Çok çok iyi tanıdığım o motor sesini duyduğumda geç kalmıştım. Boya tenekesini ve fırçayı az ilerdeki çöp yığınına son anda atabildim. O sırada mavi ekip otosu köşeyi dönmüş, Tomsonlu iki polis sessizce beni izlemeye almıştı bile. Ellerimi ne yapacağımı düşünürken bilinçsizce önümde birleştirmiştim. Derken son bir gayretle fermuarımı açıp korkudan zaten mesanemi sıkıştıran sıvıyı duvara doğru koyverdim. Bu beni rahatlatmış ve düşünmek için zaman da kazandırmıştı ama o da ne, duvardaki faşizmin m'sinin üçüncü bacağı uzamaya başladı. Hemen usta bir fırça (pardon) sidik darbesiyle bacağı eşitledim... Sonra önümü bile kapatmadan sallana sallana birkaç adım attım. Dinledim, ses yok, sallanmaya devam... Arada burun çekmeyi ve tükürmeyi de unutma... Saniyeler de ne kadar uzunmuş, ter içinde kalan kafamdan çıkan duman, sözcük baloncukları haline gelip polisi uyandıracak.
Neyse "galiba yırttık" derken, namluya mermi sürüldüğünü bildiren mekanik bir ses ve ardından bir emir kipi "Sen, dur, kaldır ellerini..." İşte şimdi sıçtık... Eller havada sallanarak bir adım daha attım, attım ama o anda ayaklarımı havada görmem bir oldu. Hani derler ya "Kul dara düşmeyince Hızır yetişmezmiş..." Benim Hızır bana karpuz kabuğu kılığında yetişti.
Daha ne olduğunu anlamadan, polisler, "Bırakın bu sarhoşu, ayakta bile duramıyor" diyerek uzamışlardı bile...
Derin bir nefes aldım, kaideyi yokladım; sağlam, keyifle gülümsedim. Oskarlık bir performans göstermiştim.