Pazar 01.09.2013

Eskiden Konyaaltı Obaları'nda yaşam

Konyaaltı'da oba yaşamında hafta içinde, bir veya birkaç kez yazlık sinemaya gidilirdi. Halk obalarından getirdikleri minder üzerinde yerde oturarak sinemayı seyrederdi

Obalar öyle ahım şahım lüks villalar değildi. Adından da anlaşılacağı gibi tahtadan ve sonraları betondan yapılmış, bir oda, bir mutfak ve duş gibi de kullanılan bir tuvaletten oluşan alandan meydana gelmişti. Bu obaların önünde de 20-30 metrekarelik alandan oluşan üç tarafı açık, tabanı betondan yapılmış ve hemen hemen oba yaşamının tamamının geçtiği bir sundurma vardı. Bu bölümde gün boyunca oturulur, yemekler yenir, yatılı gelen misafirler burada ağırlanırdı. Bu sundurmanın iki veya üç kenarında çocukların veya misafirlerin yatması için de mutlaka topan (düğmeli) yastıklı iki-üç sedir bulunurdu. Sundurmanın üç yanı bir telle çevrilerek, bu tele halkalara beyaz keten bezinden yapılmış perdeler düzgün bir şekilde geçirilirdi. Bu perdeler, obanın önündeki sundurmanın üç yanındaki açık bölümleri tamamen örtüp, geceleri dışarıdan obanın içini görmeyi engelleyecek büyüklükte olurdu. Gece yatma vakti gelince, bir tel üzerinde hareket eden bu perde ile veranda sıkı sıkıya kapatılırdı. İki perde arasında kalan küçük bir açıklık bile olsa, bu mandallarla birbirine sıkıştırılır ve deniz havluları ile kapatılırdı. Amaç içerde soyunurken, elbise değiştirirken dışarıdan görülmemekti. Fakat içeride ışık açık unutulduğunda bu beyaz perdeler, geceleri yatarken, adeta birer Karagöz perdesine dönüşürdü. Sundurma altında yapılan soyunma hareketleri, perdeye gölgeler halinde yansır; dışarıdan bakıldığında ilginç manzaralar ortaya çıkardı.

OBALAR İHALE İLE

Benim de 1970'li yılların sonunda, Konyaaltı'da ailemle birlikte birkaç yıllık bir oba sefam oldu. Ben o zaman, Turizm Müdürlüğü'nde Tercüman-Rehber olarak görevliyim. Festivallerde belediyenin yabancı konuklarına tercüman ve gerektiğinde rehberlik yapıyorum. O zamanki Belediye Başkanı Selahattin Tonguç'un "Antalya'ya yaptığı katkılardan dolayı" diyerek, Belediye Encümeni'nde bir karar aldırıp, Konyaaltı'da bana bir oba tahsis etmesi; beni hem duygulandırdı, hem de gururlandırdı. Ne demek, ben de bir yazlığına obalarda, oba için bir servet harcayan Antalya'nın zenginleri gibi serin serin bir hayat sürecektim. O güne kadar bu obalardan kiralayamayan veya I. ve II. Arapsuyu'nda derme-çatma çardaklar kuramayan her Antalyalı gibi biz de bugüne kadar bazen akşamları evimizin bahçesinde, çardağında serinlemeye çalışmış, bazen de akşamları, Karaalioğlu Parkı'nda, Mermerli Gazinosu'nda, Tophane Çay Bahçesi'nde gece yarısına kadar havanın serinlemesini az mı beklemiştik. Hatta çoğu zaman buralara yiyeceklerimizi alarak gider; yer içer, hava biraz serinleyince gecenin geç saatlerinde yatmak için evlerimize dönerdik. Çoğu zaman da serinlemek için ailecek yazlık sinemalara giderdik. Dönüşte hâlâ açık olan dondurmacılarda içimizi serinletir, yatağa öyle girerdik.

MİSAFİRİ BOL OLURDU

Obada bir yaz boyunca yaşamak tabii ki benim için o kadar da kolay olmadı. Obada kalanların hafta sonları, Antalya'dan gelen misafirleri çok olurdu. Bunlara yemek yetiştirmek öyle kolay değildi. Bir de bu misafir ağırlamak için harcanan paralar. Benim gibi dar gelirli bir memurun harcı değildi. Neyse biraz ek iş yaptık, biraz borçlandık ama, misafir sever geleneğimizden, bütün yaz boyunca hiç taviz de vermedik. Çünkü, cumartesi-pazar günleri, koltuğunun altına çarşıdan bir karpuz kapan sabahın erken saatlerinde soluğu obanızda almıştır. Sabahleyin denize girmeden önce -her ne kadar onlar, "O işi biz evde yaptık" deseler de gelen misafirlerle birlikte dört dörtlük bir sabah kahvaltısına oturulur. Misafirler neşe içinde denize girerlerken evin hanımı, kızı, mutfakta yüksek bir performansla öğle yemeğini hazırlarlar. İkindiye doğru ikinci kez tekrar denize girilir. Ve sonrasında yine "ikindi çayı"ndan çok, mükellef bir ziyafeti andıran çay faslı başlardı. Sonra da oldu olacak, misafirlerin akşam yemeğine kalmasına ses çıkarılmaz; hatta ev sahibi ısrarcı bile olurdu.

AKŞAMLARI MANGAL KEYFİ

Akşam güneşi, Beydağları'nın arkasında kırmızı ışıklarını saçarak, yavaş yavaş kaybolmaya başladığı sırada; işte o zaman, mangalda kömür yakılır, akşam yemeğinde misafirler için hazırlıklar başlardı. Mangal yakma; etleri, soğanları, yeşil biberleri kömürde pişirmek evin erkeğinin işi idi. Hanımlar da mutfakta hep beraber salataları, mezeleri hazırlardı. Sonra sofralar kurulur, mezeler sofraya sıralanır, dolapta buz gibi soğutulmuş içkiler, kadehler masa üzerinde yerlerini alırdı. Neşeli sohbetler birbirini izler. Misafirler kente dolmuş bulamama kaygısı ile saat 23.00'te kalkmak için yavaş yavaş hazırlanırlar; arabaları olan misafirler ise misafirliklerini biraz daha uzun sürdürürlerdi. Bu her hafta cumartesi- pazar günleri bunlar hep yaşanırdı. Haftanın çalışma günleri ise evin erkeği kente işinin başına gider, akşam üzeri gün batarken dönerdi. Akşam yemeği yendikten sonra yan ve arka oba komşuları ile bir arada toplanılır, sohbet edilir, eğlenilir, hoşça vakit geçirilirdi. Bu sohbetlerde, kadınlar arasında "bu hafta sonu sana kaç misafir geldi, bana kaç misafir geldi" dedikodusu da yapıldığını, söylemeye bilmem gerek var mı?

YAZLIK SİNEMA

Bir de Konyaaltı'da obalarda kalınırken, hafta içinde bir veya birkaç kez yazlık sinemaya gidilirdi. Bugünkü 12 Eylül Koruluğu'nun başında, etrafı birkaç metrelik briket bir duvarla çevrili bir yazlık sinema vardı. Sinemanın batı duvarı ise yine briketten üç metre kadar yükseltilmişti. Üzeri harçla sıvalı kireç sürülerek yapılmış bu duvar sinemaya perde görevi görüyordu. Sinemada her ne kadar birkaç gelişigüzel maviye boyanmış kanepe var ise de halk daha çok obalarından getirdikleri minder üzerinde yerde oturarak sinemayı seyrederdi. Buranın diğer bir özelliği de içki sigara serbestti. Konyaaltı'daki bu yaşam, eylül sonunda veya ekim başındaki ilk yağmurlara kadar sürerdi. Okula gidecek çocuğu olmayanlar, birkaç hafta daha kente taşınmayıp, obada kalmayı yeğlerlerdi.
SABO TESİSLERİ
Gelir durumları Konyaaltı obalarında kalmaya uygun olmayanlar, özellikle hafta sonları Konyaaltı Plajı'nın başında ve hemen varyantın altındaki Konyaaltı Gazinosu'na giderlerdi. 1958-1963 yılları arasında bu gazinoyu Sadullah Öncel işletiyordu. 1963 yılında ise İstanbul'dan geldiği söylenen "Sabo" adlı bir bayan, gazinonun işletmesini devraldı ve gazinoda o günlere göre çok modern sayılabilecek değişikler yaptı. Yeni, modern soyunma kabinleri yaptırdı. Doğal olarak da plaja giriş fiyatları çok yükseldi. Yerli halk bu gazinodan elini ayağını çekti, gazinoyu "çok pahalı" diyerek eleştirmeye başladı. Fakat Antalya'nın bıçkın ve hali vakti yerinde olan delikanlıları, genç kızları Sabo'ya adeta abone oldular. "Nereden denize giriyorsun?" diye sorulunca, yanıt olarak "Sabo'dan" diye etrafa hava atılırdı. Burası akşamları da bir taverna gibi çalışırdı. Konyaaltı obalarına ilgi arttıkça, Arapsuyu'na doğru eski obaların yanına, yenileri eklenerek 1980'li yıllarda, sayıları 400'ü buldu. Artık Konyaaltı, Antalya sosyetesinin yaz aylarını geçirdiği en gözde yeri idi. Bu arada yıllar geçtikçe modernleşen ve bir turizm kenti olan Antalya'ya bu obalar yakışmaz oldu. Tüm itirazlara rağmen 1987'de obalar yıkılınca, Konyaaltı'daki o renkli yaşamın tarihi de son buldu.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.