Perşembe 22.11.2012 00:00
Son Güncelleme: Çarşamba 28.11.2012 12:18

“Kimse aslında gerçekten birini sevmekle ilgilenmiyor”

48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde Devin Özgür Çınar’a En İyi Kadın Oyuncu dalında Altın Portakal kazandıran “Geriye Kalan” henüz vizyona girmişken, ünlü oyuncuyla filmin merkezinde yer alan aşk, evlilik, yalnızlık ve aldatma üzerine konuştuk.

Yedi yıllık evliliğini "öteki kadın"ın varlığını öğrenince kurtarmaya çalışan, bunun için de yıkıcı sonuçları olan kararlar almaktan çekinmeyen bir kadın, Sevda… Ve hayatı mücadele içinde geçen, tek oğluyla hayata tutunmaya çalışan "öteki kadın" Zuhal… 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde En İyi Yönetmen ve En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini ve 12. İzmir Film Festivali'nde En İyi Senaryo ve başrol oyuncularından Şebnem Hassanisoughi'ye de En İyi Kadın Oyuncu ödüllerini kazandıran, Erkan Bektaş ve Burak Tamdoğan'ın da rol aldığı "Geriye Kalan" nihayet izleyiciyle buluşuyor. Bol ödüllü filmde "öteki kadın"ı canlandıran 38 yaşındaki Devin Özgür Çınar ile sohbet ettik.

"Geriye Kalan"da yasak aşk yaşayan Zuhal karakterini canlandırıyorsunuz, nasıl bir kadın Zuhal?

Bir oğlu var, astım hastası. Biz Zuhal'in boşandıktan sonraki sürecine, erkeklere isyan ettiği döneme tanıklık ediyoruz. Aslında bu o kadar sık karşılaştığımız bir şey ki… Kadınların da, erkeklerin de evlendikten, çocuk sahibi olduktan sonra özellikle, orta yaşa gelince kendilerini sorgulama dönemleri oluyor… Zuhal de bu dönemi geçiriyor. İşe gidiyor, çocukla ilgileniyor.

Kırgınlık var galiba biraz Zuhal'de hayata karşı… Esas kadın Sevda da tam tersi sanki?

Sevda da derli toplu, kocasının gömleğinin ütüsünün en ince ayrıntısına kadar ilgilenen, çeri çöpü ortalıkta bırakmayan bir tip. Tabii bu filmin kadınları bu kadar iyi analiz etme sebebi, yönetmenimiz Çiğdem Vitrinel'in de kadın olması… Aslında belki de bir kadının tüm halleri var. Sevda'da olan titizlik, kadınlarda olan huzursuz, nevrotik zamanlarında çok rastlanan bir durumdur ya. Özellikle kafaya bir şey takınca kadınlar deli gibi temizlik yapmak ister, değil mi? Evet, bazen benim de ortalığı deli gibi temizleyesim gelir… Çabuk dağıtırım ben ortalığı. 20'lerimde çok daha derli topluydum ama. Sonra sana yük olan şeylerden kurtulmaya başlıyorsun yaşın ilerledikçe.

Siz daha önce annenizle yaşadınız… Şimdi yalnız mı yaşıyorsunuz?

Uzun zamandır tek başına yaşıyorum. 17'me kadar annem ve kardeşimle yaşadım İzmir'de. Sonra Ankara Konservatuvarı'nı kazandım, oraya taşındım. Dört sene okudum orada. Sonra da İstanbul'a geldim.

Zuhal'e geri dönelim. Kendisi evliliğini başarı olarak gören bir kadın, galiba?

Öyle… Bir yanda evliliğini hayatının en büyük başarısı olarak görmüş, ne pahasına olursa olsun bunu sürdürmek isteyen bir kadın, öyle yetiştirilmiş…

Aslında günümüzde kadınlar biraz da öyle bir "süper güç" olmaya çalışıyor gibi…

"Tek başımayım, çocuğuma da bakarım" demekle olmuyor ki... Erkekler genellikle de böyle zaten, çok çalışkanlık göstermiyorlar ev işlerinde, geri çekiliyorlar. Kadınlar tüm sorumluluğu yükleniyor ve sonrasında da bir anda çok yalnız hissediyor ve "ben bunu ne için, kimin için yapıyorum" diye sormaya başlıyorlar. Orta yaşa gelince de "benim hayatım böyle mi geçecek" demeye başlıyorlar.

Kadınların yükü daha ağır, belki de ondan…

Öyle. Sistemin dayattığı gibi evlenmek, çocuk sahibi olmak, mutlu bir ilişki, iyi bir kariyer, anneysen hem iyi bir kariyerinin olması, hem çok da güzel olmak falan… Beklenen o kadar çok şey var ki. Erkekler de büyük bir yükün altındalar aslında. Belki kadınlar kadar didiklemedikleri için, bütün bir resimle ilgilendikleri için, belki de dünyada 1-0 önde başladıkları için her şeye… Tüm bunlar olurken, kimse sevmenin yanına yanaşmıyor. Birini sevmek, dinlemek, birinin seni dönüştürmesine, değiştirmesine izin vermek… Aslında kimse bunlarla ilgilenmiyor.

Çünkü aşk biraz da teslim olmak demek, değil mi?

Evet, ben şunu da düşünüyorum. Zuhal zaten olmayacağını baştan bildiği bir şeye giriyor. Gerçek bir ilişki olmayacağını biliyor yani… Onu gerçekten sevip koruyacak biri olmadığını anlıyor, Cezmi'nin.

İlişkiler biraz da arkadaşlarımıza, çevremize anlattığımız kadardır, diyorsunuz yani?

Seni değerli yapan şey ne kadar büyük aşk, ne kadar -güya- tutkulu bir ilişki yaşadığın ve acı çektiğin… Tüm bunlar seni "birisi" haline getiriyor. Aşk, içi bomboş halinden bahsediyorum, bir değer haline geliyor. Kadın kendi kendine kaldığında bu adamla ilgilenmez belki de... Ama o doktor ya mesela, yani kaçırılmayacak bir insan… "E ortada adam yok zaten. Bu bana şöyle davranıyor, böyle davranıyor… Eee, daha ne istiyorsun" oluyor. Sürekli bir mağduriyet, mahrumiyet üzerinden hayatlar kuruluyor.

Anneler kızlarına genelde "yaşın geldi, hadi artık evlen" der ve evlilik konusunda ısrarcı bir tutum takınırlar. Sizin annenizle ilişkiniz nasıldı?

Annem ve kardeşimle büyüdüm. Evde bir büyük erkek yoktu. Annem hem erkek hem kadın gibiydi. Dominant da bir karakter sayılır, çünkü tek başına iki çocuk büyütmek zorundaydı. Bana kimseye ihtiyacım olmadan, tek başıma ayakta durabilmeyi öğretti. Bu kadar kuyruğu dik tutmak da doğru değil aslında, burada büyük bir kibir var. Hayatla ilgili bir sürü paylaşımı yaşamana engel olan bir şey de olabilir bu yani…

Belki de siz Sevda gibi kabullenmeyeceksiniz hiçbir ilişkinizi…

Yok, benden Sevda çıkmaz hiçbir şekilde. Evlilik ve aile kurmak beni biraz ürküten şeyler. Aile bir yandan korkutucu bir şey bazen. Bir çocuğun yetiştiği aile çok önemli. O ailenin hangi dinamiklerle var olduğu çok önemli… Sonra ortalığa sevmeyi bilmeyen bir sürü insan çıkıyor. Bizi oluşturan şey ailemiz. Hemen zırt diye aile kurulması, hemen herkesin çocuk sahibi olması, pervasız olunması, özellikle kadınların tek varoluşlarının anne olmak olması bana hep üzücü geliyor. Anneliğin bu kutsallığı falan da çok inandığım bir şey değil benim açıkçası. Çünkü bu fedakârlıklar ileride çocuktan parça parça çalabiliyor. Çocuk bu sefer tüm hayatını suçluluk duygusuyla yaşıyor. Düşünsene anne ve babaya borçlu dünyaya geliyorsun. Sevgi bunun neresinde aslında çok anlayamıyorum. Bol keseden üfürülen aile, kutsallık, annelik gibi kavramlar düşündürücü geliyor bana.

Neden peki?

İnsanların çoğunlukla gerçekten kendi iradelerini kullanarak çocuk sahibi olmaması kötü. Aman tren kaçmasın, aman biyolojik saat dolmasın, hep bir şeyler kaçmasın diye, hep yetişmen gereken bir şeyler var… Senin hayatla ilgili kararların gümbürtüye gidiyor. Zaten sistem gümbürtüye gitmesi üzerine kurulmuş. Çocuk sahibi olmaya karşı olduğum için değil bu söylediklerim. Bu ezber, bu otomatik davranışlar özellikle bizim gibi çoğunlukla ergenlerden oluşan bir memlekette zor. Bir yerine üç çocuk oluyor, anne-babalar önce kendilerini mi büyütsünler, çocuklarını mı…

"Buraya ait değilim ve gideceğim, bir gün çocuk yaparsam tek başıma yetiştireceğim" dediğiniz oluyor mu hiç?

Yok, hayır. Ben de tek bir anne tarafından yetiştirildim, ona inanmıyorum. Buradan gidecek kadar özgürlüklerimin kısıtlandığı bir hayat yaşamıyorum. Çok da herkesten uzak, özgürlüğüyle kafayı yiyecek bir insan değilim yani. Burada da kendi istediğim şeyleri yapabilecek ortamlar yaratırım. Prensip olarak çocuğa sormadan onu babasız yetiştirmeye hakkım olmadığını düşünüyorum sadece.

Evlilik konusunda ne düşünüyorsunuz?

Bence asıl mesele evliliğin kimsenin bilmediği, soyut bir şey olması. Bu konuda pek çok kafadan ses çıkıyor. Ama asıl mesele bir yakınlık kurmak ve bence sorgulanması gereken şey bu. Bu tabii sürekli kendinle mesai içinde olmayı gerektiriyor. Yalnız eşinle, sevgilinle değil bence anne babanla, çocuğunla da kurman gereken bir ilişki. İnsanın kendisiyle kurduğu yakınlıkla oluşuyor hayat. Evlendiğin kişi seni tamamlayacakmış, senin kusurlarını kapatacakmış gibi bir algı var. Halbuki öyle değil. Hayat sıkıntıyı da kapsayan bir şey. İnsanlar nedense yalnız kaldıklarında, mutsuz olduklarında bunu düşünüyorlar. Mutlu olunca da açgözlü gibi ne kadar alacağının hesabını yapıyorlar.

Ama bu insan psikolojisi galiba… Erkekler de genelde "kadınlar çok garanticidir" der, oysa kadınlar için de erkekler fiziksel olarak daha rahattır. Belki de Türkiye'de bunları daha ağır yaşıyoruz, kim bilir?

Aslında bunlar bizim gibi okumuş insanların da düştükleri bir tuzak. Bir insan olarak bizim yanımıza yakışacak, bizi küçük düşürmeyecek, statümüze, sosyo-ekonomik durumumuza uygun kişileri arıyoruz… Her şey öyle bir vitrin ki. Hepimiz bu vitrindeyiz. Herkes daha iyi olmakla ilgileniyor, kimse iyi ile ilgilenmiyor. Mutlu olma arzusu, açgözlülüğü, bu konuda verilen reçeteler falan ancak yanında biri varsa, evliysen, bir erkek varsa tamam oluyor, sen sanki o zaman tamamlanmış oluyorsun. İnsandaki bu çaba yüzünden kimse ne hissettiğini anlayamıyor. Hep "şunun olması gerek" diyoruz. O yüzden soyut anlamda söylüyorum, bazı şeyleri hep öldürmek üzerine kuruyoruz. "Ben ne yapabilirim" yok kimsede. "Karşıdan ne alabilirim" var.

Sebla Koçan

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.