Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Geçmişten bir yaşanmış Pazar Öyküsü...

Pazar için hazırladığım yazının kaynağından son anda bir not geldi.. "Hıncal bekleyelim. Bir şeyi doğrulatmam lazım.."
Ama benim bekleyecek vaktim yok.. Daldım "Acil Durum" dosyalarına..
Orda her pazar okunabilecek, yaşanmış, hayali öyküler var.. Bu "Yaşanmış" olanlardan.. Ama ne başlığı var üstte.. Ne yollayanın adı var altta.. İki harf sadece E.A.. Hepsi o.. En az 20 yıllık olmalı.. Yaşayanlardan biri okur ve haber verirse çok mutlu olurum..

*

Hamileliğimin beşinci ayında, eşimin Ankara'daki bir iş gezisine ben de katıldım. Bayi ziyareti, Ankara cadde ve sokaklarında birkaç kez kaybolma ve sonunda otele ulaşma koşuşturması arasında gün geçmişti bile... Ankara şubesindeki çalışanların eşime önerdiği kafe-restorana gitmeye karar verdik. Harika bir yemek yedik. Gerçekten çok lezzetliydi ama porsiyonlar inanılmaz büyüktü.
Sanki birileri benim hamile olduğumu fısıldamıştı işletmecilerin kulaklarına. Bir parçası bile ziyan olmasın diye oldukça zorlandığımı anımsıyorum. Oldum olası, insanın önüne konulan yemeği bitirmesi gerektiğini düşünürüm.
Belki de büyüme çağımda Afrika ülkelerinde açlık çeken insanların, o zavallı bebeklerin, çocuğuna yemek bulamayan annelerin görüntüsü hep aklımda olduğundan...

O gece de kafeden çıkarken aynı ruh durumundaydım yine.
Kendimi, boğazıma hakim olamamakla suçlarken çıkış kapısının önünde pırıl pırıl bir erkek çocuk gördüm. Gecenin o saatinde, tek başınaydı.
Yaklaşık on-oniki yaşlarında, saçları taranmış, üstünde eski olmalarına rağmen temiz elbiseler olan bir çocuk.
Kafenin girişindeki lambaların altına oturmuş elindeki kitabı okuyordu.
Öbür elindeki poşeti ise yaklaşınca gördüm. Beni fark edince kitabından başını kaldırıp "Kurşun kalem ister misiniz abla? " dedi.
Dupduru bir ses, güzel bir Türkçe, hafif bir gülümseme ve gözlerimin içine bakan bir küçük adam...
Yanıt veremedim. Arkamdan eşime sordu, küçük çocuk.. Bu kez eşim, "Bilmem, ablaya soralım" cevabını verdi..
Çocuk, "Ablaya sordum zaten" dedi..
Eşim, soran gözlerle bana baktı. "Alalım" dedim ve çocuğa dönerek "Kaça satıyorsun kalemleri" diye sordum.
"Dükkânlarla aynı fiyat.
Hem bunlar arkası silgili olanlardan.. Ayrıca silgi taşımanıza gerek de kalmaz" dedi.
Sonra küçük bir ekleme de yaptı:
"Gerçi siz, benim kadar yanlış yapmazsınız yazarken, ya!.." Güçlükle "Neden" diye sorabildim.
Cevabını duraksamadan verdi:

"Siz büyüksünüz ve her şeyi öğrenmişsinizdir de ondan. Benim ise öğrenecek daha çok şeyim var" dedi ve okumakta olduğu kitabı gösterdi: "Türkçe ders kitabı." Ders çalışıyordu. Ankara'nın göbeğinde, 1998 yılının ekim ayının bir gece yarısına dakikalar kala, bir restoranın kapı lambasının ışığında Türkçe dersi çalışıyor ve kalem satıyordu.
"Alalım bakalım kalemlerinden" dedi eşim.
Kalem ve para, el değiştirdi kısa süre içinde.
Küçük dev adam, paramızın üstünü verdi ısrarla. Daha da devleşti gözümde.
Tam ayrılırken bana bakarak "Umarım kızınız olur abla ve size benzer" dedi.
Yanıt veremedim. Konuşsaydım biliyordum, tutamayacaktım gözyaşlarımı... Ona duyurmadan eşime fısıldadım.. "Kalemi geri verelim, zaten ne kazanıyordur ki..." Eşim geri döndü, kalemi çocuğa uzattı "Al, sende kalsın bu, başkasına satarsın, bizi almış kabul et" dedi.
O küçük dev adam, birden geri çekildi "Olmaz, parasını aldım. Sizde kalması gerek" dedi ve bize, kendisini hâlâ her gün anımsatan can alıcı darbesini vurdu..
"Ben dilenmiyorum ki!."
Yanılmıştı küçük dev adam. Aslında biz büyükler daha çok hata yapıyorduk ve bu hatalarımız silgi ile silinebilecek türde de olmuyordu.
Arabaya dek yürürürken ani bir kararla geri döndük. O çocuğu bulmalı ve onun için bir şeyler yapmalıydık. Ama yoktu..
Belki de yalnızca bir mesaj vermek için gelmiş, görevini tamamlamış ve gitmişti..
Kafe görevlilerine sorduk, tanımıyorlardı.
İlk gelişiymiş..
Onlar da çocuğun diğerlerine benzemediğini fark etmişlerdi.
Neden geç kalmıştık? Neden?
Şimdi kızıma bakınca, onun küçücük bedeninde, dev bir yüreğin içten dileğinin gerçekleştiğini görüyorum..
Kızım, tıpatıp bana benziyor.

***


KOVİD VE GÜL!..

Kovid'i bilim hâlâ keşfedemedi ya, önüne gelen rahatça sallıyor internette. Gazetelere de malzeme lazım, hele kötüsü olursa, hemen kapıp haber yapıyorlar.. Ama kötüsünü..
Tıp bir türlü ilerleyemiyor ya.. Bizim çocukken "Kocakarı ilacı" dediğimiz, çok da faydasını gördüğümüz halde alaya aldığımız şeye şimdi "Alternatif Tıp" dediler..
Hani birçok şeye iyi gelen birçok şey var ya, eskiden aktar dediğimiz yerlerde satılan baharat türü şeyler..
Kovid'e ne iyi geliyormuş bilir misiniz?. Gül.. Bildiğimiz gül.. Aktarda değil, çiçekçide satılan.. Öyle pişirmek, haşlamak falan da yok. Gülü alacaksınız, vazoya koyacaksınız, yaşadığınız salona yerleştireceksiniz.. Hepsi o.. Gerisini gül yapıyor, Kovid-19 virüsünü kaçırıyor, kaçamayanı yok ediyormuş..
Vallahi gül yaprağının, suyunun falan "Kilo kaybına yardımcı, doğal nemlendirici" olduğunu duymuş, rahatlatıcı etkisini okumuştum. Güneş ışınlarına karşı koruma sağladığını, sivilceli ciltlere çözüm ürettiğini, kabızlığa iyi geldiğini de.. 40 derde deva tamam da, ama Kovid?.
Hem de vazoda canlı canlı dururken..
Pardon.. Pardon.. Kovid'e iyi gelen gülün sapıymış.. Bu yüzden vazoya konacak bu güllerin sapı 1 metre olmalıymış..
Dannnn.. Kafama taş düştü.. Geriye dön.. Marş!.
70'li yıllarda tatilimi geçirmek için her yaz Köln/Aachen yaptığım yıllarda, beni sık sık evlerine davet eden arkadaşlarımın eşlerine gül götürürdüm, giderken. En sevdiğim çiçek olduğu için bir.. O yıllarda Alaman kentlerinde hemen her köşe başında sapları 1 metre olan bakara gülleri satılırdı.
7 tane alırdım çok kolay, iki..
Hatunlar çiçeği ve çiçek getireni çok severlerdi üç..
En çok gittiğim Taş Kafa dediğimiz Vural'dı.
Genç yaşta kaybettik.. Vural sık sık İstanbul'a gelirdi. Cüneyt Ağbi'yi de (Koryürek) çok severdi.
Bir gelişinde "Hadi Cüneyt Ağbi'ye gidiyoruz" dedi. "Olur" dedim.. "Ama önce gül alacağız" dedi.. "O benim çok zahmetimi çeken sekreterine vermek için.." Harbiye, Nişantaşı çiçekçi dolu o günlerde..
Girdik.. Vural "Sapı bir metre olacak" dedi. "O boy bulunmaz" dedi çiçekçi.. Bulunmazmış gerçekten..
Öteki.. Öteki.. Civardaki bütün sokaklara girdik, kan ter içinde kaldık.. Yok.. 1 metre saplı gül yok.. Ben bittim, Vural'da inat bitmedi.. Sonunda bir çiçekçi "Bu olsa olsa Necmi Rıza Ustamızda olur" dedi.
Necmi Rıza ünlü müzisyen.
Çiçekçi de açmış, Şişli'de. Nigar Uluerer de "Nigoş Çiçekçi" açtı ya.. Bizim sokakta hâlâ durur..
Atladık taksiye gittik Necmi Rıza'ya..
Var!.. Aldık 1 metre saplı gülü.. Geldik Delta Ajans'a..
"O Vural Bey" dedi, benim de çok iyi arkadaşım olan sekreter.. Vural arkasında saklamayı nasılsa başardığı 1 metre saplı bakara gülünü uzattı. Sekreter (Adını yazmam) aldı gülü..
Gülümsedi. Sapından tuttu. Goncanın 10 santim altından kırdı ve çiçeği masasındaki su bardağının içine öylece bıraktı. 1 metre sap da çöpe..

***


Pazar Neşesi
65 yaşındaki milyarder, herkesten gizli evlendikten sonra, tüm arkadaşlarına durumu haber vermek için düğün yapmaya karar verdi..
Yıllanmış arkadaşları, 23 yaşındaki fıstığı görünce, kıskançlıktan deliye döndüler. Gecenin ilerleyen saatlerinden birinde, ortalık sakinleşir gibi olunca, arkadaşlarından biri damadı bir köşeye çekti ve "Bu afeti seninle evlenmeye nasıl ikna ettin" diye sordu.
"Yaşım hakkında yalan söyledim" dedi, milyarder.. Arkadaşı şaşkın şaşkın "Ne kadar salladın ki" diye sordu. Milyarder güldü..
"89 yaşındayım, dedim!."

***


Yüksel'den..
Bir ayı kokusunu almış,
bir çakal pusuda,
bir başkası mermiyi namluya sürmüş...
Masum ceylan,
aklı yavrularında.
(Yüksel Durak/ Yarım Bardak Su kitabından.)

***


Latin Sözleri
Amantis iusiurandum poenam non habet.
"Âşığın yeminine ceza kesilmez!"
Publilius Syrus

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA