Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÜLKÜ TAMER

Sahne arkasındakiler... Ve maçlar

Cumartesi Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi yine eski tribünlere taşıdı beni. Maç anılarına tiyatroculuk dönemimin sahne arkası anıları da karıştı.
Sahneye girme sıramızı beklerken futbol maçlarından konuşurduk hep.
Dekorcular, ışıkçılar, teknisyenler ise oyun boyunca koşuşturdukları için bu "derin sohbetler"de pek yer alamazlardı.
Tiyatroculuk serüvenim sırasında en sıkı dost olduğum kimseler onlardı.
Önce onlardan söz edeyim biraz.

***

Sarı İlhan
... Bizim tiyatroda ışıkçıydı. Efektleri, müziği de banttan o verirdi. Bir gece yine derin hülyalara dalmış, Nâzım'ın Ferhat ile Şirin'inde Mehmene Banu sahneye girerken nakkare sesi vereceği yerde, bir türkü patlatmıştı: "Al elma, gönül alma..."
Stelyo
... İstanbul Tiyatrosu'nun ışıkçısı... Bedeninin bilmemkaç volta dayanıklı olduğunu söylerdi. Eline iki çivi alıp prize sokar, burnunda ampul yaktırırdı. Bu marifetiyle, Tepebaşı'ndaki Güzel İzmir Lokantası'nda öğle yemeklerini bedava yerdi. Bir müşteriyle yemeğine bahse tutuşur, göbeğinde yaktırdığı ampul sayesinde kuru fasulye pilavı mideye indirirdi. Bir duble rakıyla.
Sonra Tekin, Hikmet, Emrullah...
Nejat Usta'yı unutamam sözgelimi. Elhamra'da "dekor teknisyenliği" yapan Necati Köse'yi. Doğuluydu. Adlarımızı bir türlü doğru söyleyemiyordu. Hulki Bey diyordu bana. Süreyya Berfe, tiyatromuzun müdürlüğünü yapmıştı bir ara. Ona da Suriye Bey diyordu. Süreyya'nın adı Suriye kalmıştı.
Süreyya'nın müdürlüğünden de söz edeyim. Benim önerimle tiyatroda müdür olarak çalışmaya başlamıştı Süreyya. Turnedeydik. Ankara. Sonra İzmir. Ne de olsa şair adam... Bir ay dayanamadı. İstifayı basıp İstanbul'a döndü. Basmane'de yolcu etmeye gittim onu. Otobüsün en önünde yer almıştı. "İstanbul'a bir an önce gireyim diye." Bir şişe de kolonya. "Sevindikçe üstüme başıma serperim."
***

Tanıdığım teknisyenler arasında, ölümün erken vurduğu Emrullah Uzun'un ayrı bir yeri vardı. Kent Oyuncuları'nın temel direklerinden biriydi Emrullah. Tiyatronun her şeyine koşardı. Karadenizliydi. Su katılmamış bir Karadenizli ağzıyla konuşurdu. "Cızbız" diyemezdi. "Cizbiz" derdi. Günün birinde Müşfik (Kenter), o zamanın parasıyla 100 lira koydu masanın üstüne.: "Cızbız de, 100 kâğıdı al."
Emrullah, gözü 100'lükte, başladı ter dökmeye. "Cızzz..." Durdu, biraz daha zorladı kendini... "Cızzz... biz." Gitti 100 kâğıt.
Kuliste "duk" oynardık. Açık poker. Sahnede sırasını savan gelir katılırdı bize. Müşfik, Pekcan (Koşar), Bülent (Koral), Kamran (Yüce), Zeki (Ökten). Emrullah oynamaz, tepemize dikilip bizi seyreder, hepimizle ince ince dalgasını geçerdi.
Galiba Türkiye'de tanımadığı yoktu Emrullah'ın. Bir Pazar öğleden sonra Kenter'lere uğramıştım.
Dolmabahçe'de Galatasaray- Fenerbahçe maçı vardı o gün. Radyo açıldı. Yirmi dakika sonra maç başlayacak.
"Hadi siz oyun oynayacaksınız," dedim. "Benim ne işim var burada? Keşke maça gitseydim."
Emrullah şöyle bir baktı bana:
"Sen maça mı gitmek isteysun?" "İstesem ne çıkar," dedim. "Biraz sonra maç başlıyor.
Ortalık anababa günü. Kapılar kapanmış." "Gel benimle,"
dedi Emrullah.
On dakika sonra kendimi Şeref Tribünü'nde buldum.
***

Bir maç öyküsü daha. Bir gün de Müşfik'le Pekcan'ın canı maça gitmek istedi. Galatasaray oynuyordu Ali Sami Yen'de.
"Yürüyün," dedim.
"Bilet nereden bulacağız?" dedi Pekcan.
"Siz karışmayın orasına," dedim.
Atladık arabaya. Doğru Mecidiyeköy.
L Tribünü'nün kapısında duran Ejder Bey'i tanıyordum.
Bir selam, içeri aldı bizi.
Oturduk. Müşfik'in gözü yandaki Şeref Tribünü'ne ilişti. "Baksana," dedi, "orası daha güzelmiş." Şımarıklık işte. "Gelin," dedim, "oraya gidelim."
Pekcan karşı koydu:
"Otur oturduğun yerde."
"Niye?"
"Yahu, orası Şeref Tribünü."
"Ne olmuş Şeref Tribünü'yse?"
"Orada paşalar var."
"Varsa var."
"Paşaların ortasında koltuğun üstüne fırlayıp hakeme küfür edebilir miyim be?"
"Sen de çeneni tutmaya bak,"
dedi Müşfik.
Pekcan'ı sürükleyerek L Tribünü'nden çıktık.
Şeref Tribünü'nün kapısındaki görevli, "Ooo, buyrun Müşfik Bey, buyrun Pekcan Bey," dedi, içeri buyur etti bizi.
Koltuklarımıza kurulunca, "Kim bu adam?" dedi Müşfik. "Bizi tanıyor."
Başladım gülmeye.
Adam, Kent Oyuncuları'nın kapısında da görevliydi çünkü. Müşfik, kendi tiyatrolarındaki Belediye memurunu tanımamıştı.
Haksız da sayılmazdı. Tiyatroya girip çıkarken hep arka kapıyı kullanıyorlardı çünkü ön kapıda bilet kesen adamla hiç karşılaşmamıştı ki.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA