Perşembe 26.12.2013 00:00
Son Güncelleme: Cuma 27.12.2013 11:27

Darbelerin ardından unutulmayanlar

Türkiye tarihine yön veren 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’ın ardından hangi gazeteci ne yazdı? Fethullah Gülen hangi açıklamada bulundu?

Aktuel.com.tr/ÖZEL

DARBE SONRASI HANGİ GAZETE NE YAZDI? HANGİ KANAAT ÖNDERİ NE DEDİ? TIKLAYIN!

12 EYLÜL 1980

OH OLSUN DEMELİ Mİ?

Darbenin ardından birçok gazeteci, sağ-sol çatışmalarının yarattığı "kaostan kurtulduğu" için memnundu. Bunu yazılarında da görmek mümkün…

Hürriyet gazetesinden Oktay Ekşi, darbenin hemen ertesi günü çıkan "Oh olsun demeli mi?" başlıklı yazısında darbeye giden süreçte sorumluları özetleyerek şöyle diyordu:

"İnsan doğrusu merak ediyor: Türk Silahlı Kuvvetlerinin, memleketin yönetimine el koyması karşısında acaba Türkiye'nin dört büyük partisinin liderleri neler hissediyorlar? Acaba, 'Türkiye'yi bu noktaya biz getirdik. Parti çekişmelerini her şeyden önemli saymasak, ülkenin derin bir uçuruma yuvarlanmakta olduğunu yıllardan beri söyleyenlere, bizi bir araya gelmeye, memleketin yüksek yararları uğruna el ele vermeye çağıranlara kulak versek, siyasi mücadeleyi yozlaştırıp kör dövüşü haline getirmesek, bu böyle olmazdı " diyorlar mı? Bütün kamuoyunun beklentilerini dile getiren bu istekleri de savsaklayan siyasilerimiz, bugünkü sonuçtan başka neyi bekliyorlardı?"

ORDU MİLLET EL ELE

Rauf Tamer ise, 13 Eylül 1980 tarihli köşe yazısında darbeyi şu coşkulu sözlerle savunuyordu:

"Biz "Özgürlük" diye diye "Özgürlükleri yok etme yarışı"na girmiş bir inat ülkesi olduğumuzdan beri, ordu işin bu noktaya gelmemesi için çok sabır göstermiştir ama galiba Türk devletinin varlığı Demokrasi'den daha öncelik kazanmıştır.

Ordu, yabancı bir ülkenin ordusu değil bizim ordumuzdur. Bağrımızdan çıkmıştır.

Kin, nefret, husumet hatta dargınlıkları kenara bırakıp birbirimize sarılacağız.

Bu geçiş döneminde hepimiz görevliyiz.

Demokrasiye, " Ondan bir daha ayrılmamacasına tekrar kavuşabilmek" için ordu millet el ele! Kol kola!.. omuz omuza!..

Velhasıl, demokrasiye layık olabilmek için herkes görev başına!.."

VE KIYAMET KOPTU

Nazlı Ilıcak da darbeden yalnızca iki gün sonra Tercüman gazetesindeki köşesinde şunu yazıyordu:

"Ve kıyamet koptu. Dünyanın sonu değilse de, demokrasinin sonu geldi. Siyasal partilerin faaliyetlerine ara verildi, parlamento feshedildi. Milletvekillerinin ve senatörlerin dokunulmazlığı kaldırıldı… Liderler kolay yetişmez; herkesin kusuru vardır ama bu kusurları dev aynasında gösterip olumlu yanları örtmemek gerekir politikacının topyekun tasfiyesi Türk siyasi hayatında telafisi imkansız boşluklar yaratır."

TERÖRSÜZ ÖZGÜRLÜK

Uğur Mumcu ise, 15 Eylül günü Cumhuriyet'teki köşesinden darbe ile ilgili şunları yazıyordu:

"Türk Silahlı Kuvvetleri, 27 Mayıs'ta da 12 Mart'ta da kalıcı bir askeri yönetim kurmak istemedi. Yeni yönetim de 'özgürlükçü, demokratik, laik ve sosyal' nitelikli bir 'sivil yönetim' kurma amacı taşıdığını ilan etti. Şimdi hepimizin tek bir amacı olmalıdır. Çok yönlü kışkırtmaların kurt kapanlarına kapılmadan, terörsüz özgürlüğü, kansız demokrasiyi kurmak ve sivil yönetimi, sağlıklı yöntemleri ve kalıcı çözümleri ile yeniden oluşturmak...

İBRET LEVHALARI ŞAŞIRTMAMALI

Güneri Civaoğlu'nun darbeden yalnızca 5 gün sonra Tercüman gazetesinde çıkan yazısı ise aynen şöyleydi:

"Bu hafta hükümet ilan edilecek. Sonra bir geçici anayasa yürürlüğe giriyor. Daha sonra Kurucu Meclis seçilerek göreve başlayacak. Yeni anayasa hazırlanacak. Siyasi partiler, seçim kanunu ve diğer bazı yasalarda değişiklikler yapılarak, demokrasinin daha iyi işleyeceği bir hukuk ortamı oluşturulacak.

Bu arada kimsenin şüphe etmemesi gereken bir gerçek şu: Şiddet örgütlerinin üzerine hiç müsamahasız gidilecek. Önümüzdeki günlerde ibret levhalarının sunulması kimseyi şaşırtmamalıdır. Kamu vicdanının süratle tatmin edileceği infazlar... Adalet kılıcının yeni şiddet suçlarının işlenmesini önleyici, caydırıcı bir süratle işlemesi. Beklenen bu."

LAİKLİK BAYRAĞI

Çetin Altan da Milliyet'te çıkan 18 Eylül tarihli yazısında şöyle yazıyordu:

"Atatürk temelde çağdaşlıkla, çağdışılığın bazı toplum kesitlerine sağladığı kolaylıklara karşıydı. O nedenle çağdaşçılığı, Cumhuriyetçiliği yani var olan koşullar önündeki en zor yolu seçmiştir. Atatürk'ten sonra Atatürkçülük kolay gibi görünmüştür. Oysa bir Şark toplumunda Atatürkçülük zorların en zoruydu. Özellikle laiklik bayrağını ayakta tutabilmek en zoru idi."

FETHULLAH GÜLEN SELAM DURUYOR!

İşte Fethullah Gülen'in kaleminden darbenin hemen ardından Sızıntı Dergisi'nde çıkan yazılarından bazı alıntılar:

"…Ve, işte şimdi, binbir ümit ve sevinç içinde, asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz."

"Yıl 1980... Eylül zaferinin en sonuncusu olarak 12 Eylül harekâtını kaydetmede de fayda var. vakıa 12 eylül harekâtı dış düşmanlara karşı kazanılmış bir zafer değildir. Ama bir yönüyle ondan daha ehemmiyetlidir; zira toplumumuz o dönemde iç kargaşa, anarşi ve dış kaynaklı entrikalarla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyordu. 12 Eylül harekâtıyla esbap plânında bu tehlikelerin bir kısmının bertaraf edildiğinde kuşku yoktur, ancak gerçek muvaffakiyet hüküm ve hikmetin bir yerde inzimam edeceği ve sancak tutan ellerin saflaşıp özüne ereceği gün tahakkuk edecektir."

GÜLEN: AZGINA MERHAMET…

Gülen, "Merhamet" başlıklı başyazıyla darbecilere çağrıda bulunarak, "hem deli hem de kanlı"ya merhametin "mazlumlara" karşı korkunç bir merhametsizlik olacağını savunmuş ve "adalet tevzii vazifesini" üstlenenlerin, uyanık olmaları gerektiğini söylemişti.

Sızıntı dergisinin arşivinde bulunan Kasım 1980 tarihli başyazı, tr.fgulen.com sitesine aktarılırken, son paragrafın çıkarılması tercih edilmiş. Gülen'in Kasım 1980'deki yazısının son bölümü şöyle:

Bir de, merhamet duygusunun, ölçüsüz kullanılması ve su-i istimal edilmesi vardır ki, o da, merhametsizlik kadar, belki daha fazla sevimsiz ve zararlıdır.

Yerinde kullanılan merhamet, bir ab-ı hayat, bir iksir ise, onun su-i istimal edilmesi de, bir zehir bir zakkumdur. Ve, asıl olan da, işte bu terkibi kavramaktır. Oksijen ve hidrojen, belli nispetleriyle terkibe girince, en hayati bir unsuru meydana getirirler. Nispet bozulduğu ve ayrı ayrı kaldıkları anda ise, yanıcı ve yakıcı hüviyetlerine dönerler.

Bunun gibi, merhametin de, hem dozu, hem de kime karşı yapılacağı çok mühimdir. 'Canavara karşı merhamet göstermek iştahını açar, sonra döner dişinin kirasını ister' Azgına merhamet, onu iyice saldırgan yapar ve başkalarına tecavüze teşvik eder. Yılan gibi zehirlemekten lezzet alana merhamet edilmez. Ona merhamet, dünyanın idaresini kobralara bırakmak demektir.

Eli kanlı, yüzü kanlı; gönlü kanlı, gözü kanlı; hasılı, hem deli hem de kanlıya merhamet, bütün mağdurlara, bütün mazlumlara karşı en korkunç bir merhametsizliktir. Böyle bir tutum ise, kurda acıyıp da, kuzuların hukukunu kâle almama gibi bir şeye benzer ki, kurtları güldürse bile, bütün âsumanı âh u efgâna getirecektir.

Merhamet hissinden mahrumiyet, nasıl bir hoyratlıktır. Öyle de, "zulmü alkışlama, zalimi sevme,'' en az o kadar, insani değerlere karşı saygısızlık ve i'tisafdır. Ve günümüzde, daha çok, bu türlü havan taslaklarına rastlanıldığı için, milletin kader çizgisinde, adalet tevzii vazifesini yüklenenlerin bunlara karşı müteyakkız olmaları gerekmektedir."

28 ŞUBAT 1997

Gülen-merhamet yazısı

Erbakan'ın Kaddafi ile görüşmesi, Aczmendilerin cami önündeki gösterisi, Susurluk skandalı, Sincan'daki tankların yürümesi, Hizbullah'ın yürüyüşünün ardından gelen 28 Şubat, Türkiye'nin ilk postmodern darbesiydi.

9 saat süren Milli Güvenlik Kurulu'ndan "irticaya karşı" ordu merkezli bir süreci başlatan 28 Şubat'ın ardından gazeteler şu manşetlerle çıktı:

Cumhuriyet: "Yargıtay: Kapatırım"

Milliyet: "Çankaya devrede"

Hürriyet: "Gerekirse silah bile kullanırız" Genelkurmay Başkanlığı "Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya çalışan irticaya karşı mücadelede gerekirse silah kullanılacağını" açıkladı.

Sabah: "Paşa Paşa İmzaladı" Erbakan'ın "MGK kararları yumuşatılmadan imzalamam" inadı 3 gün sürdü. Erbakan askerlerin imzaladığı metne dün imzayı bastı.

KÖŞE YAZARLARI NE YAZMIŞTI?


RP HAYALKIRIKLIĞINA UĞRATTI

Fehmi Koru: Sekiz aylık deneyim, RP'nin nerede hata yaptığını da açığa vuruyor: RP, az sayıda insandan oluşan radikal tabanının omuz vermesiyle birinci parti olmayı başarmadı; sırf daha fazla özgürlükçü ve sistemin kirlenmişliğinden uzak göründüğü için kendisine oy veren geniş bir kesimin desteği vardı arkasında... Onları hayal kırıklığına uğrattıkça RP'nin iktidar zemini de altından kaydı gitti. RP, o az sayıdaki insanın gündemini ülkeye dayatmak yerine, ülkenin hak ve özgürlüklerin artmasıyla ilgili geniş gündemine sahip çıksaydı, Susurluk'ta başlayan ve uluslararası konjonktürün de elverişli olduğu süreçte, bugüne kadar RP'ye oy vermemiş çevrelerin bile yanında yer aldığını görecekti.

ÖP NAMLUNUN UCUNU DİYEREK

Necati Doğru: Her 10 yılda bir darbe yaparak, başarısız politikacıları halkın ve dünyanın gözünde kahraman hale getirsin diye mi ordu besliyoruz? Asker darbeler yaptı... Demirel'i kahraman yaptı... Yeniden darbe yapacak... Şimdi de Erbakan'ı kahraman yapacak. Böyle analiz olur mu? Öp namlunun ucunu diyerek... Sivil kalite yükselmez... Tüfek göstererek... Hukuk devleti gelmez...

BÖYLE OLMASINI HEPİMİZ İSTEDİK

Mehmet Ali Birand: Bundan böyle, eski moda darbeler yerine, MGK kullanılacak, balans ayarları yapılacak. Cumhurbaşkanı'nın askerin hislerini yansıtması, bir nevi sözcülüklerini yapması sağlanacak. Mutlaka fiilen bir el koyma gerekiyorsa, bunu da Cumhurbaşkanı gerçekleştirecek. Hiçbirimiz ağlamayalım, sinirlenmeyelim, protesto etmeyelim. Böyle olmasını hepimiz istedik. En demokratımız dahi, Refah'a karşı asker kartını kullanmakta bir sakınca görmedi. Ecevit'in inatçılığını veya Yılmaz-Çiller çekişmesini kırmak için yeterli çaba harcamadık. Refah'ı döverek yola getirmekten başka bir şey düşünmedik. İşte geldiğimiz nokta... Askerimizi boğazına kadar siyasete sokmuş olduk. Bence yazık oldu. Sivillerin halledebileceği bir işi yine yanlış adrese yolladık...

KARDEŞİM NE YAPIYORSUNUZ?

Can Ataklı: Neye üzülüyorum biliyor musunuz? Bugüne kadar Refah'ın sözcülüğünü yapanlara hep karşı çıktım. Bundan sonra da sanıyorum programlarını 'şeriat çığlıkları' ile renklendirmekten bir parça çekineceklerdir. Böyle mi olmalıydı? Kafaları karmakarışık hale getirip, fikirlerle inançları çorbaya çevirerek, 70 yıllık Cumhuriyeti zedeledikten sonra mı aklımız başımıza gelecekti? Ya da ille 'birileri' dönüp de 'Kardeşim ne yapıyorsunuz?' dedikten sonra mı olacaktı? Her neyse.

FETHULLAH GÜLEN: ASKER ÇOK MANTIKİ DAVRANDI!

Fethullah Gülen, 28 Şubat sonrasında Necmettin Erbakan'ı sert şekilde eleştirenler arasında yer almış ve Silahlı Kuvvetler'in müdahalesini demokratik bulduğunu ifade etmişti.

Gülen Samanyolu TV'de yaptığı konuşmada 28 Şubat süreci için "Asker Anayasal yetkisini kullandı" demişti:

"Darbe hiçbir zaman tam bir çözüm değildir. Dağlama en son çaredir. Darbeciler iyi niyetlidir ama her darbe birikim ve tecrübe sahiplerini heba etmiştir. Ülkemiz kriz içinde. Gücü temsil edenler krizi önlemelidir. Bu hükümeti değiştirin demek daha demokratik olur. Burada 'Askeriye muhtıra verdi' diye suçlanmak isteniyor. İsteselerdi, bu öyle bu böyle olacak diyebilirlerdi. Oturup onlarla meseleyi altı saat mülahaza etmezlerdi. Demokratik yollarla problemler çözülsün istediler."

Fethullah Gülen, 16 Nisan 1997'de Yalçın Doğan'a verdiği röportajda ise şöyle diyordu:

"Askerlerimiz bir yönüyle yaptıkları bazı şeylerden ötürü bazı çevrelerce, belki antidemokratik davranıyor sayılabilirler. Ama onlar konumlarının gereğini anayasanın kendilerine verdiği şeyleri yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum, onlar, bazı sivil kesimlerden daha demokrat. Herhalde onların temsil ettikleri kuvvet şu partiler arasında birbirini istemeyen insanların elinde olsa bir gece hızlı bir baskınla gelirler hasımlarını bertaraf ederler onun yerine otururlar. Kuvvet ellerinde olduğu halde çok mantıki davranıyorlar. Çok muhakemeli davranıyorlar. Epey zamandan beri. His öne çıkmıyor burada ve kuvvet, güç gösterisi şeklinde öne çıkmıyor. Bana demokraside daha dengeli geliyorlar, o açıdan."

27 NİSAN 2007

Genelkurmay Başkanlığı'nın 27 Nisan 2007 gece yarısı Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile yaptığı basın açıklaması "muhtıra" olarak kabul edildi. İnternet aracılığıyla verildiğinden e-muhtıra olarak adlandırılan bildiride, "Atatürkçülüğe, laikliğe ve cumhuriyetin temel ilkelerine sözde değil özde bağlı" bir Cumhurbaşkanı adayı profili çiziliyordu.

27 Nisan muhtırasının veriliş nedeni, birçok gazeteciye göre 'türbanlı' bir cumhurbaşkanının seçilmesi ihtimaliydi.

BİZ DE VAZİFE ÇIKARABİLİRİZ

Ertuğrul Özkök: Bir cumhurbaşkanlığı seçimi, 'Türban Çankaya'ya çıkıyor' kâbusu haline dönüşür. Gerektiğinde biz siviller de durumdan vazife çıkarabiliriz.

Hasan Pulur: O başörtüsü, şeriatın simgesidir. Devletin üç kalesinin burcunda yerini almıştır, dalgalanmaktadır.

Mehmet Tezkan: Başkomutan'ın eşi türbanlıysa. Teğmeninki neden olmasın. Olursa ne olur? Ordunun yapısı değişir. Rejim değişir.

Mustafa Balbay: AKP'nin yanında sadece AB ve ABD'nin Türkiye'den sorumlu komiserleri kalmıştır.

MİLYONLARCA İNSANIMIZI RAHATLATTI

Emin Çölaşan: Asker devreye girdi, 27 Nisan sürecini başlatıp milyonlarca insanımızı rahatlattı.

Bekir Coşkun: Çağdaş-uygar bir yaşam biçimine ulaşmak isteyenler, ilkel ortaçağ yaşam biçimine dönmek isteyenlere engel olmak istiyorlar. Asker Çankaya'yı asla ve asla dincilere bırakmayacak. Çünkü orayı Atatürk'ün makamı ve başkomutanlık sayıyor.

HALA ANLAMIYORLAR!

Rahmi Turan: Asker birdenbire bu noktaya gelmedi. Defalarca uyardı, anlattı, yasaların kendilerine bu devleti koruma ve kollama görevi verdiğini hatırlattı. Her türlü uyarı yollarını denedi. Anlamadılar, anlamak istemediler, hâlâ anlamıyorlar! Genelkurmay bu gidişe 'Hayır' diyerek görevini yaptı.

Mustafa Mutlu: Cumhuriyet'in temel niteliklerinin yıpratılmak istenmesine, laiklik ilkesinin tartışma konusu yapılmasına şiddetle karşıyım. Bu nedenle, Genelkurmay Başkanlığı'nın metninin içeriğine imzamı atarım...

KAPIYA İKİ SUBAY GELİR…

Yazgülü Aldoğan: Yalnız bundan sonraki mesaj, internetten gelmez. Kapıya iki subay gelir. Üst rütbeli de olmayabilir.

e-muhtıranın ardından gazetelerin manşetleri ise şöyleydi:

Akşam: Gece Yarısı Laiklik Uyarısı

Posta: Laiklik Muhtırası

Hürriyet: Köşk Mahkemelik

Radikal: Siyasetçiler Susacak Mahkeme Konuşacak

Vatan: Sandığa Gidelim

Bugün: Siyasi İntihar

Star: Sınıfta Kaldılar

Milliyet: Genelkurmaydan Sert Açıklama

Cumhuriyet: Askerden açıklama

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.