Cuma 01.02.2013 00:00
Son Güncelleme: Perşembe 31.01.2013 23:23

Barbaros Hayrettin'in şifreleri

İskender Pala, bir denizcilik efsanesi olan Barbaros Hayrettin Paşa’nın izini sürüyor.

Osmanlı-Türk tarihindeki önemli şahsiyetlerin hayat hikayelerini, tarihi yoldan sapmadan başarıyla romanlaştıran usta kalem İskender Pala bu kez, bir denizcilik efsanesi olan Barbaros Hayrettin Paşa'nın izini sürüyor. "Efsane-Bir Barbaros Romanı"yla yine kısa sürede en çok satanlar listelerinin başına oturan Pala'yla, Barbaros ve çok okunmanın sırlarını konuştuk…

"Bu kaçıncı kitabınız" diye soracağım ama herhalde siz de unutmuşsunuzdur sayısını...
Kaçıncı romanım olduğunu biliyorum, kaçıncı kitabım olduğunu gerçekten bilmiyorum. Birkaç yıl önce saydığımda 76 idi. Herhalde 80'i filan bulmuştur.

Bu kadar çok kitap nasıl sığıyor bir hayata?..
Olaya öyle bakmayın... Kitaplarımın çoğu bilimsel makalelerimden, gazete ve dergilerde yazdığım yazılardan oluşuyor. Onları kitap yapmamın nedeni de kalıcı olmalarını sağlamak. O yüzden güncel yazılar yazmıyorum. Daha çok tarihten günümüze sıçrayan konulara eğiliyorum.

Bir bilim adamı olmanıza rağmen, romanlarınızın hepsi bestseller oluyor!
İşin kazanç kısmı da var ama asıl bana haz veren gençlerimizin kimliklerinde eksik olan konulara değinmem. Mesela Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail, şimdi de Barbaros gibi tarihi kişilikleri tanımaları, onları rol model olarak görmeleri çok önemli benim için.

Yani dönüp dolaşıp yine "ecdadımız" meselesine geliyoruz?
Ecdadın içerisinden çıkıp, bugünün dünyasına söylenecek çok laf var. Tarih, artık dünyada bütün kesimlerin ilgi gösterdiği bir alan... Çünkü toplumların kültürel kimlikleri öne çıkmaya başladı. Artık kültürler arası savaşlardan ve diyaloglardan söz ediyoruz.

Kültür diplomasisi diye bir alan oluştu yani...
Aynen. Bu, "Benim kültürüm, senin kültürünü döver" demek oluyor günümüzde. Bizim çocuklarımız kendi kültürlerindeki zenginlikleri fark etmiyorlar.

Çünkü "resmi tarihle" büyüyorlar. Benim Emin Oktay kitaplarıyla büyüdüğüm gibi…
Ben de onunla büyüdüm! O yüzden biraz yükleme yapıyorum gençlere...

Gelelim son kitabınız "Efsane-Bir Barbaros Romanı"na... Nereden bakarsanız bakın köken olarak korsan değil mi kendisi? Yağmalar, ganimetlerle başlamamış mı bu yolculuğa? Bir korsanın en büyük tanımı; başına buyruk ve bağımsız olması... Peki nasıl olmuş da Kanuni'nin emrine girip, Osmanlı statükosunu kabul etmiş Barbaros?
Kendi başına bir sultanken, gidip başka bir sultana kul oluyor diyorsunuz, ki doğrudur. Ama önce şu "korsanlık" meselesine bir açıklık getirelim. Resmi tarihin bize öğrettiği gibi yağmacılık ve çapulculuktan ibaret değildir korsanlık. O dönemde Akdeniz'de haç ile hilalin, Hıristiyan dünya ile Müslüman dünyanın, hatta Kartaca ile Roma İmparatorluğu'ndan beri olagelen savaşın neticeleridir bunlar.

Yeni başlayanlar için şu meseleyi sıfırdan ele alsak?
Barbaros ve ağabeyi Oruç, ilk olarak Şehzade Korkut'un adamları olarak Akdeniz'e gidiyorlar. Fakat daha sonra Yavuz tahta geçip, Korkut'un taraftarlarını soruşturmaya başlayınca bunlar Osmanlı ülkesinden temelli uzaklaşıyor. O zaman bakıyorlar ki denizlerdeki hayat, sadece hakimiyet üzerine kurulmuş.

Gücü gücü yetene diyorsunuz...
Aynen öyle... Korsanlık dedikleri bu. O zamanın korsanlık ticari bir meslekti... Üstelik öyle bir korsan olup, etrafınıza reisler, leventler, tayfalar toplayabilmeniz için...

Karayip Korsanı olmanız lazım yani...
Karayip Korsanı dediğiniz kişi, aslında Batı'nın uzak hafızasında Oruç Reis'in görüntüsüdür. Bu filmlerdeki, yarım kollu ve ucunda çengel olan korsan, Oruç Reis'in izdüşümüdür. Çünkü onun da kolu kopmuştu ve demirden bir kol yaptırıp ucuna da çengel taktırmıştı.

Peki, korsan olabilmek için gereken şartlar neydi?
Her şeyden evvel denizcilik ilmini iyi biliyor olmanız, harita çizebilmeniz, pusula imal edebilmeniz gerekiyordu.

Yani neticede Üsküdar'dan Haydarpaşa'ya gitmiyorsunuz…
Ne Üsküdar'ı... Barbaros Hayrettin bıraksalar Amerika'ya gidecekti... Ben geçen hafta Akdeniz'in çevresini gezdim, Barbaros'un ayak izlerine bakmak için... Onun savaştığı yerleri görmek istedim.

Herkes kitabı yazmadan önce gider, siz tam tersini yapmışsınız!
Evet... Çünkü konu benim için mekandan daha önce gelir. Yazdıklarımı kontrol etmek için Barbaros'un ayak izlerini aradım... Orada hayat, denizin ortasında bir karanlıktır. Gece vakti etrafınızda hiç kara görünmüyor, yıldızlardan başka tek ışık yok... Bir kadırganın tahtasında bir kürek mahkumu veya forsasınız. Sadece dalga seslerini veya bir şahinin kekliğe dalması gibi, sizin üzerinize gelen bir düşman kadırgasının siluetini bekliyorsunuz...

Üstadım, şiir metnine doğru gidiyoruz biz de bu arada...
Şiirsel anlatabilirim ama bütün bunlar bir korsanın hayatını şiddetlendirmekten ve vahşileştirmekten alıkoyamamıştır. Ama diğer yanda Barbaros kardeşlerin Batı Akdeniz'de yaptıkları, alışılagelmiş korsan hikayelerinin dışında bir hilal ve haç mücadelesidir.

Bitmek bilmeyen günler, geceler…
Yani ciddi nedenlere dayanan bir savaş!
Elbette. İşte o nedenle ki, Barbaros, Şarlken'in Andea Dorya'sının karşısına çıktığında, sıradan bir korsan değil Kanuni'nin Kaptan-ı Derya'sı olmayı yeğliyor... İnsanın kendi beyliğini bırakıp, Kanuni'nin kulu olması için bir ideali olması gerekir.

Neydi o ideal?
En başta, Allah'ın dinini yaymak, Allah'ın adını daha fazla hakim kılmak... Hayrettin Paşa dinini denizlerde yaşayabildiği kadar yaşayan bir adam. Ama Oruç biraz daha serbest görüşlü. Forsalar arasında içki içenler var, gayrimüslimler var... Ayrıca denizlerde hayat böyle bir şey... Bitmek bilmeyen günler geceler...

Kanuni ve Barbaros'a dönersek…
Kanuni ona bir mektup yazıyor, "Akdeniz'de düşmanın bağrına bir hançer gibi saplanman hoşuma gitti, İstanbul'a gel" diyor. Barbaros huzura çıkınca padişah tarafından törelerde olmamasına rağmen kucaklanıyor...

Biz de bunu "Muhteşem Yüzyıl"da bir güzel izliyoruz... Lafı nereye getirdiğimi anladınız tabii... Mesela söylendiği gibi Hürrem'in Barbaros'u öldürtmek için suikastçı tuttuğu, doğru mudur?
Tarihi kaynaklarda böyle bir bilgi yok. Ben diziyi izlemiyorum ama Pargalı İbrahim Paşa ile Hürrem arasında önemli bir çekişme olduğu gerçek. Sebebi hakimiyet ve güç meselesi. Barbaros'un, padişahın emriyle Damat İbrahim Paşa'yla dost olması, Hürrem'in Kaptan-ı Derya'ya karşı durması için yeterli sebep zaten.

Peki, Kanuni Sultan Süleyman Kaptan-ı Derya'lığa neden Barbaros'u uygun görmüş olabilir? Bunun önemi, Batı Akdeniz'in ve iki ucundaki iki devletin öneminden gelir. 16'ncı yüzyılda Amerika kıtası yeni bilinmeye başlamış. Dünya Ortaçağ karanlığından yeni çıkmış. Burada iki kutup var. Biri Müslüman dünya, başında Kanuni; diğeri Hıristiyan dünya ve Şarlken... Bu kavganın tam ortasında da Barbaros duruyor. O günlerde dünya yeniden kuruluyor. Reform, Rönesans aynı döneme denk geliyor... Ve Barbaros'un yaptıkları bu yeni dünya düzeninin nasıl olması gerektiğine dair alınan kararlarda çok önemli bir rol oynuyor.

Preveze savaşına gelirsek...
Çok sonraları Şarlken bakıyor ki Barbaros'la baş edemiyor; kendi kaptanı Andrea Dorya'yı gönderiyor üstüne. Ama önceleri sanki birbirileriyle oyun oynuyorlar... İkisi de kahraman aslında…

Ama bize lisede Andrea'yı korkak diye öğrettilerdi?
Olur mu! Tam tersi o da askeri bir dehaydı. Bir kere asil bir aileden geliyor, siyaset biliyor, denizciliği okulunda okuyarak öğreniyor, üstelik Papa Clement'in de yakını.

Preveze'yi Barbaros kaybetseydi tarihin akışı değişir miydi sizce?
Bilemeyiz tabii... Ama şunu biliyoruz ki bu iki denizci Akdeniz'de bir dengeyi koruyorlar. Oyun şöyle oynanıyor; Müslümanlardan birinin burnu kanasa, Barbaros'a koşuyor. Barbaros da gidip bir Hıristiyan köyünü basıyor. Veya tam tersi Andrea Dorya için de geçerli, "Şimdi ben sana gösteririm, Barbaros efendi" diyerek bir başka kasabayı yakıp yıkıyor. Birbirilerini yenmek istemiyorlar sanki, geçinip gidiyorlar.

"Fener söndürmek aşağılanan bir durum" *Ama sonuçta Preveze savaşı gelip çatıyor...
Orada da çok enteresan bir şey oluyor, Dorya, kadırgalarının fenerlerini söndürerek kaçıyor... Geri çekilebilir ama fener söndürmek çok aşağılanan bir durum...

Saklanıyor yani…
Evet, son çatışmada can havliyle fenerleri kapatarak kaçıyor. Barbaros da göbeğini hoplatarak "Nasıl kaçtı ama" diye gülüyor... Düşmanına saygı duymasa, böyle sempatik bir cümleyle değil beddua etmesi lazım...

"Dirilerin ahını alıyoruz, bir de ölülerinkini almayalım"

Gelelim romanlarınızın böylesine satmasının sırrına? Nasıl bir bağ kuruyorsunuz okurlarla?
Benim okuyucum romanlarımda üç şey arar; Macera, tarih bilinci ve aşk... Tarihi ana hatlarıyla doğru anlatırım, saptırmam çünkü bu bir vebal işidir... Zaten dirilerin ahını yeterince alıyoruz, bir de ölülerinkini almayalım.

Tarihi ana çizgi tamam... Ama sizin de aşk konusunda bazı katkılarınız olmuş romana...
Evet... Billur ve Alkala benim yarattığım iki karakter ki, aşk onların üzerinden yürüyor. Alkala, bir Endülüs prensi; ikisi de esir, ikisi de hayatta savrulan insan. Bu ikisinin arasındaki derin aşk olayı daha sürükleyici hale getiriyor. Bu konuda anlatılacak çok şey vardı aslında... Mesela forsaların hayatı başlı başına bir romandır... Bugün forsadır ama yarın gemi el değiştirdiğinde, efendi olup efendilerini zincire bağlayabilir... Kulların birdenbire efendi olduğu savrulmalı hayatlar bunlar...

Barbaros'un vasiyeti *Neden yazdınız bu romanı? Özel bir sebebi var mı?
Bunu bir borcu ödemek için yazdım... Daha önce Deniz Müzesi'nde çalışırken Barbaros'un türbesi ile ben ilgilenirdim. Orası ve Beşiktaş semti Türk tarihi ve denizcilik yaşamı açısından çok önemlidir ve hiç bugünkü kadar ihmal edilmemiştir.

Cehaletime verin nereden geliyor önemi?
Bütün Osmanlı ve Türk bahriyesi törenlerini burada yapar, savaşa çıkılacağı zaman Barbaros'un türbesi başında son dualar yapılır, hatta Osmanlı savaş gemileri Boğaz'dan geçerken Beşiktaş önünde sekiz pare top atarlardı.

Barbaros'u selamlamak için mi?
Tabii... Beşiktaş adı da, buraya Barbaros'un diktirdiği beş taştan gelir. Gemiden indiği zaman bu taşlardan sahile çıkarmış. Daha önce bir Rum köyü olan Beşiktaş, Barbaros'tan sonra asıl kimliğini bulmuş. Onun vasiyeti türbesinde bir türbedar bulunması ve mumla aydınlatılmalıdır.

Yanılmıyorsam türbe şimdi restorasyonda...
İnşallah restorasyon bitince bu vasiyet yerine getirilir. Bütün bunların bilinmesi lazım, bu romanı işte bu yüzden yazdım...

Arda Uskan

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.