Yönetmenlerin çekme fırsatı bulamadığı filmlerin, çektikleri filmlerden daha fazla olduğu, zihinlerinde her daim birden fazla filmin döndüğü bir gerçek. Hele Tarantino gibi kafasında proje yığınıyla gezen, her fırsatta "Aklımdaki tüm filmleri çekemeden öleceğim" kabilinden açıklamalar yapan bir adamın aklının bir köşesinde çekmek için yanıp tutuştuğu özel bir projesinin olmaması elbette imkansız. Kimi yönetmen buna "hayatımın filmi" der, kimisi de "kariyerimin zirvesi". Sorun şu ki, birçok yönetmen bu filmleri çekme şansı bulamaz. Yahut çektiğinde kendisini fazla ciddiye aldığı için başarısızlıkla karşılaşır. Tarantino'nun durumuysa epey farklı. Şimdiye dek her biri fazlasıyla beğenilen filmlere imza atmış olmasından ötürü, çektiği şeyin hayatının en önemli projesi ya da en saçma projesi olması kimseyi pek ilgilendirmiyor. "Tarantino çekmişse bir hikmeti vardır" fikriyle hareket eden nice sinefile hak vermemek de mümkün değil bir yandan. Hayatının en önemli filmini daha ikinci sinema deneyimi olan "Pulp Fiction/Ucuz Roman"da çekmiş birinin, hayatının en önemli ikinci filmiyle müşerref olmak hayli enteresan olacağa benzer. "Soysuzlar Çetesi/Inglourious Basterds", Tarantino'ya göre yazdığı en iyi şey ve "Ucuz Roman"dan sonra çektiği filmler içerisinde, "Ucuz Roman"a en yakın bulduğu filmi! Yirmi yıla yakın süredir üzerinde fikren ve fiilen çalıştığı projenin kendisi için bir hayal kırıklığı olmaması bizler açısından da elbette sevindirici.
(...)
İkinci Dünya Savaşı'nda, Almanya'nın Fransa işgaline başladığı yıl ailesinin Naziler tarafından öldürülüşüne tanıklık eden Shosanna Dreyfus adlı genç kız (Mélanie Laurent), bu katilami gerçekleştiren kişi olan General Hans Landa'dan (Christoph Waltz) intikam almak için yemin eder. Hayatını kurtarıp Paris'e taşınan genç kız, burada yeni bir kimliğe sahip olur ve bir sinema salonunda çalışmaya başlar. Aynı dönemlerde, Avrupa'nın bir başka bölgesindeyse Amerikalı Teğmen Aldo Raine'in (Brad Pitt) komuta ettiği Yahudiler'den oluşan bir ekip, Hitler Almanyası'nın liderlerini avlamak amacıyla yola çıkmıştır. Düşman tarafından Basterds olarak anılan bu ekibin tek amacı Nazi avlamaktır. Teğmen Nazi katilamına dönüşecektir…
(...)
Avrupa'nın en büyük travmasının ortasına bir western hikayesi yerleştiren Tarantino, filmin çekimlerinin ardından 6 haftalık kısa bir sürede kurguyu tamamladı. Yönetmen, Cannes Film Festivali'nin takvimine yetişmek için çabalıyordu. Bu çabanın sebebiyse, filmi hikayenin geçtiği topraklara hediye etmek istemesiydi. Zira çoğunluğu Almanya ve Fransa'daki gerçek mekanlarda çekilen film için, geçmişte Joseph Goebbels tarafından Hitler'in propaganda filmlerinin çekildiği Berlin'deki orijinal stüdyolar Tarantino'nun hizmetine sunuldu.
Filmin Cannes Film Festivali'ndeki ilk gösteriminin ardından Tarantino, korktuğu türden bir atmosferle karşılaşmadı. Yönetmen, "Bu film tarihi gerçeklerle ilgilenmiyor!" benzeri eleştirilerden çekinse de, bu yönde çok fazla tepki almadı. Yine de Cannes'daki basın toplantısındaki konuşmasına "Bu film İkinci Dünya Savaşı gerçeğini yansıtmak için yapılmadı. Buradaki karakterler savaşta hiç varolmadı sadece hikayede bu savaşın içine yerleştirildiler" diyerek başladı.
Filmin dış basında aldığı eleştiriler genel olarak uzun ve temposuz oluşuyla ilgiliydi. Ayrıca Pitt'in, varlığıyla filme zarar verdiği öne sürülüyordu. Kimileriyse filmin mizahi yönünü, sahnelerindeki usta işçiliği, senaryosunu hayli övüyordu. Bu kanat, filmin macera dolu sahnelerinin başarısından, savaşı yansıtan set tasarımlarından, Pitt dahil olmak üzere oyunculuklardan memnundu. Kısacası Tarantino bir kez daha tipik bir Cannes macerası yaşadı. Nerdeyse her filminde olduğu gibi "Soysuzlar Çetesi" de Cannes'da eleştirmenleri iki ayrı kutba çekmeyi başardı. İzleyicinin hangi kutupta duracağınıysa bu ay göreceğiz…