Giriş Tarihi: 22.1.2013 20:53 Son Güncelleme: 22.1.2013 21:56

Amerikan toplumunda seri katilliğin kökenleri - I

Dünya tarihinde değişik süreçlerde yaşanan köklü toplumsal değişimler, farkındalık yaratacak kadar benzersiz bir takım bireysel özellikleri de tetiklemiştir.

Mustafa Odabaşı

Dünya tarihinde değişik süreçlerde yaşanan köklü toplumsal değişimler, farkındalık yaratacak kadar benzersiz bir takım bireysel özellikleri de tetiklemiştir. Ortaçağ'ın skolastik düzeni Rönesans gibi fikri bir devrime zemin oluştururken, toplumun yapısı dünya tarihine yön verecek kadar nitelikli; Bacon ve Machiavelli gibi filozoflar, Da Vinci, Michelangelo, Botticelli gibi sanatçılar, Kepler ve Galilei gibi bilginlerin doğumuna zemin hazırlamıştır.

16 ve 17. yüzyıllarda gerçekleşen Otuz Yıl Savaşları ve Seksen Yıl Savaşları, Hollanda bağımsızlığı ile sonuçlanırken, vasıflı işçiler, yetenekli sanatçılar ve engizisyon baskılarından kaçan sermayedarlar Hollanda'ya sığınmışlardı. Protestanlar ve Katolikler arasındaki derin fikri ayrışmalar, Dutch Golden Age / Hollanda Altın Çağı'nın vücuda gelmesine neden oldu. Bu dönemde aralarında Rembrandt van Rijn, Frans Hals ve Johannes Vermeer gibi dünya çapında isimlerin de bulunduğu 800'e yakın ressam yetişti. Gündelik yaşam ve natüralizm resim sanatındaki dominant toplumsal yansımalardı.
Rus edebiyatının altın çağı olarak kabul edilen 19. yy.ın öne çıkan isimleri, bir bakıma Rus toplumunun yaşadığı bağımsızlık sancılarının ta kendileriydiler. Eleştirel realizmin 19. yy. Rus edebiyatına damgasını vurması, edebiyatçıların bir toplum kaygısı taşıdığının da somut kanıtıydı. Nikolai Gogol, Alexander Pushkin, Ivan Turgenev, Mikhail Bakunin, Fyodor Dostoyevsky, Leo Tolstoy, Anton Chekhov ve Peter Kropotkin gibi dünya edebiyatında iz bırakan isimlerin dönemdaş olmalarını, toplumsal hareketlerden bağımsız bir biçimde tesadüflerle açıklamak bilimsellikten uzak olacaktır.
Amerikan toplumundaki seri katillik olgusunu, bireysel anlamda bir yetenek olarak görmek pek olumlu bir yaklaşım değilse de, hangi toplumsal süreçlerin bu hareketleri bir trigger etkisiyle ateşlediğini tespit etmek ve ortaya koymak, yaşanan cinayet ve katliamların sadece kişisel eylemler olmadığını göstermek adına gereklidir. Hiç şüphesiz ki Amerikan tarihine geçmiş olan ünlü seri katiller, toplumsal buhranların genetiği bozulmuş meyveleridirler. Seri katillik her toplumda ve coğrafyada görülebilir, Danimarka, Fransa, Almanya, Japonya ve Meksika'da bunun örnekleri mevcut. Ancak Amerikan toplumunda yaşanan seri katillik vakaları o kadar fazladır ki, bu toplum yapısı için ayrı bir sayfa açmamız lüzumlu hale gelir. İngiltere, Avustralya ve Kanada gibi benzer toplum tiplerinde de seri katilliğin diğer toplumlara göre daha sık görülmesinin menşeini, Amerikan toplum strüktüründe aramamız gerekiyor.
20. Yüzyıl Dünyası
20. yüzyıl dünyası... İlk yarısında iki ağır savaş ve insan kayıpları. Nükleer silahlar, soykırımlar, işkenceler, salgın hastalıklar, işgaller, toplama kampları, dağılmış aileler, yağma ve yıkımlar. 416 bin ABD askerinin ölümü, bu acının toplumsal yansımasımasının etkilediği popülasyon oranının yüksekliği. Tüm bunlar 20. yy'da özellikle ABD'de yükselen toplumsal şiddeti anlamanın yollarına götürüyor bizi. İki büyük dünya savaşı sonrası yaşanan süreçleri iyi analiz edebilmek gerekiyor. Sovyetler Birliği, Japonya ve Almanya da savaşta çok ciddi kayıplar vermişti ancak seri katillik gibi yöneliş bu toplumlarda gelişmedi. Öyleyse 20. yüzyılın ikinci yarısında adeta roket etkisiyle tırmanışa geçen Amerikan tipi seri katilliği tetikleyen başka toplumsal değişkenler vardı, peki neydi onlar?
ABD'de 'büyük buhran' olarak anılan sosyal ve ekonomik krizden çıkış sürecini Franklin Roosevelt tasarlamıştı. İkinci Dünya Savaşı esnasında görevi devrelan Harry Truman 1946 yılında Ulusal Ruh Sağlığı Yasası'nı çıkardı. II. Dünya Savaşından mental olarak zarar gören Amerikan toplumunun sorunlarıyla yüzleşmesi gerekiyordu. Enstitüler kuruldu, araştırmalar yapıldı. Toplumun önemli bir kesiminde bastırılmış zihinsel problemler ve geriye itilmiş şiddet eğilimi olduğu tespit edildi. Psikiyatri bilimi devreye sokuldu ancak bilimsel çalışmalar sosyoloji ile eşgüdümlü ilerleyemedi. Bireysel boyuta odaklanan ve devlet politikası halini alan çözüm önerileri toplumsal boyuttan uzaktı.
Sağlık, haberleşme ve ulaşım masrafları savaşla birlikte maksimum seviyelere ulaştı. Bu da beraberinde bu sektörlerde modernizasyonu getirdi. En önemli yenilikler ise eğlence sektöründe gerçekleşti. Askerlerin morallerini yükseltmek için gece klüpleri ve
dans pistleri kuruldu. Eğlencenin dozu giderek arttı ve Amerikan kültüründe 50'li yıllar fenomeninin doğumunun habercisi oldu. 50'li yıllar beyaz Amerikalıların eğlence sektörü anlamında en parlak dönemiydi. Bu parlaklık modayı, müziği, alışveriş alışkanlıklarını, sinemayı ve topyekün Amerikan kültürünü yeni bir ışıkla aydınlatmaya yetti. Irkçılık hala toplumsal bir gerçekti ama bir diğer toplumsal gerçek olan sosyal depresyondan çıkışın yolu ise, çözüm olmaktan çok ileride soruna daha büyük katkılar yapacak olan eğlence kültürüydü. Kadınlar hiç olmadığı kadar sosyal yaşamın içerisine girmeye başladı. 'Kadın'ın her anlamda bir 'obje'ye dönüşme süreci de 50'li yıllara tekabül ediyordu.

20. yüzyılın ortalarında ABD'deki bira, viski ve şarap fabrikalarının sayısında gözle görülür artışlar yaşandı. Yeni sigara şirketlerinin kurulmasıyla tütün üretimi de yükseldi. Amerikan toplumu savaşın acılarını unutmak istiyordu. Ancak sorunlar bastırıldıkça bir şekilde başka alanlarda çatlaklar oluşacaktı.

Televizyon, Amerikan tarihinde sıradışı bir biçimde değer görmeye başladı ve 1951 yılında renkli yayına geçildikten sonra adeta insanlığı esir aldı. II. Dünya Savaşı sonrasındaki 20 yıl boyunca altın çağını yaşadı. Bu akım eşgüdümlü olarak Kanada, İngiltere, Avustralya ve Güney Afrika'ya da yayıldı. Toplumsal şekilllenmede televizyonun etkisi çok büyüktü. İletişim alışkanlıkları değişmiş, ev eğlencesi kavramı toplumda iyiden iyiye kanıksandı.

50, 60 ve 70'li yılların Amerikan sineması da süreçten nasibini aldı. 1954 yapımı savaşın enteresan yansımalarından biri olan, dev karınca temalı THEM! filminde, deney sonucu kontrolsüz büyüyen karıncalar, aslında dünya savaşına neden olan sorunları temsil ediyordu. ABD ordusunun bu sorunların üstesinden gelerek dünyayı kurtarması, Amerikan sinemasındaki dünyayı kurtarma klişelerinin başlangıcı olurken bu yönelişin kökeni hakkında da fikirler verdi. Günümüzde dev karıncalar metaforu yerini uzaylılara bıraktı. 1958 yapımı The Blob da aynı eksende bir filmdi. Sürekli yayılan ve dünyayı kaplayan bir yaşam formu karşısında sivil ABD halkının tutumu, korkusu ve dehşeti, savaş sırasındaki psikolojiyi çok iyi yansıtıyordu. 1953 yapımı The War of the Worlds ve 1956 yapımı Invasion of the Body Snatchers da istila temelli filmlerdi. 50'li yılların tüm bilim-kurgu filmleri savaş göndermeleri taşıyor ve şiddet içeriyordu.


60'lı yıllarda ise Psycho, Homicidial, The Cabinet of Caligari, The Sadist, The Haunting ve Two Thousand Maniacs gibi filmlerle kadın imajı, toplumsal şiddetin yöneltileceği yegane 'nesne' olarak karşımıza çıktı ve istila teması daha bireysel anlamdaki şiddete dönüştü. 50'li yılların en popüler kadın figürü olan Marlyn Monroe'nun tarzından esinlenerek yaratılmış karakterler, çeşitli korku filmlerinde vahşice öldürüldüler. Bu karmaşık bir tepkiydi. 50'li yıllarda housewife / evhanımı imajından sıyrılıp iş yaşamına atılan, her eve girmiş TV'lerde boy gösteren kadınlar, gittikçe garip bir biçimde obsesyon halini almaya başladı.
50'li yıllarda tüm dünyayı saran Amerikan menşeili rock and roll tarzı müziğin kökenlerinde de şiddet yatıyordu. Toplumsal dönüşümün müziğe yansıması sert hatlara sahipti. 20. yüzyılın ilk yarısına hakim olan folk, jazz, country ve swing yerini ikinci yarıda pop ve rock'a bırakmıştı. Hatta 60'ların sonuna doğru rock daha da sertleşerek heavy metal müziğin temelini hazırlayacaktı. Savaş psikolojisi müziği de dönüştürüyordu. Amerikan halkı geçmişini unutmak için öyle bir uykuya dalıyordu ki, neden uyuduğunu bile unutacak hale gelecekti. Ancak rüyalarında hep şiddet ve vahşet olacaktı. Unutmak istediği her şey kendisine filmler, televizyon ve müzik yoluyla anımsatılacaktı. Bu son derece istemdışı gelişen süreç, Truman'ın öncülük ettiği toplumsal tedavi politikasının antiteziydi ve toplum rehabilitasyonunun önündeki en büyük engeldi.
Yıkılan tabular
Amerikan toplumunun tabuları savaş sonrasında bir bir yıkılmaya başladı. Alkol tüketmekten kaçınan daha az eğitimli kitlenin popülasyondaki oranı düştü. Eğitimli insanlar arasında alkol bir sınıf belirleyicisi haline geldi. 50'li yıllarda seks bir tabuydu, kadınların sosyal yaşama girmesi, eğlence kültürünün kimlik değiştirmesi ve erkeklerin sahip olduğu eve ekmek getiren kişi imajının yıkılması yeni özgürlük alanları açtı. Arkadan gelen genç neslin derdi daha iyi müzik dinlemek, daha iyi giyinmek ve daha fazla eğlenmekti. 1958 ile 1963 yılları arasında 168 bölüm olarak yayınlanan The Rifleman isimli sıradan gibi görünen western dizi ve aynı adlı dergideki pedofil göndermeler seks konusunda tabuları yıkmaktan çok öteye geçiyordu.
20. yüzyılın ikinci yarısında porno bir endüstri haline geldi. 1953 yılında Playboy dergisi, 1965 yılında Penthouse, 1968 yılında ise Screw dergileri kuruldu. Zihinsel yasakların ortadan kalkmasıyla seks alanında sonsuz özgürlüğe kavuştuğunu düşünen Amerikan halkı 1969 yılında AIDS ile tanışana kadar diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkları pek fazla önemsemeden aşırı serbest hareketine devam etti. Bu tarihten sonra 'sağlık' algısı toplum için akılcıl olmayan korkularla zincirlenmiş bir hapishane yaşamına dönüşecekti. Amerikan toplumu 1969 yılında mainstrem bir sinema filmi olan Bob & Carol & Ted & Alice sayesinde swinger kavramı ile karşılaştı ve acıları unutmak için girdiği yolda hızlı bir ahlaki erezyonla burun buruna geldiğini fark edemedi.
Halloween kültürü yine 50'li yıllarda yerleşmeye başladı. 1955 yılında California'da Disneyland'ın inşası tamamlandı ve hizmete açıldı. Eğlencenin sınırları sürekli genişliyordu. Aynı yılda McDonald's kuruldu ve insanların gündelik yemek alışkanlıkları devrimsel bir biçimde değişim göstermeye başladı. 50'li yılların artan özgürlükleriyle gelen toplumsal çözülme her alanda kendini gösteriyordu. Sanata ve mimariye modenizm akımı hakim oluyordu. Resmi tutsak alan soyut dışavurumculuk trendi tam anlamıyla toplumun o dönemki zihni yapısını ve bilinçaltını yansıtıyordu; son derece karmaşık bir içiçelik, asimetrik devinim, hoyratlık ve şiddet. Yükselen bireycilikle beslenen insan egolarının şişmanlaması 'ihtiyaç' kavramını da değiştirdi. Muhtaç olunmayana karşı hissedilen açlık duygusu git gide bireyleri daha fazla sarmaladı.
Kökene ilişkin değerlendirmeler

Tüm bunlar toplumsal değişkenlerdi, aile kurumunun form değiştirmesi ve itibarının zedelenmesi, ailevi problemlerin bireyler üzerindeki yansımaları, psikolojinin yanında sosyoloji bilimiyle eşgüdümlü şekilde araştırılmalıydı fakat bu yapılamadı. Toplum aileyi, aile de (veya ailenin yok olması da) bireyleri değiştirmişti. Ama bu bireysel şiddetin kökenini idrak etmek şiddetin kendisinden daha önemliydi.

Seri katillik, birbirinden çok farklı ve çeşitli değişkenlere bağlı bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Bir ya da bir kaç nedene, sadece biyolojik sorunlara veya çocukluk dönemi sarsıntılarına indirgenemeyecek kadar kompleks ve toplusal boyuttan bağımsız açıklanamayacak bir realitedir. Katillerin yöntemleri, periyodları, zihinsel yapıları, gelir düzeyleri ve ilgi alanlarının dalları o kadar geniştir ki sistemli bir kategorizasyon yapabilmek için kriminolojide ayrı bir bilimsel alan açmak gerekiyor. Bu zamana kadar yapılan bağımsız araştırmalar, ne yazık ki psikoloji bilimine saplanıp kalmış ve sosyolojik varyasyonların seri katillik üzerine etkileri tam anlamıyla ortaya konamamış durumda. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra görülen seri katillerde rastlanan madde ve alkol bağımlılığı en temel ortak özellik olarak öne çıkıyor. Ancak bu bağımlılığın nedenlerini irdeleme noktasında yukarıda zikrettiğimiz toplumsal zihniyet değişimini iyi anlamak, en basidinden bireyin suç işlemesine engel olan 'suç işlersem ceza alırım' sakınca ve algısının hangi ahlaki dönüşümler sonrasında kırıldığını belirlemek gerekiyor. İnançlar, aidiyet ve değerlerle bağ kurma alışkanlıklarının II. Dünya Savaşı esnasında yaşanan travma ile zayıflaması, muhakkak ki psikolojik refleksler de yaratmıştır. Ekonomik bir çıkar amacı gütmeyen, namus, intikam veya provokasyonla hiçbir ilgisi olmayan ikili ilişki denklemlerinden bağımsız şiddetin temelinde yuvalanmış olan tetikleyici sosyal unsurlar, travma kazanında kaynadıktan sonra buharlaşmış ve tüm toplumun üzerine bir duman gibi sinmiştir. Bunlara CIA'in 1976 yılında yürütmeye başladığı suça meyilli insanları programlama çalışması Montauk Project'in de eklenmesi, sorunu rasyonel bir çözümden uzaklaştırmıştır. Problemi çözmek yerine yönlendirmeyi amaçlayan bir sürece girilmesi, toplumun üzerine sinen dumanı süblimleştirme şansını da yok etmiştir.

Tüm bu bilgiler ışığında Amerikan tipi seri katilliğinin kökenlerini daha geniş bir perspektife yaymamız gerekiyor. Seri katillerin yöntemleri ve tipolojisini, popüler kültüre olan yansımalarını, medyanın yeni katil profillerine nasıl ilham kaynağı olduğunu, seri katillerin neden insanlara karizmatik bir kimlikle sunulduğunu ve başta müstakil gelişen şiddet yönelişinin medya-sinema-televizyon üçgeniyle nasıl daha fazla körüklendiğini yazının ikinci bölümünde göreceğiz..

modabasi@me.com
@mustafaodabasi
(USASABAH)

Amerikan sinemasında gizli semboller - 3: Alter Ego

Amerikan sinemasında gizli semboller - 2: Her Şeyi Gören Göz

Amerikan sinemasında gizli semboller - I: Ay Ritüeli
Soğuk savaşın sırları: MKultra Zihin Kontrol Projesi

Tavşan Deliği: Zihin kontrolü mümkün mü?


X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.