Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Demekle olmuyor ama...

İngiltere'de seçimler yapıldı ve umulmadık, 'kazanan' partilerin dahi beklemediği bir sonuç çıktı. Kazanan derken İşçi Partisi'nin sandalye ve oy miktarını artırmasını kastediyorum. Buna karşılık Muhafazakâr Parti oy yitirdi. Sonucun o kısmı hem şaşırtıcı hem değil.
Şaşırtıcı, çünkü MP, Başbakan Theresa May tarafından savunulan Brexit'le birlikte kendine göre bir rüzgâr yakaladığını varsayıyordu. Doğrudur.
Brexit kararı olumlu çıkmış ve AB'den ayrılma hazırlıklarına başlamıştı Birleşik Krallık. Bunun bir uzantısı olarak MP'nin gene oylarını artıracağı, İP'nin tarihin en kötü sonucunu alacağı varsayılıyordu.

***
İşte öyle olmadı. Şaşırtıcı olan bu. Kitleler bu kadar kısa sürede nasıl böyle yön ve ayak değiştirdi? Sorulacak sorudur.
Şaşırtıcı olmayan kısmı da işin MP'nin gidişine dur denmesindeki zaruretti. Öyle oldu. Olacaktı da. Çünkü May zayıf bir Başbakan. Pek ne yaptığını bilmiyor. Erken seçim kumarını oynadı, kaybetti. Kendi tabanı dışındaki tabanların oyunu alarak iktidar olan, yani özünde bir koalisyon barındıran parti, o kitleleri kendi emir eri sanırsa varacağı sonuç budur.
Ve bu sonuç dünyanın her yerinde benzeri şekillerde cereyan ediyor. Fransa son örnek. Orada da bahsettiğim 'koalisyon' tersinden işledi. Yani, Macron, kendi doğal tabanının oyunu almadı. Hareket eden kitlelerin oylarını aldı. Bir koalisyonla seçildi Fransa devlet başkanı. Öyle olduğu ve bunu anladığı için de (tabii kendisi de 'çekirdekten' / ideolojik olarak sosyalist/ sol olmadığı için) gidip bir muhafazakârı Başbakan koltuğuna oturttu.
***
Bütün bunlar üç şeyi gösteriyor. Birincisi, demokrasi, daha önce de çok yazdım, artık ne istediğimize göre kurduğumuz ve kullandığımız bir rejim değil. Ne istemediğimize göre demokratik rejimi sürdürüyoruz.
Macron'u Fransızlar çok istedikleri için seçmediler.
Le Pen'i istemedikleri için seçtiler.
İP'ye İngiltere'de oyu onu beğendikleri için değil, MP'yi beğenmedikleri için verdiler. Bu sonunda demokrasiye inançsızlık, partiler siyasetine kayıtsızlık demektir. Ve çok feci bir durumdan bahsediyoruz.
İkincisi, kitleler ve siyaset artık ideoloji dışı / ötesi bir politika sürdürüyor.
Öyle olunca da hızla parti değiştiriyor.
Bugün ortalama bir seçmen için İP veya MP, ideolojik bir aidiyet duygusuyla bağlandığı parti değil. Kendisini istemediğinden kurtaracak bir kalkan. Böyle olduğu içindir ki, araştırma şirketleri artık seçmen davranışını ölçemiyor. Artık hiçbir şeyi öngöremiyor. Artık yanlış üstüne yanlış yapıyor.
Üçüncüsü ve en ürkütücüsü, daha da devam etmek istediğim bir konu: normalleşme ama kötücül bir normalleşme (malignant normalisation). Terimi Dissent dergisinde bir makale okurken öğrendim.
Tamamen farklı, daha ziyade psikiyatrik bir bağlamda kullanılıyordu. Ama ben siyasal yapıya uygulanabileceğini de düşünüyorum.
O da şudur: demokrasinin ilk ilkesine göre, kitlenin kararı, doğru, haklı, meşru ve hâkimdir. Söylenecek söz yok.
Asıl mesele kitlenin de kendi kararından memnun olmaması. Kitlenin de istediği üstünden değil istemediği üstünden bir karar vermesi. Asıl değerlendirilmesi gereken kaide bu.
Bunun sonucunda demokrasinin büsbütün aşınması, işlememesi, güçsüzleşmesi, kitlelerin büsbütün savrulması mümkündür. Yani, demokrasinin ciddi bir revizyona ihtiyacı var. Ama demekle olmuyor işte Olmadığından bütün dünya şimdi yeni bir demokrasi nasıl olabilir, demokrasi nasıl daha iyileştirilebilir sorusuna cevap arıyor.
Ben aramışım çok mu?...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA