BDP'li milletvekillerinin başlattığı "Hayatın her alanında iki dil" tartışmasının Türk Silahlı Kuvvetleri'nde rahatsızlık yarattığı bir süredir Ankara kulislerinde konuşuluyordu.
Lakin bu rahatsızlığın, kamuoyuna yönelik açıklama biçimine dönüşmesi, "şimdilik beklenmiyordu." Askeri, yeniden güncel olayların içine çeken nedenleri analiz etmeden önce, kurumsal genetik kodları okuyabildiğimiz bazı beyanatları, kronolojik olarak incelememizde fayda var.
Örneğin, devletin laik temeli kapsamına sığdırılsa da meşhur 27 Nisan 2007 emuhtırasının içinde şu cümle gizli:
"Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün, 'Ne mutlu Türküm diyene!' anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır!"
Bir başka örnek, demokratik açılım projesinin duyurulduğu 2009 yazından bugüne taşınabilir.
Zafer Haftası vesilesi ile kaleme alınan 25 Ağustos 2009 tarihli mesajında dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, şöyle demişti:
"Anayasa'nın değiştirilmesi teklif bile edilemez olan 3'üncü maddesinde ifade edildiği gibi 'Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe'dir.' TSK, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusdevlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya devam edecektir!"
Ve 27 Ağustos 2010. Genelkurmay Başkanlığı devir-teslim töreni sırasındaki Org. Işık Koşaner'in sözleri...
"TSK, anayasamızda yer alan Devletin, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma görevi kapsamında; ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir. Bu konulara ilişkin görüş ve önerilerin anayasa ve kanunlar çerçevesinde, uygun ortamlarda, ilgili makam ve kuruluşlara iletilmesine ve gerekli hallerde de kamuoyuyla paylaşılmasına bir görev olarak devam edilecektir."
Nihayet, dün, 17 Aralık 2010. Bu tarihte de Ağustos 2010 vurgusu neredeyse birebir tekrarlanmakta!