Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ŞENGÜL BALIKSIRTI

Elim her zaman kalbimde

Gülben Ergen'le bunca yıldır bir yol arkadaşlığı yaptık aslında. İçinden çıktığı savaşları, çok çalışmasını, hayatını yönetmesini, mutsuzluklarını, mutluluklarını yakından izledim, gün geldi paylaştım. Şimdi evli, çok çocuklu ve mutlu. Ona, bugünkü hayatın kapılarını açan anahtar neydi diye sorduğumda şu yanıtı verdi: Elim zaten hep kalbimdeydi ama anne olduktan sonra belki daha fazla duyarlı oldum. Kendim için yaşamaktan vazgeçip önce insan olmaya odaklandım

2000'lerin başları... Ben Sabah'ın magazin müdürüyüm. Gülben Ergen ise en popüler günlerinde. Magazincilerin hayatı 'yıldız savaşları' arasında geçiyor. Özellikle Gülben-Hülya kapışmaları her gün gazetelerde, televizyonlarda. Magazin anlamında ortalık çok hareketli, çok renkli. Daha o günlerden 'bu toz dumandan geriye neler kalacak?' diye düşünüyorum. Ve yıl 2015... Herkesle birlikte bu yolları yürüdük, değişimlere tanıklık ettik. Ben de değiştim, meslek de değişti ve tabii yıldızlar da değişti. Gülben Ergen'le buluşmadan önce aklımdan bunlar geçiyor. Arşivimi karıştırıp yaptığımız iki röportajı okuyorum. Biri 2004'de yapılmış. Oradaki satırlar beni bugünün gerçeğine getiriyor ve gülümsüyorum. Şöyle yazmışım o röportajın girişine: Bir çantadan kitaplar çıkardı. Mutlak Gücün Yolu, Mazeret Yok, Şimdinin Gücü, Dinginliğin Gücü, Yaratıcı İmgeleme, Işığın Savaşçısının El Kitabı. Kitapların üzerinde Gülben'in çizdiği kalpler, çiçekler. Birinde 'Benim kitabım' yazılı bir not. Bir başkasında 'Her satırını hayatıma uygulamak istiyorum.' İç sayfalarda 'Tam bir Gülben kitabı. Çok mutluyum bu kitap benim olduğum için' yazısı... Ve kırmızı kalemlerle kalın kalın çizilmiş satırlar: Sana saldırmakla eline pek az şey geçeceğine düşmanını ikna et bu onun hevesini köreltir. Haksızlıklar olabilir. Savaşçının kapısını sık sık çalar yenilgi. Böyle zamanlarda savaşçı sessiz kalır. Işığın savaşçısı bilgedir, yenilgilerinden söz etmez. Er ya da geç her şey onun lehine dönecektir.... Ben de ona içindeki bu yolculuğun seyrini sormuşum. O da şöyle yanıtlamış: "Bu noktaya yeni gelmedim. Birdenbire başlamadım bu kitapları okumaya. Ama şimdi bir yaşam şekli haline getirdim. Sürekli okuyorum ve kendimi buluyorum. Hayatta yüzlerce evreden geçiyoruz. Bütün varlıklar, bütün yokluklar, acılar, şöhret, şöhretin gitgide artması beni hep kendime döndürdü. Şöhretle yaşamaktansa kendimi yaşamayı tercih ettim her zaman. Şöhret bir elbise çünkü, bir anda çıkartılabilir. Çamurlanabilir, lekelenebilir." İşte böyle anlatmış Gülben... Buluştuğumuzda elimdeki kağıtları görünce şok oldu. "Sen elinde bunca yılın belgesiyle karşıma çıkınca hem kendimi hem de seni takdir ettim. İkimiz de başak burcu kadınıyız işte. Bu röportaj 'geçmiş insanın geleceğini hazırlar'ın belgesi aslında. Kitabım çıktığında bir çok kişi şaşırırken, sen şaşırmadın. Belki de kendi kendine, "Ben biliyordum" dedin. İnanılmaz mutlu oldum. Eyvah eyvah... (gülüyor). Ve başlıyoruz sohbete. Dünden bugüne...

- Kitabınla ilgili röportajında "Şöhret dolabımda asılı bir elbiseymiş meğer" demişsin. Bu sözler 11 yıl önceki röportajda da var... Notlar mı tutuyordun?
- Çok şaşırdım. 11 yıl önce o lafları biliyor olmama bile şaşırdım. Ben bu sözü 2015'te bulup keşfettim ve çok şey öğrendim de öyle söyledim sanıyordum. Öyle değilmiş. Erken başlamışım öğrenmeye.

- 2004'e gidersek, nasıldın o zamanlar? Şimdiki halinle o Gülben'i değerlendirsen...
- Bu meslek çok zor bir meslek. İnsanı kandırmaya çok müsait. Dünyada bu işi yapan ama çok hazin sonlar yaşayan insanlar var. Uyuşturucu var, çok acı ölümler var... Bizim ülkemizde de çok değerli sanatçıların hazin öykülerini okuyoruz, hastane paralarını ödeyemediklerini duyuyoruz. Yanlış evlilikler, yanlış ilişkiler... Bu hayatlara bakarken, haberlerini okurken, izlerken sadece bir haber olarak değerlendirmedim. Dersler çıkardım. O korumaya çalıştığım insani yönüm hep bir gözü açık yaşadı. Dostluklarım devam etti. Ama sahnede dans etmek, ona göre giyinmek, dekolte, yırtmaç, makyaj, moda... Bunlar hep var, 30 sene sonra da olacak. Ama diğer tarafı kaybetmemek daha önemli. Öyle yaşıyorum. Beni ben yapan özelliklerden biri bu. Bu soruya 2004'de şöyle yanıt verebilirdim: Beni diğerlerinden farklı kılan... (sesinin tonu değişiyor, gülüyor). Ben diğerlerinden farklı falan değilim. Sözlerimde bir başkasına fark yaratmaya çalışmıyorum artık. Böyle geçti mi yıllar, evet geçti. Çünkü kendini ifade etmek, kendi ismini sabitleyebilmek için bir başkasından farklı olduğunu göstermek adına yapılan bir mücadele vardı. Olması gerekiyordu. Tadında oldu, bitti. O dönem de bir olgunluk getirdi. Bana 'anne olduktan sonra değişti' diyorlar. Elim zaten hep kalbimdeydi ama anne olduktan sonra belki daha fazla duyarlı oldum. Kendim için yaşamaktan vazgeçip önce insan olmaya odaklandım. Sonra anne olmak, sonra aile olmak, sonra da meslek gibi bir sıralama oluştu. Ama maneviyat annelikle değişmedi. O fıtratta vardı.

#Sayfa#

HEPİMİZ BİR ELEKTEN GEÇTİK

- Eski televizyon röportajlarını izlesen... Hani "Şampiyon belli ikinci kim?" lafları havada uçuşurdu... Ne hissedersin?
- Gülmekten yerlere yatarım. Ama niye böyle dedim, keşke demeseydim demem. Çünkü o zaman öyle olması gerekiyormuş. Yıllar içinde her şey değişti. Bugün senin bu röportajdan başlık çıkarma biçimin bile değişmiştir. O yıllarda sen de farklıydın, ben de farklıydım. Şimdi kafamı kessen böyle bir şeyi hissetmem ki söyleyeyim. Ağzımda yalan durur zaten. O zamanlar medya da canavar gibiydi, ben de öyleydim, hepimiz öyleydik. Magazin hayatı belirleyen bir olguydu. Sabahtan akşama kadar magazin vardı hayatımızda. Sonra her şeyle birlikte biz de değiştik. Hepimiz bir elekten geçtik. Şu anda elekten süzülen bir mercimek çorbasının güzelliğindeyiz. O zaman da Sezen Aksu'dan "Bu kızı değiştirmeliyim, değirmenlerde öğütmeliyim, farkındayım farkındayım. Kazanmalı kaybetmeliyim, aşk uğruna harbetmeliyim, bu kızı yeniden büyütmeliyim" şarkısını söylemeli. Bu bir yaşam felsefesidir. Sezen Aksu'nun şarkı sözü yazarı değil, bir ozan olduğunun en önemli belgesidir bu şarkı. Benim de hayatımın şarkısıdır. O zaman farkındaysan, kendini değirmenlerde öğüteceksin. Pırlanta ve elmasın kömürden oluştuğunu bilmek lazım. Çok yandığını, karardığını ama çıktığında olağanüstü güzellikte bir şey olduğunu görüyorsun. O zaman da hemen tasavvufa gidip hamdım, yandım, piştim... Tabii hâlâ ham mıyız, pişiyor muyuz bilmiyoruz ama bir geçişteyiz. Nereden bakarsan bak, o geçişi yaşamak gerek.

- Değişim zordur. Acılar olur, insanın kendini sevmediği, kendinden uzak düştüğü anlar olur. Sen nasıl yaşadın bu süreci?
Değişmeyen, gelişmeyen, fikri sabitlerinde inat eden herşey ve herkes paslanır, parlamaz, hatta küflenir ve çirkinleşebilir. Kendimi sevmediğim zamanlar olmadı ama kendimi aradığım, bulmakta zorlandığım zamanlarım oldu tabii. Doğru insanlara takılı kalarak, büyük ve beni zorlayacak hayallerin peşinde koşmayarak, emin adımlarla ilerleyerek yaşadım belki bu süreci. Zaman zaman kendime uzaktan bakabilmeyi, eleştirebilmeyi, kendimi fazla beğenmemeyi ilke edinerek belki de... En zoru insanın kendisiyle verdiği mücadele. Dışarıya verdiğin mücadele de var. Senin bakışın değişmeden kimse değişmiyor. Senin bakışın değişirse karşı taraf da değişiyor. O zaman sen rahatlıyorsun aslında. Bu değişim için yine Sezen'in şarkısındaki gibi kendini yontman gerekiyor. Bu müzikte de geçerli, mesleğinde de, aşkta da geçerli.

GÜNDE 18 SAAT ÇALIŞTIM

- Kadınlar "Çocuk da yaparım kariyer de" diyor ama her kadının becerebileceği bir şey değil bu maalesef. Senin formülün neydi... Peşpeşe hamilelikler ve üç çocuk... Sanki 48 saatin var gibi yaşıyorsun...
- Ben kariyerimle ilgili mücadelemin çoğunu bitirdikten sonra anne oldum. O mücadelenin içine anne olmayı da sıkıştırsaydım, belki küçük bir vicdan azabı yaşayabilirdim. Annelerin 'ah bebekliğini hatırlayamıyorum, yıllar nasıl da hızlı geçti?' diye hayıflanmalarına hepimiz tanık oluyoruz. Hamileliğimde doğumumda, sıradan bir kadının olması gereken kadar çocuğumla zaman geçirdim. Ara verebildim. Ama gel 2004'deki o çılgın mücadeleye, böyle bir şey mümkün olmazdı. Marziye'nin setine git, oradan TGRT'ye sabah programına, dön Dadı'ya başla. Günde 18 saat çalış, o sırada Arka Sokaklar albümü patlamış. Klip çekimi... Böyle bir dönemde hamilelik olabilir mi? Zaten gelmez ki çocuk. Doğmaz ki. Bu müthiş mücadele bittikten sonra anne olduğum için o endişeleri yaşamadım. Anne olduktan sonra da geride durabilmenin hazzını yaşadım. Oğlum 2,5 yaşındaydı, iki kardeşi daha oldu. Birden üç çocuk annesi oluverdim. Kolay değildi bu süreçler, aylar, yıllar. Ama birilerini tv'de izlerken, 'ben hamileyim, bunca da işi gücü kaçırdım, birileri benim yerime konserlere gidiyor, eyvah yeni biri mi geliyor' gibi endişeleri hiç yaşamadım.

- Bu söylediklerinden sonra "Eşin de karşına doğru zamanda çıkmış" diyebilir miyiz. Şanslıymış yani....
- Ben de onu tanıdığım için çok şanslıyım. O da çok şanslı. Tabii ki doğru ve daha dingin bir zaman. Daha oturmuş bir Gülben, daha ne istediğini bilen bir kadın... Mutluluğa bakan, önce insan olmaya çalışan, yaşamının önceliklerini değiştirmiş bir Gülben ile evlilik yaptı Erhan. Benim en büyük şansım ise anneliğimi çok önceliyor olması. Onun da yaşam önceliğinde, beni beğenmesinde önemli bir etkendir bu.

SAPASA ĞLAM BİR AŞK

- Yeni bir evlilik için biraz zor bir tempo içindesiniz. Çocuklar ve onların trafiklerinden sonra size ne kalıyor, birbirinize... Aşk bu hayatın neresinde!
- (Gülüyor) Eyvah... Ben bu konuda elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Erhan da benim çocuklarımla olan ilişkimi bilerek bizi gülümseyerek izliyor. Akşam 9,5 tan sonra baş başa kalıyoruz. Ama belirli bir zaman dilimi var ki, ben o saatlerde durdurulamayacak bir akarsu gibiyim. Taşıyorum... Çocuklar üzerindeki sevgi ve ilgi kredim o kadar fazla ki... Evliliğimiz elbetteki aşk üzerine kurulu. Sevgimiz saygımız baki olmak üzere bizim yatırımımız çocuklar üzerine de yapıldı. Bu evliliğin yatırımı böyle. İki parçalanmış aileden bir bütün çıkarmaya çalışıyoruz. Kolay değil. Çocukları öncelemek ve ayrıcalıklı kılmak bu evliliğin kurulumunda var. Birbirimize verdiğimiz sözlerden biri de bu. Yani bu evliliğin içinde çocuklar da var.

-Yine de evlilikten, aşktan çok bir ortaklık, bir yapı, üzerinde düşünülüp anlaşılmış bir ilişki modeli gibi söz ediyorsun?
Aşkın gücü olmasa hiçbirini yapamazdık. Müthiş bir özveri var... Üzerine düşünülemeyecek kadar yüreğe, hisse, emeğe dayalı bir ilişki bizimki... Modelinin tarifi pek ender ama o yüzden tarifsiz bir güzelliği var ve her güzellikte olduğu gibi zorlukları da.

- Sizi birleştiren duygu neydi?
Başlangıcı sapasağlam bir aşk elbette. Ve hemen ardından aile olmayı sevmek. Eş olmanın gerekliliklerini sevmek... Anneliğin, babalığın değerlerinin, zaman zaman kendini geri plana çekebilmenin öz güveni... Aşk kadar güçlü bir aile olma duygusu birleştirdi bizi. Çünkü çocuklarla birlikte çıktık bu yola. Her ikimiz de çocuklarımıza "Benim bir sevgilim var, size tanıştırayım" diyemezdik ya da demeyi tercih etmedik. Aşkın verdiği güçle bir aile olma duygusu daha farklı. Maneviyatı daha yüksek ve özverileri daha farklı oluyor.

- Yine de endişelerin, kaygıların olmuştur? Neydi kafandaki deli sorular?
- Kafamdaki deli soruları, tüm endişelerimi evlenmeden önce gözlemledim, yaşadım. Kısa bir süre değildi. Kaldı ki içinde sevgi barındıran, çıkardan yoksun her niyetin yanında endişe korku barınamadığı gibi büyük bir yardımcısı var. Allah... Bana çok yardım etti ama çok.

- Sen maneviyata çok önem veriyorsun, sürekli okuyorsun, kendi içinde yolculuklardasın. Peşpeşe üç erkek çocuğunun olmasının bir anlamı var mı diye sorsam... Ne dersin?
- Babamı ve abimi kaybetmenin eksikliğini yaşayarak büyüdüm. Biri babamdır, biri abimdir biri de sevdiğim adamdır. Benim için oğullarım bu misyonla dünyaya geldi. Ve bana lütuf olarak geldiler. O yaramı, o eksikliğimi kapatmam için Allah'ın bana hediyesidir onlar. Ben ne yapayım, ne kadar şükredeyim, nasıl yolum onlardan başka bir yere varmasın? Şükür... Bin şükür

#Sayfa#

HAYDİ ÇİŞ, DİŞ, UYKU

- Bir günün temposu nedir sizin evde? Trafiğin karıştığı durumlar oluyor mu?
- Okullar açıldığı için şimdi gündemimiz farklı. Defter kaplamalarımız var. Abi 4'e gidiyor. İkizler bire başladılar bu yıl. Abinin onlara "Gelin ödevlerinizi yaptırayım" dediği çok tatlı bir dönemdeyiz. Kahvaltımız çok eğlenceli oluyor. Sonra yürüyerek okula gidiyoruz. Yürürken sohbet ediyor, şarkılar, marşlar söylüyoruz. Neler yapacağımızı konuşuyoruz. Mesela bu hafta Muslera ile tanışacağız, dolayısıyla bütün gündemimiz bu. Formalarımızı aldık, hazırlıkları yaptık. Çizgi film kahramanlarımız var. Haftasonları filmlere gidiyoruz. Okuldan gelince bir ara öğün yapıyorlar, okulda yaptıklarını anlatıyorlar. Ev ödevleri, sonra çok sevdikleri serbest zaman. Bir çizgi film izleme hakları var. Karar verirken bir oylama yapıyorlar, anlaşamadıkları zaman ben de oylamaya dahil oluyorum. Evde futbol oynuyorlar. Alt kattaki komşumuza kek ve kurabiye yollayıp, tekrar teşekkür ediyorum, bizden hiç şikayet etmedikleri için. Onlar da tamam diyor. (gülerek anlatıyor bunları). Çiş diş uyku diye bir başlığımız var. 20.15'te ben çavuş gibi bağırıyorum, "Haydi çişdiş- uyku" diye. Sonra masal anlat, kitap oku durumları... Üçü aynı kitabı istemeyince de beni üçe parçalıyoruz. (gülüşmeler).

#Sayfa#

ŞIMARMAK BENİM RUHUMA TERS

- Hayal edebilir misin. Oğlanlar büyümüş, delikanlı olmuşlar. Nasıl bir fotoğraf geliyor geliyor gözlerinin önüne?
- Çocuklarımla ilgili en büyük isteğim iyi insan olmaları. Meslekleri ile ilgili hiçbir yönlendirmem olamaz. Bir de anne olarak onların 'Çocuklar Gülsün Diye' projesini yaşatmalarını, devam ettirmelerini isterim. Çekilmez bir kayınvalide olabilirim. Bu konuda da okuyup çalışacağım. Mutluyum... Sana söylediklerimi doğruluyorum aslında; en büyük yatırımı evlada yapmışım. Ve bunun keyfini sürüyorum. Ama onları öyle koca adamlar olmuş izlerken kesin boğazımda bir düğüm olur.

- Bu dört erkeğin arasında kendini şımarttığın, en ayrıcalıklı hissettiğin anlar hangileri?
- Hepsi birden Galatasaray maçına gittiklerinde ya da ekrana kilitlendiklerinde ofsayt, mofsayt hararetine daldıklarında onları bir an izlemek belki çok şey hissettiriyor ama ben şımarıklık nedir hiç bilemedim, ben mi yaşayamadım, tercih mi etmedim, bana göre mi değil bilmiyorum...

- Ve insan hiç yalnız kalmak istemez mi? Bir mola, bir küçük sessizlik, bir kendini şımartma...
- Dedim ya şımarmak benim emekçi, işçi ruhuma ters sanırım. Yapacak o kadar çok şey var ki yaşamımda. Düzenlenmesi gereken dolaplar, yetişmesi gereken şarkılar, gitmem gereken okul toplantıları, açmam gereken anaokulları, öfkesiz yaşayabilmenin öğrenmem gereken başlıkları, aksamaması gereken aşılar, cumartesi-pazar spor okulları, korumam gereken dostluklarım. Zamanında çok yalnız kaldım ben. Dahasına gerek yok iyiyim ben. Yorgun uyuduğumda, yaşamımdaki çok sesli kalabalıklarımla daha iyiyim ben.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA