Giriş Tarihi: 27.2.2013 17:36 Son Güncelleme: 27.2.2013 17:38

28 Şubat’tan geride kalan…

28 Şubat tüm diğer siyasi yaklaşımlar gibi ‘daha iyi bir dünya’ özleyen, ama bu dünyayı dini referanslarla açıklamaya çalışan siyasal oluşumda şu duyguyu uyandırmıştır: Biz topluma rağmen değil, toplumun değerler sisteminin içinden çıkan bir potansiyel olarak, aslında iyi bir şeyler yapmaya çalıştık. Ama demek ki altın kural şuymuş: Altını olan kuralı koyar!

Dün 28 Şubat'tı. Postmodern bir darbe on yaşını doldurmuş oldu. Bir ölünün bile ardından bu kadar uzun süre yas tutulmaz. Ağlamak için çok geç. Anlamak için değil. Adı üstünde: Postmodern. Söz konusu darbenin 'farklılığını' ve adeta 'yumuşaklığını' telmih eder gibi. Doğru, sokağa çıkma yasağı ilan edilmedi, postal sesi duyulmadı, radyolarda Hasan Mutlucan türkü söylemedi o gün. Dahası, diğer darbelerde olduğu gibi ayrıntılar uykuya yatırılmadı, hemen her aktör ve detay darbeyi takip eden kısa bir zaman zarfında aydınlandı, açık edildi.
Bütün bunlar bazı kanaat önderlerinde 28 Şubat o kadar da kötü olmadı duygusunu uyandırmaya yetti. Hatta zaman içinde faydalarından, hikmetlerinden bahsetmek erdem haline geldi. Darbenin 'İslami kesimin' demokratik değerleri içselleştirmesini hızlandırdığı söylendi. Bu hızda Türk siyaseti adına birçok şey yere düşürüldü oysa.
28 Şubat'a faydalı oldu, demeden önce elimizi vicdanımıza koymamız gerekir. 2000 ve 2001'deki ekonomik krizi bir yana bırakalım. Hatta 28 Şubat, MGK kararlarına konu olan 18 maddeden bugüne kadar sadece birinin gerçekleştirilmiş olduğunu da (ilköğretimin sekiz yıla çıkarılması) bir yana bırakalım. 28 Şubat sivil unsurların eklemlendirildiği bir militer oluşum olarak bin değilse bile bir elli yılı daha garanti altına almış bir girişim. Eskiden iyi kötü şöyle bir tablo vardı, 'darbelerin sivil şakşakçıları fiştekçileri olur ama militarist zihniyeti asıl itibariyle asker üretir.' 28 Şubat'la görüldü ki, modern toplumlarda demokrasinin taşıyıcı gücü olan burjuvazi de militer zihniyete eklemlenebilirmiş. Özgürlük, demokrasi gibi kavramların doğal taşıyıcısı olduğu zannedilen sermaye ve iş çevreleri baskıcı ve militer düzlemlerle pekala uzlaşabilirmiş...
Sonuç: İster geleneksel olsun, isterse bir zamanlar sol hareket gibi 'dünyayı daha iyi bir yer haline getirme' şiarı taşıyan İslami hareketten gelsin, kökeninde 'İslam' vurgusu olan her politik konumlanmanın boynuna irice bir meşruiyet prangası takılması. İki partisi de kapatılmış olan bir siyasi hareketin zan altında bırakılması, yeni oluşumların ise eğer gözleri yiyorsa, 'meşruiyet kaygısı' gibi uyurken bile çıkarılamayacak bir tasma ile siyaset yapmaya zorlanmaları. Sonuç: 28 Şubat ile referansları rehin alınan bir siyasi hareketin 'Stockholm sendromu' ile, bir süre sonra rehinecileri ile yakınlaşmaya başlaması, kendisini rehin alan tasavvurun değerlerini ve gerekçelerini içselleştirmesi. 'Batı standartları denen heyula hakkında batı tipi modernleşme hakkında bir eleştirisi ve sözü olan, liberal değerleri hurafe haline getirmeden süzmeyi başarabilecek bir potansiyelin, kendisini belirli bir noktaya getirmiş gömlekleri bir bir çıkarıp atmaya zorlanması.
28 Şubat, ister geleneksel süreçten gelsin, isterse anti kapitalizm, anti emperyalizm gibi kavramları tevarüs ederek kendi diline tercüme etmiş ve halkçı bir hüviyet kazanmaya başlamış İslami hareketlerin içinden gelsin; tüm diğer siyasi yaklaşımlar gibi 'daha iyi bir dünya' özleyen potansiyelde şu duyguyu uyandırmıştır: Biz topluma rağmen değil, toplumun değerler sisteminin içinden çıkan bir potansiyel olarak, aslında iyi bir şeyler yapmaya çalıştık. Bu ülkede yaşayan ama makbul vatandaş sayılmayan insanları inanç ve düşüncelerine göre yaşamaktan men eden bariyerlere karşı özgürlük talep ettik, ama demek ki ki altın kural şuymuş: Altını olan kuralı koyar!
Neoliberalizmin peyderpey bölge bölge yaptığı karşı devrimin Türkiye tarafı için bundan uygun zemin olamazdı. Önce 12 Eylül, sonra 28 Şubat.
Toplum için eşitlikçi ve adil çözümlerin peşinde olan potansiyellerin kendilerini ifade etmek için özgürlüğe, özgürlük için güce, güç için altına-sermayeye sahip olmak gerektiğine inandırılmaları, bu dizgeye mahkum edilmeleri yeni bir şey değil. Bu neoliberalizmin zaferi. Demokrasinin promosyon düzeyine indirgeyen ve insanın onurlu bir yaşam sürmesi için sahip olması gereken hak ve özgürlükleri 'ekonomik özgürlüklerin' uydusu haline getiren neoliberalizm.
28 Şubat, neoliberalizmin önündeki tek kalenin yıkılışının tarihidir aynı zamanda.
Nihal Bengisu Karaca / Aktüel arşiv

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.