Türkiye'nin en iyi haber sitesi
REFİK ERDURAN

Çıkmazdan çıkmak

Bir İtalyan sinema oyuncusu bana Roma'yı gezdirirken bir binayı gösterip "Burası Adaletsizlik Bakanlığı" demişti gülerek. Sonra ciddileşip acıklı bir açıklama yapmıştı:
"Bizde her şeyin güzel adı var, Adalet Bakanlığı gibi. Ama gerçekler çirkin."
Yalnız orada değil, bütün dünyada soyut ile somut arasındaki karşıtlıklara üzülmekle geçti ömrüm. Hele, kendi yurdumda...
Şimdi, "konsensüs" var gibi:
"Yasanın maddeleri ortada. Başka karar verilemezdi. Saygı duyulmalı."
Kusura bakılmasın, o tavsiyeye uyamıyorum. Ben topluma yararlı sonuçlara saygı duyarım, zararlılara değil.
"Ama efendim... Hukuk... Yüce kavram... Gereğine uymak kaçınılmaz."
Doğru. Ama soyut. Yasalar, maddeler, kararlar, hepsi kâğıt üstünde. Çok değil, iki üç yüzyıl önce Avrupa'nın engizisyon mahkemelerinin de "mevzuat" uyarınca verdikleri kararlar kâğıda dökülüyor, sonra insanlar meydanlarda diri diri yakılıyordu. Zaman geçince "Ayıp edildi, yazık oldu" dendi.
Şimdi ülkemizde somut sonuç ne olacak? Politika, ekonomi, iç huzur, dış itibar açılarından yıkım. "Vazgeçilmezliğim ispatlandı" diye ellerini ovuşturan Apo.
Fiziksel çatışmalar çetinleşirse? Yeni kurbanlar.
"Şehitler ölmez" gibi sözler soyuttur. Toprakta çürüyen delikanlı ölüleri somut.

***
Diyeceksiniz ki, köşe yazısı da soyut. Burada böyle laf etmek kolay. "Somut çözüm söyle.
Kendini kurallar arasına sıkışmış bir görevli yerine koy, öyle konuş."
Tamam. Gelin bir küçük senaryo üretelim. Adamın biri bana telefonda soruyor:
"Off the record alınan bilgileri açıklamamak gazeteci kuralıdır, değil mi?"
"Evet."
"Şimdi size söyleyeceğimi kimseye açıklamayacağınıza söz veriyor musunuz?"
"Veriyorum."
"On dakika sonra havalanacak olan THY Ankara uçağına bomba koydum."
Bu durumda kurala uymam mı gerekir, hemen hava limanını aramam mı?
Dönelim mahkeme kararına. Kafamda bir başka soru var. Bir süre önce daha da önemli bir davada sanık parti suçlu görülmüş, ama kapatılmaması için kılıf ayarlanmıştı. Yıkım önlemek üzere yine zekice bir formül bulunamaz mıydı?
Bulunamazmış. Hukuk incelikleri açısından fark varmış.
Kendimi o koltuklarda oturanlardan biri yerine koyarak serinkanlılıkla düşünmeye çalıştım: bu durumda ne yapardım?
Herkese de serinkanlı düşünme zamanı kazandırmak için erteleme sağlamaya bakardım. Başka çare yoksa istifa eder, öteki üyelere de teker teker çekilmelerinin doğru olacağını söylerdim. Herhalde "Daha önce kuralları çok esnettik ama bu sefer yapmayalım" diyerek basmazdım imzayı.

***
Olan oldu. Şimdi bundan sonrasını düşünerek hasar azaltmak, belki de terslikten çözüm üretmenin yolunu bulmak zorundayız.
Düze çıkmanın tek rotası herkesin aklını başına toplayıp özeleştiri yapması, yanlışlarından ders alması, ortak çıkarları görmesi, uzun vadede siyasal hesaplaşmaları sürdürürken pratik açıdan kısa vadedeki aklın yolunda birleşmeye çalışmasıdır.
Hayır, Başbakan'la Deniz Baykal'ın görüşüp işbirliği yapmalarından söz etmiyorum. O kadar hayalci değilim.
Kilidi açabilecek anahtar kapatılan partinin yöneticileri gibi kişilerin elinde. Körü körüne İmralı müritliğinden azıcık olsun sıyrılmayı, bugüne kadarki rotalarının oradaki aklıevvel önderlerine de yarar sağlamadığını ve sağlayamayacağını ona anlatmayı artık başarabilecekler mi?
Hükümet onların bunu başarmasını kolaylaştıracak bir şeyler yapabilir mi? Muhalefet de umutlar söndükçe sevinir görünmekten kaçınmanın ve çözümlere katkı üretmenin puan getireceğini görebilir mi?
İnşallah diyelim. Hiçbiri olmazsa?
İp çok inceliyor. Bir yerlerden kopar.
Tek merak ettiğim: tablonun sorumlusu olduğu gitgide anlaşılan kişilerin geceleri nasıl geçmekte? Rahat uyuyorlar mı?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA