Ayşe Arman'ın tartışma yaratan "Türbanlı ve mini etekli" izlenim yazısını okuyunca 20 yıl önceyi hatırladım.
O yıllarda ikimiz de dönemin en etkili dergisi Nokta'da çalışıyorduk.
Sanıyorum 1989 yılıydı. Dünya ve Türkiye, bugün değişim dediğimiz sürecin daha başındaydı. Sovyetler Birliği varlığını sürdürüyor, Gorbaçov'un "perestroyka ve glasnost" politikalarının nasıl sonuçlanacağı bilinmiyordu.
Berlin Duvarı ise daha yeni yıkılmıştı.
Türkiye'de de bir Turgut Özal gerçeği vardı. Türkiye, Özal'ın başlattığı ekonomik reform ve "zihniyet devrimi"yle değişimin nimetlerini biraz olsun görmüş ama "Şeriat gelecek Türkiye İran olacak" paranoyasından da kurtulamamıştı.
Medya da bu nedenle olacak, bugün yaygınlaşan "mahalle baskısı"nı değil, daha çok "Şeriatçı radikaller" korkusunu işliyordu.
Tabii "şeriatçı radikaller" korkusundan 20 yıl sonra "mahalle baskısı"na geçmek de az şey değil.
İşte o günlerde Nokta dergisi, tam da bugün Ayşe Arman'ın yaptığı şeyin birebir aynısını yapmıştı.
Nokta muhabirleri Figen Akşit ve Rasime Hazar, İslamcıların yaşadığı mahallelere "mini etek"le, laiklerin yaşadığı mahallelere ise "Çarşaf"la giderek, Türkiye toplumunu "test" etmişlerdi.
Elbette o testin sonuçları merakla okundu ve bir nebze yararı da oldu ama benim gördüğüm şu ki, Türkiye toplumunun bu testlere pek ihtiyacı yok. O kendi deneyimiyle müthiş bir denge kurmuş zaten.
Tepkilerin yoğunlaştığı yerlere bakın. Ya Fatih Çarşamba gibi "Getto" denilen mahallerden geliyor ya da en uç mekânlardan. Doğrusu 20 yıl sonra bu anlamda değişen bir şey olmaması da bunu gösteriyor.