Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ADNAN BOYNUKARA

Başkanlık sistemi tartışmaları

Başbakan Erdoğan'ın yeni anayasa yazım sürecinde "başkanlık sistemi de tartışılsın" önerisinden sonra gündeme gelen başkanlık sisteminin, kapsamlı bir biçimde tartışıldığını söylemek zor. Kişisel kaygılar üzerinden tartışmaya başlanılması başkanlık sisteminin anlaşılmasını engelliyor.
Genel anlamda sistemler, devletin üç temel gücü olan yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkilere göre sınıflandırılır. Çoğulcu demokrasilerde bu ilişkilerden hareketle, farklı uygulamalar içerse de üç sistem geliştirilmiştir: Seçime dayalı ve temsil niteliği olan parlamentoya karşı sorumlu hükümetin bulunduğu parlamenter sistem, halk tarafından seçilen başkanın yürütme organını yönetmesi ve güçler ayrımı ilkesinin katı biçimde uygulandığı başkanlık sistemi ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçildiği parlamenter sistem olarak da tanımlanabilecek yarı başkanlık sistemi.

Başkanlık sisteminin temel unsurları
Sert kuvvetler ayrılığı olarak da tanımlanan başkanlık sistemi; yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin ve katı bir ayrıma dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içerisinde görev yapan yürütmenin mevcut olduğu sistemdir. Dünya genelinde yüzü aşkın ülkede uygulanan sistem, uygulandığı ülkelerin tarihi, sosyolojik ve siyasal koşullarına göre farklılık gösterebilmektedir.
Genel çerçevesiyle başkanlık sistemiyle ilgili olarak; başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi, yasama yetkisinin meclise ait olması, yasama organının tek veya çift meclisli olabilmesi, halk tarafından seçilen başkanın meclise karşı değil halka karşı sorumlu olması, yürütmenin yasamayı feshetme yetkisinin bulunmaması, yürütme organında görev alan bir kişinin aynı anda yasamada da görev alamaması, başkanın yasama organının çalışmasına katılmaması, katı bir kuvvetler ayrılığının uygulanmasına rağmen, bazı konularda (üst düzey yöneticilerin atanması vb) yasama onayını gerektirmesi gibi özelliklerden bahsetmek mümkün.

Başkanlık sisteminin olumlu yönleri

Tartışmanın sağlıklı bir zeminde yürütülmesi açısından sistemin olumlu yönlerine dikkat çekmekte yarar var.
Başkanın doğrudan halk tarafından seçilmesi, başkanın gücünü daha meşru kılmakta ve sisteme tartışılmaz bir demokratik nitelik kazandırmaktadır. Başkanlık sisteminde, başkanlık ve yasama iki paralel yapı olarak işlev görür. Bu ise her iki birimin birbirini karşılıklı olarak denetleyerek suiistimalin ve makamın kötüye kullanılmasının önüne geçme olanağı sağlamaktadır. Yasal olarak belirlenmiş bir görev süresi olan devlet başkanı, her an değişebilecek bir başbakana kıyasla daha istikrarlı bir ortam temin edebilmektedir. Başkanlık sistemi sorunlara parlamenter sistemden daha hızlı çözüm üretebilmektedir. Çünkü güçlü yetkilerle donatılmış bir başkan değişiklikleri ivedilikle işleme koyabilmektedir. Hükümet krizlerinin ortaya çıkması ihtimal dışı olduğundan, istikrarlı bir yönetime olanak tanımaktadır. Bu sistemde koalisyon hükümetlerinin olması söz konusu değildir. Başkanlık sisteminde sorumluluğun kimde olduğu açıkça bellidir. Bu ise halkın hesap sormasını kolaylaştırmaktadır. Başkanlık sisteminde seçmen oy verirken, kendi oyunun nereye varacağını ve ülkeyi kimin yöneteceğini önceden bilir. Seçmenlerin olası hükümet seçeneklerini önceden görerek oy vermesi, seçilmişlere hesap sorma araçlarını daha işlevsel kılmaktadır. Başkanlık sisteminde yasama üyeleri, hükümetin varlığının devamı konusunda kaygı taşımaksızın yasalar üzerinde bağımsız karar verebilmektedirler.

Gücünü halktan alan sistem müdahaleleri sınırlar

Yakın tarihimiz dikkate alındığında, sisteme yönelik değişim taleplerine kuşkuyla bakan dar bir kadronun varlığını özenle muhafaza ettiği görülür. Sistemin revizyonunu konuşmaya yönelik her tür talep, bu kadrolar tarafından 'rejim sorunu' olarak sunulmaktadır. Aslında bu tutum; seçkinci elitin kontrolü üzerine kurulmuş olan devlet yapısının sürdürülmesi, halkın siyasal katılımına kuşkuyla bakılması, halkın siyasal tercihinin yanlış olacağı ön kabulü ve sonuç itibariyle katılımcı demokrasiye karşı olma şeklinde de özetlenebilir. Bu nedenle olsa gerek ki, sivil siyasete ve demokratik sürece sıklıkla müdahale edilmiştir.
Kendilerini 'kurucu unsur' olarak konumlandıran geleneğin, parlamenter sistemi görünmez iktidarlarını kalıcılaştıracak biçimde planladıkları bilinmektedir. 1921 anayasasından 1924'e değişim, 1960, 1971 ve 1980 askeri darbe süreçlerinde yapılan kimi müdahaleler, bahsettiğimiz kadroların sisteme müdahale mekanizmalarının kökleşmesi, hatta 'anayasal kimlik' kazanarak kurumsallaşmasını sağlamıştır. Halk iradesini 'önemsizleştiren' bu işleyiş, adı konulmamış bir iktidar paylaşımıdır. Bu nedenle; sistemleri tartışmak farklı, adı konulmamış iktidar paylaşımını içinde barındıran Türkiye'deki mevcut uygulamaya kutsiyet atfetmek farklıdır. Seçilmiş sivil siyasete ortak olma anlamına gelen kurumsal yapılara söz söylemeyenlerin, halk tarafından seçilecek başkanın diktatör olabileceği öngörüsü üzerinden tartışmaya girmesi ise daha da farklıdır. Dolayısıyla yapılması gereken; tartışmaya, halk iradesinin yönetime koşulsuz olarak yansıyıp yansımaması açısından bakmaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA