Türkiye ekonomisi nereye gidiyor? Küresel kriz yeniden patlak verir mi? Dış politikada eksen kayması, iç politikada demokratik açılımın geleceği merak edilirken, piyasalar yukarıdaki iki kritik soruya yanıt arıyor.
Hafta sonu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'la birlikte İskoçya'da idik. G-20 Zirvesi'ni, yakın dönemi etkileyecek sonuçlarını, Türkiye senaryosu ile birlikte analiz etme fırsatı bulduk. İstanbul'daki IMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantıları'ndan bir ay sonra gerçekleşen G-20 Zirvesi'ne katılım, sanılanın aksine üst düzeydeydi. IMF, Dünya Bankası, FED, Avrupa Merkez Bankası Başkanları'nın zirveye gelmesi, küresel kaygıların devam ettiğinin en tipik göstergesi idi.
Öncelikle, dünya ekonomisini ele aldığımızda umumi manzara şöyle:
- Büyük aktörler, henüz mali genişlemeden geri adım atmaya yanaşmıyor. Harcama artırıcı kararlar, vergi indirimleri, banka kurtarmalar özellikle Batı Avrupa'da süreceğe benziyor. Buna rağmen Avrupa finans sistemi hâlâ toparlanmış, tehlikeyi atlatmış değil.
Düşük faizli kamu fonlaması ile ekonomileri harekete geçirme modelinin 2011'de sona ereceği anlaşılıyor. Ancak bu aşamada kimse "krizden hızlı çıkış stratejisi" açıklamaya yanaşmıyor.
Bunun tek istisnası neredeyse Türkiye olarak görülüyor.
Ciddi bütçe açıkları ve borçlanma pahasına yürütülen canlandırma paketlerinin, umulduğu kadar istihdam yaratmaması başta ABD olmak üzere pek çok ülkeyi karar kara düşündürüyor. Kamu desteği bittiğinde, işsizliğin daha da artmasından, çarkların durmasından endişe ediliyor.
ABD, Japonya gibi devler de artık ekonomilerini IMF'nin yakın gözetimine açıyor. Kriz çıkaran gelişmiş ülkeler, dış denetimden kaçamıyor. G-20, resmen global ekonominin yönetim kurulu haline geliyor. Ülkelerin birbirlerini raporlayacağı ve tartışmaya açacağı, ortak politika uygulamalarının önem kazanacağı bir dönem başlıyor.