Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

İki hayalet kadın

Sinemalar önemli, tarihsel şahsiyet haline gelmiş iki kadının hayatlarını anlatan birer filmle yüklü. Margaret Thatcher (MT) ve Marilyn Monroe (MM ). Biri çok güçlü, dünyayı etkilemiş bir politikacı. Diğeri ünü belli bir dönemle sınırlı kalmayan, çok sevilmiş bir oyuncu. MT, ne ölçüde tuttuğunu koparan, sınır tanımaz, dünyayı kendi kararları doğrultusunda şekillendirmeyi başaran bir şahsiyetse; MM o derecede kırılgan, zayıf, yardıma, desteğe muhtaç. Neredeyse başkaları, hayatındaki erkekler olmadan yaşayamayacak gibi. Ama erkeklerle derin bir çelişki de yaşıyor; o erkekleri hayatına alarak mutluluk, güven kazanmaya çalışıyorsa, erkekler de onu hayatlarına sokarak ününden, güzelliğinden, kadınsılığından yararlanmak istiyor. Buna, kuşku yok, Arthur Miller gibi bir yazar da dahil. (Ha, Miller, ilişkilerinin son aşaması olan Uygunsuzlar (Misfits) filminin çekimini (ki, "Hayatımın en berbat günleri," demişti) ve MM'nin o dönemini, son oyunu olan Finishing the Picture'da anlattı; benden söylemesi. * * * Bu filmlerin (Marilyn'le Bir Hafta ve Demir Leydi) ikisini de izledim. İyidirler, kötüdürler bir yana (ayrıca ikisi de iyi, ikisi de hoş, ikisi de sıkıcı), bütün o görüntüler ekranda akıp giderken, aklım başka bir soruya takıldı: Kadınlık üstünden anlatılan bu filmlerin ideolojisi neydi, özgül bir ahlaki tutumları var mıydı? Cevabım çok açık: Hayır, yoktu. Her iki film de, bize o iki kadın hakkında zaten verilmiş olan hükümleri bir kere daha doğrulayacak bir perspektifle sunuyordu. Hadi MM için söylenecek fazla bir şey yok, bir erkek yönetmen yapmış o filmi. Ama MT'nin filmini (adı bile Demir Leydi) bir kadın çekmiş.

* * *

Thatcher'ın filmde yansıtılan gücü, erkekleri alt etmesinden kaynaklanıyordu. Onlarla boğuşuyor, didişiyor, kendi dediğini kabul ettiriyordu. Güzel, tam da böyle olması gerekir, ama ortada onun kadınlığına dönük, bütün bunları bir 'erkek gibi' yaparken kadınlığından gelen olumlu ve farklı bir özelliği hiç mi yoktu, olamamalı mıydı? Hadi, film bundan ötürü MT'yi eleştirse anlayacağım, o da söz konusu değil. Bal gibi yüceltilen, muhafazakar, acımasız bir politikacı var karşımızda. O zaman aklıma gene bir kadın yönetmen, efsanevi ve ne yalan söyleyeyim, açıkça aşk ve nefret ilişkisi içinde olduğum Leni Riefenstahl geliyor. O da bir kadındı, Nazileri filme çekmişti ama onların o efsanevi görüntülerini yaratan oydu ve hiç şüphe yok ki, 80 yaşında Afrika kabilesi Nuba'ların arasına karışan, dalgıçlık yapan, erkek bedenini ayrı bir aşkla kavrayan ve 100 yaşında ölen bu kadın, herhalde MT'nin yönetmeniyle mukayese edilmez.
***

Öte yandan MM, bekleneceği gibi, bir ikonaya dönüşmesine yol açan en büyük özelliğiyle veriliyordu: Çocuk kadın. Her zaman kendine dönük, oyun oynamayı seven, depresyonun pençesinde, uyuşturucuya tutsak, yanında kendisine kim olduğunu hatırlatan o kadın olmaksızın, bir şey yapamayan zavallı 'küçük, cici kız'. Sahnesini oluşturduğu, 'oynadığı' zaman, insanlar ona hayran oluyor, bir 'ışığı' var, neden, çünkü tam o anda çocuklaşıyor, hafifliyor. Erkeklerin hayran olması için yaratılmış bir hayalet kadın aslında MM; çünkü, öyle bir kadın yok, onu sinema dünyası alladı, pulladı, yarattı ve bize armağan etti.
* * *

Her iki filmin de mükemmel yazılmış senaryolarına rağmen, ne MT oydu ne de MM... Biz onlara şimdi uzaktan ve ne yazık ki, kabul ettiğimiz kimliklerinin içinden bakıyoruz. Onları kendilerine ait şahsiyetlerle kavramıyoruz. Kabul, her film, her roman bir yorumdur ve o düzeylerde özneler romancının, senaristin, yönetmenin biçimlendirdiği birer kişiliğe dönüşür. Ama gerçeğin gene de daha farklı bir yerde olduğu, durduğu aklıselimin kabul ettiği bir gerçek. Ne MT'nin ne de MM'nin kim olduğu beni ilgilendiriyor. Ben onlara ait olan değil, çok büyük bir ihtimalle olmayan kişiliklerinin, kimliklerinin üstünde duruyorum, onu arıyorum. Çünkü 'bu' kadınlık algılarının ikisinin de yanlış olduğu kanısındayım. Nedenini belirttim: Kadınlığı bir sosyoloji olarak değil, ikonik, kartpostal bir 'imaj' olarak veriyorlar. Bu bakımdan da MT'nin MM'den hiçbir farkı yok. İki ayrı zaman ama birbirine çok benzeyen iki karakter. Bu benzerlik onlardan değil dışarıdan onlara bakan gözden kaynaklanıyor. Acaba post-Viagra döneminde yaşayışımızın, feminizmin ona bağlı olarak ortadan kalkmasının, feminist teorinin git gide zayıflamasının ve toplumsal kurama 1990'lardaki gibi katkıda bulunacak yeni düşüncelerin üretilmemesi bu durumun nedeni olabilir mi? Çok büyük ölçüde öyle. O zaman, "Erkeklik geldi, feminizm öldü," demek zorunda kalıyorum ki, bu da hazinden daha hazin bir durum. İşin ilginç yanı bu sürecin başlamasına yol açan biraz oydu, MT idi. Buyurun, seyredin...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA