Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Maske takmayan hainleri kim basacak?

Hafta sonu manşetlerdeydi. Polis komşuların ihbarıyla bir villayı basmış, sabaha karşı.. İçerde parti yapan yaklaşık 250 kişi varmış.. Tabii maskesiz..
Haberlerde "Gereken yapıldı" deniyor da, ne yapıldığı yok.. O villada sabaha dek parti yapanlar için, çerez parası olmayan üç beş lira yazmışlardır, üç beş kişiye..
Benim sorum başka, İstanbul polisine..

Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz

İhbar üzerine, sabaha karşı milletin özel mekanını basabiliyorsunuz da, işte ben bu köşede hem de kaç defa ve isim vererek ihbar ettim.. Halka açık alanlarda niye görünmezsiniz?.
Şişli Emniyet Müdürlüğü'nden 10 adım mesafede, trafiğe kapalı (Güya motosikletler vızır vızır çalışıyor) Atiye Sokak'ta, insanlar nerdeyse omuz omuza yürürken, maske takmayanları denetlemek için, karakoldan çıkmanızı sağlamak için kimin ihbarı gerekiyor acaba?.
Konan cezalar, bu "İnsanlık Suçu"nu engellemeye yetmiyor. Çünkü o komik para cezası kimseyi korkutmuyor. O zaman kim engelleyecek?.
Polis görüntüsü.. Polisin Atiye Sokak'ta görünüp, iki yandaki kaldırım kafelerinde oturan yüzlerce insanın gözünün önünde bu maskesizleri çevirmesi, ceza yazması, hatta karakola götürmesi..
Bunu gözleri ile gören insan, polisine güvenir.. O zaman..
Polisin devriye gezdiğini gören de maskesiz gezmez zaten..
Bizim insanımız ne görüyor?.
Kurallara uymayan onlarca, yüzlerce alçak, hain ve rezilin, polis karakolunun burnunun dibinde, devletin, insanlığın, vicdanın yasalarını pervasızca, zerre umursamadan, zerre ürkmeden, maske takanları geri zekalı durumuna sokarak, nispet yaparak dolaştıklarını.. Ve de ortada tek resmi elbisenin görünmediğini..
Böyle mi sağlayacağız maske takmayı?.
Böyle mi önleyeceğiz, Kovid-19'un yayılmasını?.
Böyle mi kurtaracağız, devletin yerlerde sürünen itibarını?.
Sağlık Bakanı'nın bir diz çöküp yalvarmadığı kalıyor.. Her gün "Maske kuralına uyun.
Bizi aldığımız hayatı yumuşatan kararları geri çekmeye, herkesi yeniden evlerine hapsetmeye mecbur bırakmayın" demekten bir hal oldu, Bakan Koca..
Ama işte, o maske takmayan içimizdeki hainler, sanki korona daha da yayılsın, herkes evine tıkılsın, ekonomi yıkılsın, o yasakların yumuşatılması sayesinde evlerine üç kuruş ekmek parası götüren milyonlar gene aç kalsın istiyorlar..
Peki devlet ne yapıyor?.
İşte Sağlık Bakanı'nı kimse takmıyor..
Peki o zaman cezaları, engelleyecek, "Ya yakalanırsam" korkusu verecek düzeye çıkaracak olanlar, mesela "Adalet Bakanı" ne yapıyor?.
Peki o zaman, hem de halkın önünde maskesiz dolaşarak "Biz devleti iplemeyiz.
Biz maske takmayız" şovu yapan itler için polise, "O şovu yaptıkları halkın gözleri önünde kulaklarından tutup karakola çekin" emrini verecek mesela İçişleri Bakanı ne yapıyor?
Bir ulusun kaderini, bu vicdansız itlerin, bu rezil, bu iğrenç yaratıkların eline bırakma hakkı var mı, devleti yönetenlerde?.
Halka nefes aldıran yumuşama kararlarını geri çektirmek için savaşan bu maskesizlerin yaptıkları resmen, ekonomiyi iflas ettirmek, halkı bezdirmek, usandırmak, isyan ettirmek hedefine yönelik değil mi?.
Nerde benim devletim?.
Nerde benim ihbar üzerine, düğün, dernek basmakla görevini yaptığını sanan, geri kalan zamanlarda, beton bloklarla korunan, geceleri loşlaştırılmış ışıklarla, ölü sessizliğine bürünen karakollarda adeta saklanan polisim nerde, dostlar?.
Maskesiz dolaşmayı engelleyemezsek, biteriz.
İnanmazsanız Adalet ve İçişleri bakanlarımız, eğer inanmazsanız, meslektaşınız Sağlık Bakanı'na sorun!.

***


Maske takmak niçin en önemli?.

Bu ülke insanı Kovid-19 salgınına karşı, insanoğlunun bugün elinde olan tek silah, maskenin ne işe yaradığını hâlâ öğrenemedi.
Çünkü, onu herkesin anlayacağı dille anlatan yok.
Sağlık Bakanlığı mesela, tutulan, izlenen Hekimoğlu dizisinin sevilen tipleriyle çok önemli mesajlar veren "Kamu Spotları" yayınlatıyor kanallara.. Hepsi "Maske tak" diyor.. "Çok önemli" diyor.. "Takmazsak hayatı kolaylaştıran, yasakları yumuşatan kararlar geri alınır" diyor ama, "Maske neye yararlı, neyi önler" kimse doğru dürüst anlatmıyor.
O zaman bir daha, bu defa örnekle anlatayım.

*

Ahmet, Tuzla'da yaşayan bir genç.. Koronavirüs taşıyor. Ama virüs onda hiçbir belirti göstermemiş. Yani hasta değil. Ama "Vaka.." Hani Sağlık Bakanı bu ayrımı yaptı diye, yerin dibine sokuldu, alay etmeye kalkanlar bile oldu ya.. Oysa en önemli ayrım bu.
Ahmet hasta olmadığı için de, kendisini virüssüz sanıyor ve akşam İstanbul'a inip Atiye Sokak'a geliyor. Maske falan da takmıyor. Devleti umursamıyor ya..
Mehmet, İstanbul'un tam öteki ucundan.. Beylikdüzü'nden geliyor.. Sapasağlam.. Maskesini de takıyor ve o da Atiye Sokak'a geliyor..
Orada iki yönlü yürüyen insan seli arasında karşı karşıya gelirlerken, Ahmet, öksürüyor.
Ağzından havaya yayılan tükrük damlacıklarıyla yayılan taşıdığı Kovid-19 virüsü, yarım metre mesafedeki Mehmet'in maskesinin üzerine düşüyor. O maske sıradan bir bez. Doktorların kullandığı ve bir defa kullanıp attığı o özel, virüs geçirmez N95 maskesi değil. Ahmet'in saçtığı virüs, Mehmet nefes aldıkça, yapıştığı maskeden içeri süzülüyor.
..Ve maskeli Mehmet virüsü kapıyor..
Peki o zaman, maske ne işe yarıyor?. Örneği tersine çevirelim.

*

Ahmet sağlam.. Maske de takmıyor..
Mehmet ise, "Kovid vakası" ama hasta değil.
Yani mikrop taşıyor, ama belirti olmadığı için hasta olduğunun farkında değil. Ama uygar vatandaş. Maskesini takıyor.
Bu ikisi gene Atiye Sokak'ta karşılaşıyorlar.
Aralarında yarım metre mesafe varken, virüslü Mehmet öksürüyor.
Ama virüsü taşıyan, yayan salgını dünyaya salan tükrük damlacıkları, ağzındaki maskeye takılıyor ve havaya dağılmıyor.
Çünkü tükrük damlacığı virüs gibi ancak özel mikroskoplarla görülecek kadar küçük değil. O damla maskeye takılınca, onun taşıdığı virüs de dağılmıyor ve o havayı soluyan kimsenin maskesine, ya da yüzünün üzerine düşmüyorlar.
Yani virüslü Mehmet'in maskesi, taşıdığı ve farkında olmadığı virüsün maskeli olsun olmasın, sosyal mesafe sınırı içindeki insanlara bulaşmasını önlüyor.

*

Şimdi anladınız mı?.
Yani, maske sağlamın virüs kapmasını önlemiyor. Vaka olup da, farkında olmayan ve sokaklarda, dükkanlarda dolaşan, kafe, restoran ve AVM'lere girenlerin etrafa tükrük damlacıkları yoluyla virüs saçmalarının önüne geçerek salgının hızını kesiyor..
Hiçbir ülkede, her insanın, sağlıklı mı, sağlam mı olduğunu belirleyecek bir sistem yok. Bu ülkede 81 milyona Kovid-19 testi yapmak mümkün mü?. Hem de ayni anda?.
O zaman, kovidli, kovidsiz ayrımı yapmadan herkesi maske takmaya mecbur edeceksiniz ki, virüs taşıyan damlacıklar havaya yaydığı salgını hızlandırmasın.
Yani.. Maske ve mesafe, koronavirüse karşı tek silahımız. Hastalığa ilacı da, aşıyı da bulamadık.
Çok yaklaştık ama, henüz yok. Elimizde, daha iyi yaşayacak ve hastalanma ve ölüm ihtimalini azaltacak tek silah var.. Salgının hızını yavaşlatmak.
Bugün insan olarak, her birimiz bu hızı azaltacak silaha sahibiz.. Her birimiz..
Unutmayın, dünyada milyon insanı öldüren Kovid-19 salgını, Çin'de "1, yazı ile BİR" kişi ile başladı.
Nedir hepimizin elinde ve kontrolünde olan o silah?.
Üç harf!..
M.. H.. M!..
Maske.. Hijyen.. Mesafe!.
Maske, önlemez. Tedavi etmez..
Ne yapar?.
Yavaşlatır!.
Ne kadar çok insan uyarsa, o kadar çok, o kadar hızlı yavaşlatır.
Ne kadar yavaşlatırsak, normal hayatımıza o kadar fazla döneriz!.

***


Bu ülkede ışıklar demokrasi için yanar!..

Bir Anayasa Mahkemesi üyesinin bulunduğu makama hiç uymayan ve nereye çeksen oraya gidecek gereksiz bir tweeti, geçen hafta gündemin bir numarası oldu. Hatasını kendi de anladı, ama çok geç..
Ben birazı da "Kasıtlı" abartıların içine girmemek ve o kasıtlara da alet olmamak için, sustum.
Şimdi görüyorum ki artık "Sağduyu" hakim oldu, artık rahatça yazabilirim!.
Tweet'te yayınlanan resimdeki ışıkları yanan bina Anayasa Mahkemesi'ydi.
O hafta içinde, bir Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi'nin kararını tanımamıştı.
Bu ülkede sosyal medyanın mesajlarına uyan bir önceki kararını değiştiren mahkemelerin sayısı hızla artarken, bu simgesel yaklaşımı ben öyle yorumladım ama bir yandan da "Yanlış anlayanlar çıkacaktır. Başka türlü ifade etmeliydi" dedim. Nitekim öyle oldu.
"Işıklar yanıyor" askeri darbe iması sanıldı.
1980 öncesi, bu ülke "Devrimciler, Ülkücüler" diye ikiye ayrılmış, İstanbul ve Ankara'da bazı semtler ele geçirilmiş ve "Girilmez Bölgeler" ilan edilmişti. Mesela Tercüman'da çalışan ağabeyim Öcal'a yasak semtler vardı. Cumhuriyet'te yazan bana yasak semtler.. Bu semtlerde mesela Devrimciler ve Ülkücüler gazete bayilerini kontrol eder, Ülkücüler, açılmış Cumhuriyet, Devrimciler açılmış Tercüman görürlerse bayiyi döver ve tahrip ederlerdi. O açılmayan paketler, geldikleri gibi iadeye girerlerdi.
Her toplum gurubu kendi derneğini kurmuştu.
"Der" olursa, Devrimci, "Bir" olursa, Ülkücü Dernek..
Polis bile Pol-Der ve Pol-Bir diye ikiye bölünmüştü.
Günlük karşılıklı baskın ve ölümler arttıkça, memlekette askerin müdahalesini bekleyen ve de isteyenlerin fısıltı gazetesi hızlandı.
"Genelkurmay'ın ışıkları yanıyor" lafı fısıltı gazetesinin sloganı olurken, 12 Eylül geldi. 12 Eylül 1980..
Şimdi Ekim 2020..
Aradan çok sular aktı. Hepsinden önemlisi, bir 15 Temmuz yaşadık.. FETÖ denilen hain örgüt, Genelkurmay'ın bütün üst kademesini temizleyip yerlerine kendi adamlarını getirmiş, diğer silahlı güvenlik gücümüz Polis'te ve en önemlisi Yargı'da çok çok önemli köşe başlarını tutmuşken "Tamam" dedi ve 15 Temmuz Harekatı'nı başlattı.
Başbakan dahil, ülkenin tüm sivil güçleri sessizliğe bürünür, gözden kaybolurken, gece yarısına doğru, Başkan Recep Tayyip Erdoğan, bir cep telefonu görüntüleriyle CNN ekranlarında göründü ve halkına "Sokağa çıkın.. Meydanlara, caddelere koşun. İstanbullular.. Hedefiniz Köprü, askeri karargahlar, Emniyet Müdürlüğü ve Yeşilköy Havaalanı olsun. Ben şimdi İstanbul'a hareket ediyorum" dedi..
..Ve o birkaç dakikalık konuşma, tam organize ve silahlı FETÖ güçlerine karşı bir "Halk Ayaklanması"na ve Demokrasi'nin zaferine yetti.
Her yeri ve her şeyi ele geçirdiklerini sananların halkın önünde nasıl hezimete uğradıklarını, nasıl çil yavrusu gibi dağılıp sindiklerini dünya gördü.
Halkın, demokrasi için kendi seçtiği Başkan'ının arkasında olduğunu, daha evvelki darbe ve teşebbüslerde hiç görmediği kadar gördü, dost düşman.. Gördü 81 milyon.
Şimdi bu 15 Temmuz'u, o muhteşem demokrasi için Halk Ayaklanması'nı yaşayan ülkede, hâlâ Anayasa Mahkemesi ışıklarından, "Vay askeri harekat" iması çıkarmak, bu yüzden benim hiç ama hiç aklıma gelmedi..
Bundan böyle de gelmez..
"Bu ülkede artık ışıklar sabaha kadar yanarsa, ancak Demokrasi için yanar" inancım hâlâ tam!.

***


Tebessüm
Öğretmen, hafta sonu için verdiği ev ödevlerini toplamış, değerlendirmiş, sınıfta sahiplerine geri verirken, eleştirilerini de söylüyordu..
Küçük Ömer'in sırasının başında durdu, ödev kağıdını uzatırken, "İnanamıyorum, Ömer" dedi. "Bir insan, bu kadar yanlışı mümkün değil tek başına yapamaz!."
"Haklısınız Öğretmenim" dedi, Küçük Ömer.. "Babam da yardım etti.."

Sevdiğim Laflar
"Dünya gözü ile bakan yüzü, gönül gözü ile bakan, özü görür."
Mevlana

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA