna kadar kullanması önemlidir. Bu anayasa bakımından kurucu öznenin gücünü belirler. Ama bu 'kurulan iktidarın' demokratikliği bakımından yeterli değildir. O, 'iktidarın kullanılmasıyla' ilgili bir konudur.
Onu da rejim konusu ile cuma günü ele alayım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA