Pazartesi 21.01.2013 00:00
Son Güncelleme: Pazartesi 21.01.2013 07:06

Erdoğan Kürt meselesini çözecek!

Duygu Leloğlu deneyimli siyaset adamı Işın Çelebi ile konuştu.

*Kitabınızın önsözünde, aslında Galatasaray yönetiminde iken yaşadığınız haksızlıkların sizi bu kitabı yazmaya ittiğini ima ediyorsunuz. Galatasaray Liseliler mi size haksızlık yaptı?
Hayır. Galatasaray üzerinden kendine çeşitli imkanlar çıkaranlardan bahsediyorum. Bunlar her zaman Galatasaray'ın yönetiminde görev alıp kendilerine bir yetki alanı yaratmaya çalışan insanlar. Onlar yetki alanlarını kullanarak hem Türkiye'ye daha etkili olmaya, hem de güç kazanmaya çalışıyorlar. Bu yüzden de insanlara ötekileştirme mantığı ile ve tepeden bakan bir tavırla, aynı Türkiye'deki mantığın, yapının bir benzerini oluşturuyorlar. Bunların sayısı yukardan aşağı toplasanız 15-20 kişiyi geçmiyor. Ad vermem. Herkes kendini biliyor.
*Bu nedenle mi size ve Adnan Polat'a haksızlık yaptılar?
Yani bana ve Polat'a değil, asıl Galatasaray'a ve onun 20-25 milyon taraftar kitlesine haksızlık yaptılar. Biz UEFA 2011 kriterlerine göre belge almıştık. Finansal operasyonlar başarılı olmuştu. Büyük paralar harcamadan Galatasaray'ın finansal alt yapısını yeniledik. Banka kapılarından içeri giremeyen, Vakıfbank'a ciddi borçları olan kulübü bir protokole bağladık. Stat projesini bitirmesini de sağlayarak yılda 60 ila 80 milyon dolar arasında gelir girmesini temin ettik. Riva'nın değeri 50 milyon dolardan 300 milyon dolara çıktı.
*Şimdi kulübe küskün müsünüz?
Hayır. Ben ölene kadar Galatasaraylıyım. Galatasaray benim için bir ana sevgisi gibi. Ben haksızlığa uğradığımı düşünmüyorum. Ötekileştirme mantığının negatif çalıştığını düşünüyorum. Çünkü Galatasaray'da normal bir üyenin göreve gelme şansı yok. Bahsettiğim 10-15 kişilik takımın içinde görev alırsanız ve o takımın bir üyesi olursanız ancak göreve gelebileceğiniz mantığı yerleşti. Onlar hep bir yönetimden diğerine transfer ediyorlar zaten. Burayı bir geçim kapısı haline getirmişler.
*Benzer durum Turgut Özal döneminde ANAP'ta da yaşanmadı mı?

Türkiye'nin 1950'den sonra baktığınız zaman bir ötekileştirme mantığı ile karşılaşıyorsunuz hep. Adnan Menderes de bunu yaşadı, Turgut Özal da yaşadı. Türkiye genelinde bir ötekileştirme var. Adnan Menderes'i idam eden mantıkla Özal'a suikast yapan mantık aynı. Bu ötekileştirme mantığını Galatasaray'da da gördüğüm için bu kitabı yazmaya karar verdim.

*Turgut Özal, Adnan Kahveci gibi vizyonu geniş olan siyasetçilerin bulunduğu bir ortamda nasıl oldu da statüko yanlısı bir siyasetçi olan Mesut Yılmaz parladı?
Bu belli bir kongre sürecinde gerçekleşti. Ağustos 1990'da Körfez krizi sırasında Kuzey Irak'a sınır ötesi operasyonun yapılması ile ilgili önerge Meclis'ten geçirilmeyince, benim gördüğüm kadarıyla başka insanlara yol açıldı. Sınır ötesi harekata ilişkin önergenin reddedilmesi ve Necip Toruntay'ın istifası ile 1 Mart 2003 tezkeresinin Irak'a sınır ötesi operasyonunun reddedilmesi üst üste çakıştılar. Bunlar Türkiye'de çok önemli bir dönüm noktasını oluşturuyor. Zira her iki tezkereden önce 40 kilometrelik bir güvenlik kuşağı oluşturulması öngörülmüştü. Bu güvenlik kuşağının oluşturulmasına vesayet karşı çıktı ve kendine yakın insanları iktidara getirdi.
*Yani Mesut Yılmaz'ı vesayet iktidara getirdi öyle mi?
Sadece Mesut Yılmaz değil. Vesayet belli insanları iktidara getirdi. Birçok insan daha devletçi yapı içinde kaldı. Sonrasında ise tarihi bir stratejik hatanın gerçekleştirdiğine tanık oldu. Terör arttı."'Kandil" hariç bütün PKK kampları o bölgede oluşturuldu. Ve Kürt meselesinin çözümü zorlaştı. Burada Mesut Yılmaz beyin şahsına bir şey söylemek istemiyorum. Ama 1992 sonrası karanlık bir dönem. 1992 sonrası olanlar Türk tarihinde çok ender görülen olaylardır. 1900 tane faili meçhul cinayet var.
*Özal gibi bir siyasetçi, vesayetçi düzene karşı çıkamadı mı?
Necip Toruntay'ın istifa etmesi bunun tipik örneği zaten. Bunların kumaşları birinci sınıf değil. Demirel'in, Erbakan'ın, Özal'ın kumaşları birinci sınıftı. 17 Nisan 1993 tarihinde Özal'ın vefatı ve Şubat 1993 tarihinde Adnan Kahveci'nin vefatı, ANAP'ın bir devlet partisi olmasını çok hızlandırdı.
*Sonra da ANAP gibi bir siyasi parti eridi, öyle mi?
Devletin partisi haline gelerek halktan uzaklaşınca eridi. Halkın partisi olmak önemli.
*Vesayetin yerleşmesinde bazı medya kuruluşlarının etkisi olmadı mı?
Gazeteler üzerinden konuşmak istemiyorum. Ben bunu çok net yaşadım: 1996 yılında kongreye üç gün kala doğruları söylemek için, Mesut Yılmaz'a karşı genel başkan adayı olmaya karar verdik. Orada bizim bütün girişimlerimiz belli bir biçimde belli gazetelerde yer aldı. Ama bugün artık ne şahısların isimleri ile ilgili konuşmak istiyorum, ne de gazetelerle ilgili. Geçmiş geçmişte kaldı. Ama Türkiye'de bir ötekileştirme ve vesayet mantığı olduğu çok açık.
*Siz vesayetin adamı olsaydınız önünüz açılırdı öyle mi?
Öyle bir şey söylemek istemiyorum ama daha vesayetçi bir anlayışa sahip olsaydım, Kahveci ve ben daha demokratik bir yapıda olmasaydık, durum farklı olurdu. Kürt sorunu terör artmasaydı daha kolay çözülebilirdi.

"Tezkereler geçmeyince terör arttı"

*Tezkereler geçseydi vesayete rağmen terör sona mı ererdi?
Terörün artmasının 10 nedeni varsa en önemli nedeni o tezkerelerin geçmemesidir. Zaten PKK kampları, o güvenlik kuşağı oluşturacağımız bölgede oluştu. Tezkere geçseydi terör minimize olurdu. Vesayetin bir başka örneğini vereyim size. Biz Ceza Kanunu'nda düşünce özgürlüğünü kısıtlayan 141, 142 ve 163'ü kaldırmak için bir yıl uğraştık. Sonra o maddelerin yerine 301 geldi. Sonuç değişmiyor. DGM'leri kaldırdık, yerine Özel Yetkili Mahkemeler geldi. Özal yaşasaydı, bu sorun Parlamento içinde ve demokrasi içinde çözülebilirdi. Bunun çözümü için de çok adım atıldı. Örneğin Türkiye'de ilk Kürt partisi HEP'in kurulmasında Özal ve bizim çok ciddi desteklerimiz oldu. HEP'in kuruluşu desteklendi, hazine yardımı alması desteklendi. Bu konuda çok mesafe alınmıştı. Özal'ın vefatından sonra bu mesele şiddete dönüştü Türkiye'de. Şiddet daha da arttı. Yani Özal'ın ölümü çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bir başka önemli dönüm noktası, 1 Şubat 1979'da Abdi İpekçi'nin öldürülmesidir.
*Özal da zaten bu yüzden öldürülmüş olamaz mı?
Özal öldürüldü mü bilmiyorum. Halkın yüzde 80'i Özal'ın eceli ile öldüğüne inanmıyor. Ben bir şey söylemek istemiyorum. Adli Tıp raporuna inanmak istiyorum. Ama rapordan da hiçbir şey anlamadım, çünkü ne söylediği anlaşılmıyor. Ama Ecevit'e yapılan 1979 suikastıyla, Özal'a 1988 yılında yapılan suikast birbirine çok benziyor.
*Peki Adnan Kahveci. O da mı öldürüldü?
Adnan Kahveci'nin öldürüldüğüne inanmıyorum. Trafik kazasında öldüğünü düşünüyorum.
"Türkiye'nin güçlenmesini istemeyenler GAP'ın bitmesine engel oluyor"

*Güneydoğu'da terörün bitmesine yardımcı olabilecek, 30 yıldır tamamlanamayan GAP'tan da kitabınızda bahsediyorsunuz…

Ben Irak ve Suriye ile Türkiye'nin Fırat ve Dicle sularının müzakeresini yaptım. 1990 yılında Irak ile anlaştık. Fırat ve Dicle'nin üzerine 22 baraj yaptık. Mezopotamya, Türkiye demektir. Orada 1 milyon 800 hektarın bugün 1 milyon 300 bin hektarı sulanıyor. Bir hektarının sulanması dört kişiye iş yaratıyor. Burada 1 milyon hektar sulandığı zaman 4 milyon kişiye iş yaratılacak.

*Bu zamana kadar niye tamamlanamadı bu proje?

Bence bitirilmesine engel olunuyor.
*Kim engelliyor?
Türkiye'nin bütünlüğünü, güçlenmesini istemeyenler orada yeterince kaynak alıyor ama para harcanmıyor. Paranın harcanmamasının nedenlerini araştırmak lazım. 2015'e kadar GAP'ın sulama projelerinin bitirilmesi lazım. Enerji projelerinin yüzde 90'ı bitmiş vaziyette.
*Kitaptaki diğer ilginç nokta ise ANAP-AK Parti ve Özal-Erdoğan karşılaştırması… Ne tür benzerlikler ve farklılıklar var?
ANAP çok heterojen bir partiydi. AK Parti ise daha homojen ve daha ideolojik bir parti. Bunda tabii Özal'ın ve Tayyip Erdoğan'ın politikalarının da etkisi var. Özal daha uzlaşmacı ve hoşgörülü bir siyaset izleyen insandı. Daha fazla konuşarak meselelere çözüm üretirdi. Tayyip Erdoğan ise daha fazla lider ruhu ile hareket ediyor. En önemli farklılık da bu zaten. Özal daha farklı görüşlerdeki insanların fikirlerini alabilen, bunları dinleyen ve tartışan bir insan. Tayyip Erdoğan'ın tam bir lider ruhu olduğu için kendi kadrosu ile çalışmayı tercih ediyor ve kendi çizgisindeki insanların çevresinde olmasını istiyor. Özal, televizyon kanallarını arttırarak, insanların seçme özgürlüğü hissetmelerine yol açtı. Özal, toplumun tanımadığı ve hiç düşünmediği şeyleri yaparak, onun getirdiği sistemlere işlerlik kazandırması, kendisine karşı çok ciddi tepkiye neden oldu. Çünkü insanların alışmadıkları, düşünmedikleri uygulandı. Tüm Türkiye'de organize sanayi bölgelerinin onaylanması Türkiye'de yeni bir orta sınıfın ortaya çıkmasına yol açtı. Bu çok temel bir siyasi yapıda da değişikliğe yol açtı. Bugün aynı seçim mekanizmaları, maalesef 82 Anayasası, seçim kanunu ve siyasi partiler kanunu devam ediyor. Bunların değişmesi lazım.
*Özal ile Ecevit'i karşılaştırırsak?
Nilüfer Göle ile birlikte yaptığımız bölümde bunu açık açık anlatıyoruz. Ecevit "halk için halkla beraber" diyen bir insan. Özal da "halka hizmet hakka hizmet" prensibini benimsemişti. Tayyip Erdoğan'ın da en önemli özelliği halka hizmeti ön planda tutan bir anlayışa sahip olması. O açıdan Tayyip Erdoğan, Adnan Menderes ve Turgut Özal çizgisini devam ettiriyor. Özal'ın Kürt meselesini çözme noktasına gelmesi ve vefatının ardından Türkiye'de şiddetin boyutlarının artması, Türkiye'de bir karanlık dönemin oluştuğunu bize gösteriyor. Şimdi ise Tayyip Erdoğan'ın çok tarihi bir şansı var. Kürt meselesini çözebilir. Tarih ile randevusunu iyi kullanabilir. Ben çözeceğine inanıyorum.
***

"Mezopotamya Türkiye demek"
*Bu kitaptan ne öğreniyoruz biz?
Demokrasi kültürünün gelişmesi, hukuk bilincinin yerleşmesi gerektiğini, Türkiye'nin Kürt meselesini mutlaka çözmesi gerektiğini, Mezopotamya'nın Türkiye demek olduğu, her ikisinin birbirinin parçası olduğunu...
*Tecrübeli bir siyasetçi olarak Türkiye'nin siyasi geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Başkanlık sistemi Türkiye'de olması gereken bir sistem. Ama kesinlikle bir sistem bütünlüğü içinde kuvvetler ayrılığına dayanması lazım. Yani yasama, yürütme, yargı kesin hatlarıyla birbirinden ayrı olmalı, birbirini denetlemeli, denetim mekanizmaları çok güçlü olmalı. Dar bölge seçim sistemi olmalı.

*Tekrar siyasete döner misiniz?
Hayır. Siyaseti gençlere bırakıyorum. Zaten onun için bu kitabı yazdım.
Mevlana soyundan
Soyadınız Çelebi. Mevlana'nın soyundan mı geliyorsunuz?
Mevlana'nın torunlarının akrabasıyım. Kişisel olarak Mevlana'nın kültürünün gelecek kuşaklara taşınmasında bir nefer olarak görev yapıyorum. Mevlana'nın ünlü bir sözü vardır: "Hamdım, piştim, yandım." Ben de pişme aşamasındayım. Çilehane'de çile çekiyorum. UNESCO'da kayıtlı olan Uluslararası Mevlana Vakfı'nın yönetim kurulundayım. Mevlana kültürü, geleneği, usul ve anlayışı bugüne kadar gelmiş ve yüzyıllar boyunca yaşayacaktır. Ancak kamuoyu yönetimin ne yapacağı belirsiz.
Duygu Leloğlu
Fotoğraf: Cem Uçak

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.