Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ADNAN BOYNUKARA

Darbelerle yüzleşmek mi, rövanşizm mi?

"Türk demokrasisini tanımlayan temel kavramlar nelerdir?" diye bir soru sorulsa akla ilk gelenler, 'korku', korku üzerinden üretilen 'vesayet' ve halkın tercihlerini yok sayma, sınırlandırma girişimleri olur. Bu nedenle de, her türlü demokratikleşme çabasına rağmen, 'korku', 'vesayet' ve halk iradesini sınırlama kavramları olmadan demokratik işleyişimizi tanımlamak zorlaşmaktadır.

Darbeler arası demokrasi tarihi

Cumhuriyet tarihimiz korku, vesayet ve halk iradesini sınırlamaya ilişkin onlarca örneğe sahiptir. Bu çerçevede, Dokuz subay olayı (1957-1958), 27 Mayıs 1960 darbesi, 22 Şubat 1962 olayı, 20 Mayıs 1963 ayaklanması, 20 Mayıs 1969 darbe teşebbüsü, 9 Mart 1971 darbe teşebbüsü, 12 Mart 1971 muhtırası, 12 Eylül 1980 darbesi, 28 Şubat post-modern müdahalesi ve 27 Nisan Genelkurmay Başkanlığı e-muhtırası gibi örnekler sayılabilir... Bunlara ek olarak, 2003-2007 arasında AK Parti iktidarına karşı planlanan müdahale girişimleri de dikkate alındığında, Türk demokrasisinin ne denli zor süreçlerden geçtiği açıkça görülecektir.
Osmanlının son dönemleri ile Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşanan ve demokratik girişim olarak değerlendirilebilecek adımları bir kenara bırakacak olursak, Türk demokrasi tarihini, çok partili hayata geçiş ile başlatmak mümkün. Cumhuriyet tarihinin hemen her döneminde hissedilen darbeler dikkate alındığında ise bu süreci, darbeli bir tarih olarak tanımlamak yanlış olmaz. Daha net bir ifadeyle; 'Türkiye Demokrasi Tarihi' yerine, 'Darbeler veya müdahaleler arası demokrasi tarihi' ifadesini kullanmak daha doğru olur.

Darbeci geleneğin nedenleri
İşte bu noktada önemli olan, Türkiye demokrasi tarihinin sıklıkla müdahaleye maruz kalmasının ve darbeciliğin bir gelenek olarak varlığını sürdürmesinin temel nedenini ortaya koymaktır. Demokrasi tarihimiz bu çerçevede incelendiğinde; temel zaaflardan birisi olarak, demokrasimizin yukarıdan aşağıya doğru, yani vesayetçi seçkinlerin bir lütf-u şahanesi olarak kurulmuş olmasını göstermek mümkün. Yani, kendilerini 'kurucu irade' olarak tanımlayan kesimlerin, izin verdiği ölçüde hayata geçen, kısıtlı ve eksik bir demokrasi. Hiyerarşiyi, esas aldığı için de, 'yukarıdakilerin' gereksinim duymalarıyla askıya alınan bir özelliğe sahip. Ve ne yazık ki bu gelenek varlığını devam ettirdiği için de demokrasimiz kurumsallaşamıyor.
Bu olumsuzluğun reçetesi ise demokrasinin aşağıdan yukarıya doğru inşa edilmesi ve halkın karar alma süreçlerine siyasi tercihiyle katılımının esas alınmasıdır. Halkın siyasal tercihleri dikkate alındığı ve devlet yönetimine yansıdığı oranda, demokrasimizin ayağına vurulmuş ve halkın iradesini sınırlayan prangalardan kurtulmak mümkün olacaktır. Aslında günümüzde yaşanan sorunların ve çatışmaların temel nedeni de bu. Tam anlamıyla demokrasiyi isteyenler ile vesayetçi bir demokrasinin devamından yana olan seçkinler arasında yaşanan bir mücadele...
Demokrasi tarihimizin bize gösterdiklerinden hareketle şunu çok iyi biliyoruz ki; demokrasiyi tam anlamıyla hayata geçirmediğimiz, bireysel özgürlükleri önemsemediğimiz, bireyi devlet karşısında güçlendirecek hak ve özgürlüklerle donatmadığımız ve ne olursa olsun farklılıklara karşı saygılı olmadığımız sürece demokrasiye ilişkin sorunlarımızı çözmek mümkün görünmüyor. İşte bu nedenle bildiğimiz, hatta adını koyduğumuz temel prensipleri yaşama geçirmek ve darbeci geleneği mahkûm etmek demokratikleşmenin ön şartıdır.
Darbeciliğin gelenekselleşmesi ve bir şekilde kurumsallaşmasının altında yatan diğer nedenlerden birisi de; siyasi partilerin halk yerine, darbeci ve müdahaleci gelenekleriyle bilinen bürokrasiye dayanmayı tercih etmeleri ve tabi ki darbeci geleneğin bir türlü yargının karşısına çıkarılamamasıdır. Ortaya çıkan hak ihlallerine ve demokratik sürecin askıya alınmasına rağmen, darbecilerin yargının karşısına çıkartılmasını, 'intikam' veya 'rövanş' kavramlarıyla tanımlayan siyasetçilerin varlığı, bahsedilen geleneğin ne denli derin olduğunu ortaya koyan somut bir göstergedir.

Darbeci geleneğe karşı olumlu adımlar

Türkiye, toplumun demokrasi talebi ve dünya genelindeki değişimlerin de etkisiyle, demokratikleşme sürecine ivme kazandırmaya çalışmaktadır. Bunun temel göstergelerinden birisi de, son yıllarda yaşanan darbe ve müdahale girişimlerine taraf olan aktörlerin yargı karşısına çıkartılmasıdır.
Şu an itibariyle, bireysel haklara yönelik ortaya çıkan kimi olumsuzluklara karşılık, Türk demokrasisinin olumlu yönde geliştiğine ilişkin iki temel olaydan söz etmek mümkün. Bunlar; yakın tarihte yaşanmış darbe veya darbe girişimi süreçlerinde yer alan aktörlerin yargının karşısına çıkartılması ve TBMM'nin darbe ve darbe girişimlerini araştırmayı gündemine alması. Kapısına kilit vurulan, üyeleri tasfiye edilen meclisin bu konuyu araştırması ve konuya ilişkin yargılama sürecinin başlaması, darbecilikle yüzleşmenin en somut adımıdır. Bu süreç, kendi mecrasında ilerlemektedir. Bu nedenle de yargılama sürecini, "intikam duygusuyla adalet arayışı" olarak tanımlamak, sorunlu demokrasi anlayışının göstergesidir. Yargıya intikal eden olayların demokratik sürece müdahale olduğu konusunda kuşku yoksa binlerce mağdur ortadaysa ve iddianameler kabul ediliyorsa, 'intikam' veya 'rövanş'tan bahsetmek süreci sulandırmaktır.
Sonuç olarak; Türkiye'nin darbelerle anılmasını istemiyorsak ve evrensel demokratik değerlere doğru bir değişimden yanaysak, darbecilerin yargının karşısına çıkartılmasına ilişkin çabaları ve yargılama süreçlerini rövanşizm olarak değerlendirip mahkûm etmekten ve küçümsemekten kaçınmak gerekir. Yaşananlar; ülkenin demokratikleşmesi için atılmış küçük ama anlamlı adımlardır. Bunu görmek lazım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA