Çarşamba 29.12.2010 00:00
Son Güncelleme: Çarşamba 29.12.2010 17:52

Başka Dilde Aşk, New York'u salladı

New York Türk Festivali için Amerika'da bulunan oyuncu Mert Fırat ve yönetmen İlksen Başarır ile bir röportaj yaptık.

(USASABAH)
Fotoğraf ve Röportaj: Enes Özdil / New York


Aralık başında gerçekleştirilen ve büyük ilgi gören New York Türk Festivali için Amerika'da bulunan oyuncu Mert Fırat ve yönetmen İlksen Başarır ile bir röportaj yaptık. Fırat ve Başarır'la Başka Dilde Aşk'ın senaryosunun nasıl yazıldığını, film dolayısıyla aldıkları tepkileri ve önümüzdeki dönem yapmayı planladıkları projeleri konuştuk. Neredeyse gösterildiği bütün yerel ve uluslararası festivallerden ödülle dönen Başka Dilde Aşk, hiç şüphesiz Türk sineması için de bir dönüm noktası.


***

Öncelikle New York'a hoş geldiniz. Filmin nasıl ortaya çıktığını sorarak başlamak istiyorum. Beraber senaryo yazmaya nasıl karar verdiniz?

İlksen Başarır: Benim sinema geçmişim, on yıl kadar yaptığım yardımcı yönetmenlikten ibaret. Yine yardımcı yönetmenliğini yapacağım başka bir film için Mert'le tanıştık, para bulunamadığından çekilemeyen bir film için. Onunla arkadaş olduktan sonra Mert bana bir hikâyesini anlattı. Hikâyeyi duyunca "çok güzel bir fikir bunu yazsan ne iyi olur" dedim. "Seninle yazalım mı?" dedi. Yani daha önce hiç senaryo yazmamış bir yardımcı yönetmen ve bir oyuncu oturduk senaryo yazdık. İlk odaklandığımız şey zaten senaryoyu yazmaktı. Ben çekerim Mert oynar gibi bir amaçla çıkmadı film. Senaryoyu yazarız, sonra bir yönetmen çeker diyorduk. Hatta kafamızda yönetmenler vardı. Kafamızda şu rolü bu oynar, bu rolü şu oynar dediğimiz oyuncular vardı. Sonra senaryo bittiği zaman birbirimizi yönlendirdik diyebilirim. Ben Mert'e "bak o kadar çalıştık, işitme engellilerin yanına gittik, onlarla senaryoyu okuduk, tartıştık oynayabilirsin sen bunu" dedim. O da bana "sen de çekersin o zaman" dedi. Ve böylece başladık çekimlere.
Mert Fırat: Bir de beni İlksen seçti aslında. O film için erkek bir başrol oyuncusu aranıyordu. İlksen bir gün televizyonu zaplarken bir çocuk görüyor bu kim böyle, fena da oynamıyor falan diyor. O zaman saçlarım da uzun, böyle kısa değil. Bu çocuğu deneyebiliriz, çağıralım bakalım diyor. Sonra ben görüşmeye çağırıldım, rolü kaptım ama film çekilemedi. Aslında beni orda İlksen seçmiş oldu.

"FİLMDE İZLEYİCİYE NEDEN İLETİŞİM KURAMADIĞIMIZI GÖSTERMEK İSTEDİK"

Bize biraz filmin hikâyesinden bahseder misiniz?

İlksen Başarır: Filmimizde Mert'in bir hikâyesi var. İşitme engelli bir adam, çağrı merkezinde çalışan bir kız ve bunların aşkı. Mert bana bu hikâyeyle aslında izleyiciye ne anlatmak istediğini gösterdi. İletişim, neden iletişemiyoruz? Teknolojinin bu kadar ilerlediği bu çağda neden doğru iletişimi kuramıyoruz? Aslında kendi aramızda tartıştığımız sorularla filmin derdini belirleyip sonra film üzerinde çalışmaya başladık.
Mert Fırat: Çocuk ilk başta otobanda gişe memuruydu. Bir kutunun içinde çalışıyor ve etraftan izole bir yaşam sürüyordu. Sonra gişeler kaldırılıp, hepsi elektroniğe geçince dönem filmine dönmeye gerek yok diye düşündük. Daha sonra yüzünü gördüğü ama sesini hiç duymadığı insanlarla beraber bir kütüphanede çalışsın istedik. Bu durum bizim sevdiğimiz bir zıtlık yaratıyordu. Yani Mert, hiç sesini duymadığı ama yüzünü gördüğü insanlarla çalışıyordu, Zeynep karakteri de hiç yüzünü görmediği ama sesini duyduğu insanlarla çalışıyordu. Öyle bir terslik de var. Bu hikâyeyi İlksen'e anlattığımda filmin bir tek sonu yoktu ve içinde daha fazla karakter vardı. O karakterler de biraz ekseni kaydırıyorlardı. İlksen'le beraber oturup yazmaya başladığımızda, İlksen'in yönetmen kafası onları birer birer eledi ve sonunda böyle okunabilir, çekilebilir bir senaryo haline geldi. İlksen olmasa onun içinden üç tane film çıkardı herhalde. Hikâye o kadar dağılmıştı yani. Ama sonra topladık, güzel bir hikâye oldu.


"EYMİR GÖLÜ'NDE YAPTIĞIMIZ KÜREK ÇEKİMLERİ BİZİ ZORLADI"

Film çoğunlukla şehirde geçen bir hikâye. Bu yüzden çok dezavantajlı olduğunuz söylenemez. Sizi teknik olarak çekimlerde en çok zorlayan şey ne oldu?
İlksen Başarır: En zoru bizim için kürek sahneleri oldu. Çünkü o sahneleri Ankara'da çektik. Aslında bu film biraz gerilla usulünde oldu. Ankara'ya biz filmle alakalı başka bir şey için gitmiştik. Ve Ankara'dayken Mert eski kürekçi olduğu için beni Ankara'da kürek çektiği yere götürdü. Filmdeki karakter de kürekçi. Ben mekânı gördüm hayran kaldım, inanılmaz bir mekân. "Keşke burada çeksek" dedim. Bizimki gibi düşük bütçeli bir film için çok zor bir şey şehir dışına çıkmak. Sonra İstanbul'daki mekânlara baktık. Çok kötüler. Çünkü bir gün boyunca da çekim yapamıyorsunuz, dalgalanıyor. Yani bir sürü derdi vardı ve sonunda biz Ankara'ya gittik.
Mert Fırat: İstanbul'da üç günde çekeceğimiz şeyi Ankara'da bir günde çektik. İstanbul'da saat on ikiden sonra dalgalanıyordu su.
İlksen Başarır: Mesela Küçükçekmece'ye gittik, Galatasaray'ın tesislerine, sağ olsunlar bize çok yardımcı oldular ama mekan çok kötü. Etraf çorak ve geniş bir alan. Dediğimiz gibi dalgalanıyordu.
Mert Fırat: Çekimleri Eymir gölünde yaptık. Eymir gölü bir vadi gibi olduğu için hiç bir yerden rüzgâr almaz. O yüzden su çarşaf gibi dümdüz olur. Biz zaten orada çok yüksek dereceler elde ederdik. Çok yüksek performanslar gerçekleştirirdik. İstanbul'daki yarışlara geldiğimizde kalırdık öyle, performansımız düşerdi, çünkü su dalgalı. Biz hiç alışık değildik dalgaya. Sonra bunu hatırladım. "Biz Ankara'ya gidelim" dedim. Zaten İlksen'e mekanı gezdirmiştik ve çok beğenmişti. "Ben burda çekmek istiyorum" demişti. Biz de buraya gelmek için bütçemiz yok, bizim için çok pahalı olur diyorduk. En sonunda İlksen'in istediği dolaylı bir şekilde oldu. Çünkü hesapladık ki çekimler aynı fiyata geliyor hatta Ankara'da çekmek daha bile ucuza geliyor.
İlksen Başarır: Mekânı benden başka kimse görmediği için en zor kısmı orasıydı. Sabah vardık ve çekmeye başladık. Suyun üzerinde çekim yapmak çok zor bir şey. Bu yüzden en çok zorlandığımız sahne kürek sahnesiydi. Bu sahne için keşke diyebileceğim şey, keşke önceden ekiple, en azından görüntü yönetmeniyle gitme fırsatımız olsaydı. Daha güzel bir sahne çıkardı.

"FİLM İÇİN İŞİTME ENGELLİLER FEDERASYONU İLE GÖRÜŞTÜK"
İşitme engelli bir adamın hikâyesini anlatıyorsunuz. Bu süreçte kimlerden nasıl yardımlar aldınız?
İlksen Başarır: Senaryo aşamasında yardım almaya başlamıştık. İşitme Engelliler Milli Federasyonu'nun onur başkanıyla görüştük ve senaryomuzu verdik. Kendileri değil ama eşi işitme engelli. Senaryomuzu okudular. Sonra hem işaret dili için hem de bütün bu senaryodaki detaylarla ilgili olarak onlarla çalışmaya başladık. Filmin başından sonuna kadar -çekimler de dahil olmak üzere- yanımızdaydılar. Çekimlerde işaret dilini kontrol ettiler. Onlar bizim oyuncularımıza eğitim verdiler; Mert onlarla gidip tiyatro çalışmaları yaptı. Bayağı beraber olduk onlarla. Hatta hala beraber çalışmalar yapıyoruz.
Mert Fırat: İşitme Engelliler Federasyonu Başkanı'yla beraber daha yeni Denizli'ye gittim. Denizli valisinin, belediye başkanının da iştirak ettiği bir diploma törenine katıldık. Orada işaret dili dersi almış 50 kişiye diploma verdik. Pamukkale Üniversitesi ile ortak bir çalışma yapıyorlardı. Pamukkale Üniversitesi'nde okuyan çocukların birçoğu işitme engellilerle alakalı proje yapıyor şimdi. Ve Denizli'den Türkiye'nin dört bir yanına dağılıyorlar. Hepsinin işitme engelli biriyle konuşabilecek kadar işaret dili bilgisi de var. Rehber olacaklar. Düşününce çok güzel bir proje.
Bu hikâyeyi yazarken size ilham olan ya da size yol gösteren biri var mıydı hayatınızda?
Mert Fırat: Ortaokul arkadaşım Seda var. Gerçi bu hikâye Seda'nın hikâyesi değil. Sadece hayatımda işitme engelli bir arkadaşımın olmuş olması bana yazarken bir rahatlık verdi. Aslında Seda'nın hiç bir engelinin olmadığını gayet iyi biliyordum. Seda bizden biriydi, bir başkası değildi. Hatta bir engel varsa ortada o engel bizim engelimizdi. Bizden dersleri daha iyi, notları daha iyiydi. Bizden daha zeki, daha çalışkan, daha başarılı bir öğrenciydi. Yani o benden değil, ben ondan kopya çekiyordum o kadar söyleyeyim. Ve ben bunu yirmi yedi yaşımda anladım yani on beş yıl sonra. On beş yıl geçene kadar olayı fark etmemişim bile. Sınıfta Seda diye biri vardı ve ben onun işitme engelli olduğunu bile hatırlamıyordum. Dolayısıyla Seda'nın bize verdiği dersin çok büyük etkisi oldu senaryoda. Seda benim ilhamım diyelim, yoksa dediğim gibi asla Seda'nın hayatından en ufak bir parça barındırmıyor.


"GÜNEY KIBRIS DAHİL, ULUSLARARASI VE ULUSAL FESTİVALLERDEN TOPLAM 24 ÖDÜL ALDIK"

Peki filmin gösterimi ve filmle alakalı geri bildirimler nasıl oldu?
Mert Fırat: Bu filmle uluslararası ve ulusal festivallerden toplam 24 ödül aldık. Mesela ödüllerden birini Güney Kıbrıs'tan aldık. Bu gerçekten bizim için çok önemliydi. Oradaki insanlar tam da "Başka Dilde Aşk"a verilecek bir ödül verdiler. En iyi film, en iyi senaryo, en iyi yönetmen ve en iyi erkek oyuncu ödülleri. Başka Dilde Aşk'ın Güney Kıbrıs'ta ödüllendirilmesi bir cepheden de aslında sanatın, sinemanın gücünü göstermiş oldu. Bunlar çok klişe cümleler ama bir yandan da bu insanlar Jennifer Lopez'in konserini engelleyen ülkenin vatandaşları sonuçta. Ama bu insanlar bu filmi kabul ettiler, bizi davet ettiler ve toplamda altı ödülün dördünü bize verdiler. Bu anlamda bunun gibi geri bildirimler bizi çok mutlu etti. Bu filmin Türkiye'yi ve Türk insanını gittiği ülkelerde iyi temsil ettiğini düşünüyorum. Çünkü yurtdışındaki birçok insan hala bizim develerle dolaştığımızı, fes taktığımızı düşünüyorlar." Annenin yüzünü gördün mü hiç?" diyen insanlar var. Ve film yaklaşık on beş ülkede gösterildi ve Türkiye'yi gerçek yüzüyle gerçek kimliğiyle tanıtmış oldu. Film gösterildiği her yerde bilet şampiyonu olarak gösterildi. Her ülkede şu soruyla karşılaştık ''neden burada vizyona girmiyor?", "Niçin burada DVD'si satılmıyor". Bizim gerekli ticari bağlantılarımız olmadığı, tek başımıza bunu yapmak çok riskli ve zor olduğu için şimdilik duruyoruz. Ama film Türkiye'de gişede kendini kurtardı, DVD satışları çok yüksek. Ayrıca bu film, sinema yazarları ile seyirciyi buluşturan bir film oldu. Çünkü genelde sinema yazarlarının beğendiği film gişe yapmaz ya da gişe yapan filmi sinema eleştirmenleri beğenmez. Ama Başka Dilde Aşk'ta bu ikisi buluşmuş oldu.

"YENİ PROJEMİZ "ATLI KARINCA"
Beraber hazırladığınız başka bir proje var mı?
Mert Fırat: "Atlı karınca" diye bir filmimiz var, 4 Mart 2011'de vizyona girecek. İkinci senaryomuz, ikinci filmimiz. Bu sene Altın Portakal'da en iyi senaryoyu aldı. Filmde 14 yaşında minik bir oyuncumuz vardı. Zeynep Oralı, "Behlül Dal Jüri Özel Ödülü"nü aldı. Bu filmi başka hiçbir festivale yollamadık. Avrupa ve Dünya premierini yapmak için Uluslararası festivalleri bekliyoruz.
Ve üçüncü bir projemiz de var, İlksen'le senaryosunu yazmaya başladık. Çok keyifli bir proje. Şimdiye kadar Türkiye'de hiç yakınına bile değinilmemiş bir konu ve eminim çok ilgi çekecek. Sosyal bir yaraya temas etmiyor ama tüm dünyadaki insanların bilmediği ya da fark etmediği bir soruna temas eden bir film.
Peki "Atlı Karınca"nın kısaca hikayesi nedir?

İlksen Başarır: Aile içi cinsel istismar ve bunun aile içinde yol açtığı travmaları anlatan bir film. Daha çok durumun psikolojisini vermeye çalışan bir film. Asla çocuk istismarı sahnelerinin olmadığı bir film.
Mert Fırat: Yani bir çocuğun arzu nesnesi haline getirilmeden de ensestin anlatılabilineceğini, sinema yapılabileceğini gösteren bir kadın filmi oldu. Çünkü bir kadın yönetmen ancak böyle çekebilirdi. Bunda iddialıyım. Çünkü şimdiye kadar çekilmiş hiçbir filmde ben bu hassasiyeti görmedim. Hâlbuki böyle bir film çekiyorsan bunun hassasiyetini göstermen gerekir. Amerikalısından tut da Avrupalısına kadar hepsinde çocuk arzu nesnesi halinde. Türkiye'de de birkaç yönetmen var. Konu ensest değil ama bir istismar durumunu ele alıyor. Fakat alenen çocuğu bir arzu nesnesi olarak gösteriyor. Bu gerçekten ne yönetmenlik, ne maharet, ne de sanat.

"NEW YORK'TAKİ GÖSTERİMİN BİLETLERİ BİRKAÇ SAATTE TÜKENDİ"
New York'taki söyleşiniz nasıl geçti, insanların tepkileri nasıldı?

Mert Fırat: Beklediğimizden çok iyi geçti. Ben yirmi kişi falan olur konuşuruz diye bekliyordum, salonun dörtte üçü söyleşiye kaldı. Ve salonda 250 kişiye yakın insan vardı, zaten filme birkaç saat kala biletler tükendi. New York izleyicisinin bu tepkisi çok mutlu etti bizi. İstanbul'da Türkler filmi izlerken ne tepki verdilerse burada Amerikalılar da aynı tepkiyi verdiler. Bu durum bizi çok sevindirdi. Çünkü Türk sinemasının en büyük problemi çok yerel kodlarla filmi yapmak. Bu şekilde yabancı seyirciye çok da hitap edemiyor ama bu filmde uluslararası kodları yakalamışız ki New York'taki bir insan da bu filmden etkilenebiliyor. Aslında "Atlı Karınca" da öyle bir film, yabancı seyirci de izlerken hiç zorluk çekmeyecek.

Başka Dilde Aşk Fragman from Başka Dilde Aşk on Vimeo.


X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.