Demokrasinin özü, "millete güven", "milletin tercihlerine saygıdır." Demokrasi; hukuk devleti ile tahkim edildiği, şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlandığı, sivil toplumun etkisinin hissedildiği, çok sesli medya ortamı teminat altına alındığı ölçüde kalitelidir.
Milletten korkmak, demokrasiyi özümsememekle eşanlamlıdır. Örneğin, 15 Temmuz darbesini önlemek için meydanlara akın eden, can veren millete itimat edilirken, Nisan 2017'de kurulacak referandum sandığı vesilesi ile aynı millete kuşku ile bakmak kadar tuhaf bir durum olamaz! Bugün, muhalefetin önemli bölümünün düştüğü çelişki de budur.
Kuşkusuz, ileriye dönük her adım, her değişim aynı zamanda bazı belirsizlikler içerdiği için kaygılar da üretebilir.
Ama o kaygıların da yegâne çözümünü yine "milletin hakemliğinde aramak" gerekecektir.
Kaldı ki güncel anayasa değişikliği Türkiye için yeni bir gündem maddesi de değildir. Yapılmak istenen iş, 2007'deki referandumla birlikte "Cumhurbaşkanı'nı doğrudan ben seçeceğim" diyen millete, "Senin tercihlerinin gereğini yerine getiriyoruz.
Son karar yine senin" demekten ibarettir.
Ve... Bu kısmi anayasa değişikliğinin, görünür gelecekte yepyeni bir anayasa ile taçlandırılması da mutlak ihtiyaçtır. Sadece o hedefe ulaşmak için bile nisandaki eşiğin aşılması zorunludur.
***
Geride bıraktığımız hafta Ankara'da, dikkatli gözlerden kaçmayan bir ziyaret gerçekleşti.
İngiltere Başbakanı
Theresa May, ABD Başkanı
Trump'ın ilk resmi konuğu olduktan sonra Atlantik'i ve Avrupa'yı kat eden yorucu bir yolculuktan sonra Türkiye'ye geldi.
Önce Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan, ardından mevkidaşı Başbakan
Binali Yıldırım'la görüştü. AB'den çıkış stratejisini
hayata geçiren Birleşik Krallık Başbakanı,
Washington'dan sonra neden Ankara'ya
yöneldi? Bu sorunun cevabı, küresel sistemin
yeniden inşa edildiği mevcut kaotik şartlarda
Türkiye'nin yapmak istediği anayasa reformu
ile de yakından ilgili. İngiltere, bölgesel yeni
ortaklıklar kurma arayışında Ankara'yı merkez
ülke olarak konumlandırmış durumda.
Tabii ki böylesine önemli bir kararın, muhatap ülkede de karşılık bulması beklenir. Yani...
Milletinden yetki almış, sözüne güven duyulan, direkt görüşülebilen, inisiyatif alan, hayati projeleri konuşabilen, taahhütlerine sadık, hedeflerini bürokratik labirentlerde kaybetmeyen bir ülke ve liderliktir esas olan.
***
İngiltere Başbakanı May'in, Türkiye'ye stratejik ve teknolojik içerikli kritik önerilerde bulunabilmesi, Cumhurbaşkanlığı sisteminin pratik yansımasıdır. Seçilmiş Cumhurbaşkanı, millette karşılığı olduğu sürece yetki kullanacağı, millete ve temsilcilerini gönderdiği Meclis'e karşı sorumlu olacağı için ülkesi adına "
kazan- kazan" temeline dayalı kararlar alabilecektir. Bu noktada, iddia edildiği gibi bir tek adamlık söz konusu olmayıp, arzu edilirse bugüne oranla daha denetlenebilir, daha yakından izlenebilir, daha fazla açıklama istenebilir bir Cumhurbaşkanı profili de ortaya çıkacaktır. İşin bu tarafı, siyaset kurumunun ve sivil toplumun beceri ve kapasitesini geliştirmesi ile doğru orantılı olacaktır. Cumhurbaşkanı da bırakın tek adamlığı, ülkenin menfaati için bürokratik vesayete karşı "
milli sigorta görevi" de üstlenecektir. Cumhurbaşkanlığı sistemini, sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden yorumlayan ve eleştirenler, yeni sistemde Cumhurbaşkanı'nın, garantör rolünü de keşfedecektir.