Pazar 09.06.2013

Eski dönemin 'tedavi'leri

Sağlık alanındaki gelişmeler Antalya'da özellikle son yirmi yıl içinde hızlandı. Antalya il merkezinde 1950'de sadece 75 yataklı bir hastane varken, bugün bu sayı 19'a ulaştı

Son 20 yıl içinde gelişen modern hastaneleri, birikimli doktorları ile Antalya, sağlık yönünden yurdumuzun en önde gelen illerinden biri olda. Hastanelerimizde yapılan organ nakilleri yanında son birkaç yıl içindekiyüz ve kol nakilleri Antalya adını, tıp dünyasına taşımıştır. Böylece Antalya'daki hastanelerimiz Sağlık Turizmi'nde de söz sahibi oldular. Düne baktığımızda 1950'de Antalya'da bütün il, ilçe ve köylerinin faydalandığı 75 yataklı yalnızca bir Devlet Hastanesi varken, hastane sayısı bugün kent merkezinde 19'a; bütün ilde 53'e ulaştı. Yatak sayısı ise artık binlerle ifade edilir oldu. Bu sayıya her ilçede bulunan çok sayıdaki sağlık merkezi dahil değil. Şimdi gelin 40-50 yıl gerilere gidelim. O günlerin sağlık sorunlarına ve tedavi usullerine bir göz atalım.
HASTALIKLAR ÇOKTU

Benim çocukluğumda da hastalıklar çoktu ama, her rahatsızlıkta hemen doktora gidilmezdi. Önce insanlar, kendilerinin bildikleri metotları kullanırlar; daha sonra duruma göre hastalıkları ciddileşince doktora gitme ihtiyacı duyarlardı. Çoğu ailede evde bulundurulan sinameki yaprakları kaynatılır suyu içilirdi. Üşütme durumlarında kupa kullanırlar, ya da sülükle kan aldırırlar; çok ciddi durumlarda da neşter ile kan akıtmaları için tecrübeli berberlere başvururlardı. Diş çekimi ve tedavisini, sünneti yine berberler yapardı. İlaç gerektiğinde, Akdeniz Eczanesi sahibi Mehmet (Necef) Bey'e gidilir; ilaç hazırlatılırdı. Mehmet Bey Üçkapılar'daki Akdeniz Eczanesi'nin bir odasını bir tür laboratuar haline getirmişti. Burada birtakım kimyasal maddeleri hassas bir terazide tartıp, karıştırarak kendi icat ettiği veya bilinen formüllere göre ilaç yapardı. Örneğin yeni doğan bebeklere gaz ilacı için muhakkak ona koşulurdu. Çarpma sonucu oluşan morluklara taze et konur; nezle, grip gibi hastalıklarla, ufak tefek rahatsızlıklar için hemen doktora koşulmazdı. Ancak çok ciddi durumlarda doktora gidilirdi. Gripin, Derman, Aspirin gibi ilaçlar bakkallarda satılırdı. Aspirin hemen her türlü hastalıkta kullanılırdı. Yutması zor bir hap olan Gripin, baş ağrısına birebirdi. Bir kutuda bir adet gripin bulunurdu. Mide bulantısına nane-limon kaynatılıp içilirdi. Boğaz ağrılarında ve üşütmelerde ise içine kabuk tarçın, elma kabuğu katılarak kaynatılan ıhlamur tercih edilirdi. Çarpma ile oluşan şişliklerde; ağızda çiğnenmiş francala ekmek içi konur ve üzerine büyükçe madeni para konularak bastırılırdı. Zehirlenmelerde sarımsaklı yoğurt yenirdi. Yanıklara soğuk su dökülür, hafif ısıtılmış yumurta akı sürülürdü. Güneş yanıklarına da yoğurt veya domates sürülürdü. Kabızlığa karşı sinameki kaynatılır, İshale karşı pirinç lapası ve haşlanmış patates, koyu çay içilirdi. Ayak burkulmaları, sırt ağrılarında ağrıyan yer rakı ile ovulur; üzerine kömürde pişirilen soğan konup üstüne bez bağlanırdı. Kahve ilaç olarak da kullanılırdı. Ateşe, ishale ve kızamığa karşı limon suyu ile kahve verilirdi. Kızamık olan çocukların yastığı altına pembe şeker yerleştirilir, döşemeye de, kızıllık tatlı olsun diye birkaç avuç şeker atılırdı. Sarhoş olanlara da bol toz kahve yuttururlardı. Kesik yerlere kanı durdurmak için, tütün ve sigara külü bastırmak adettendi. Daha büyük yaralanmalar için evlerde, kilerin duvarında asılı şişeler içinde oksijenli su, tentürdiyot, kekikyağı bulunurdu. Kekik yağı, üşütme hallerinde; sırta, ağrıyan yerlere zaman zaman da, yaramazlık yapan çocukların ağzına minik mantar kapağı ile sürülürdü. Oksijenli su ve tentürdiyot, genellikle büyük yaralanmalar içindi. Yara oksijenli suyla temizlenir, üzerine tentürdiyot sürülürdü.
DAHA NELER NELER YAPILIRDI...
Eskiden basur tedavisinde çay kavrulur, sonra un haline getirilerek hastaya yedirilirdi. Nar kabuğu, suyu, kızılcık çekirdeğinin dövülmesinden elde edilen un da basur tedavisinde kullanılırdı. Egzamaya karşı ısırgan suyu içirilir, posası da egzamalı yere konulurdu. Karın ağrısına karşı da papatya yaprağı kaynatılarak suyu içilir, ya da Hindistan cevizi yağı aç karnına yutulurdu. Vereme karşı, ya kesilen bir köpek yavrusunun eti hastaya yedirilir, ya da koyunun akciğeri ortasından yarılarak hayvanın sırtına bağlanırdı. Eşek sütünün vereme ilaç olduğuna inanılır, hatta köpek pisliğinin yoğurtla karıştırılarak hastaya yedirilmesi de veremli hastaya şifa verecek sanılırdı. Bu ve buna benzer o günkü insanların kullandığı tedavi yöntemlerinin hepsini yazsam haftalarca sürer. Son günlerde aspirin gibi ilaçların dahi eczanelerden reçete ile alınacağı söylentilerini duyunca, eskiden bu gibi ilaçları bakkallardan aldığımız günler aklıma geldi. Bugün sizlerle bu konuyu paylaşmak istedim... Sağlıcakla kalın...

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.