Giriş Tarihi: 31.03.2013 00:28 Son Güncelleme: 31.03.2013 01:26

Bir özrün anatomisi

İsrail`in Mavi Marmara saldırısı ilgili Türkiye’den özür dilemesinin hemen ardından İsrail`in neden özür dilediği ve özrün neden bu zamanda geldiği hem yazılı ve görsel medyada hem de sosyal medyada çok tartışıldı.

Yunus Sönmez*
İsrail`in Mavi Marmara saldırısı ilgili Türkiye'den özür dilemesinin hemen ardından İsrail`in neden özür dilediği ve özrün neden bu zamanda geldiği hem yazılı ve görsel medyada hem de sosyal medyada çok tartışıldı. Özrü Türkiye'deki PKK süreci ile doğrudan ilişkilendirenler olduğu gibi, Türkiye'nin ABD ve İsrail`e verdiği başkaca tavizlere yoranlar da oldu. Bu yazı, İsrail`in neden özür dilediği ve özrü neden bu zamanda dilendiğine dair üç genel unsuru açıklama iddiasındadır. İlk iki unsur İsrail'in neden özür dilediği, üçüncüsü de özrü neden bu zamanda dilediği konusunda bize bir açıklama getirebilir.

1- ABD ve Küresel Değişim
Kıdemli ve emekli bir ABD`li diplomatın bir keresinde "diğer başkentleri bilmemekle beraber size şunu söyleyebilirim ki Washington aynı anda ancak bir buçuk önemli işe konsantre olabilir" dediğine şahit olmuştum. Yine aynı kişinin "2000`li yıllarda ABD El-Kaide ile uğraşırken Çin'in yükselişini kaçırdı" dediğini de hatırlıyorum. Aslında uzun zamandır ABD`nin yeni mücadele alanının Güneydoğu Asya olduğu konuşulsa da, bu durum yakın zamanlarda daha acık seçik yazılıp çizilmeye başlandı. Artık pek çok uzmanın yüksek sesle söylediği birşey var: ABD ilgisini dünyanın başka alanlarından Çin'e doğru kaydırmalı. Başka alanlar tabirinin işaret ettiği en önemli coğrafya ise Ortadoğu. ABD yönetimi son zamanlardaki açıklamaları ve hareketleriyle Ortadoğu'ya harcadığı mesaiyi azaltacağının sinyallerini veriyor. Obama`nın yeni döneminde ABD`nin Ortadoğu'ya direk müdahale etmesi üç durumda mümkün gözüküyor. İsrail`in güvenliğinin tehlikeye girmesi; enerji kaynaklarının güvenliğinin tehlikeye girmesi; kimyasal ya da nükleer silah kullanımı gibi insani bir felaketin olması. Ancak ABD'nin Çin'e odaklanması bölgedeki olaylara tamamen kayıtsız kalacağı anlamına da gelmiyor.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD`nin dünyadaki nüfuzunu devam ettirmesinin en önemli araçları uluslararası kurumlar ve ittifaklar sistemi olagelmiştir. ABD dikkatini Ortadoğu'dan Güneydoğu Asya`ya yöneltirken, göreceli olarak boşalan bu alanı diğer güç merkezlerinin doldurmasını istemiyor. Bölgede boşalan alanı müttefiklerinin doldurması ise ABD için en kabul edilebilir alternatif. Ancak durum ABD açısından pek de iç açıcı değil. Geleneksel Avrupalı müttefikleri ekonomik kriz dolayısıyla pek umut vadetmiyor. Ortadoğu'da baskı ile iş gören yönetimler de artık meydanda değil. ABD için bölgede tutunulabilecek en iyi iki müttefik ise Türkiye ve İsrail. Bu iki müttefikin de birbirleri ile sorunlu olması ABD açısından sıkıntılı bir durum. Yukarıda sayılan problemler gözden geçirildiğinde en çabuk çözüme ulaştırılabilecek konu yine Türkiye-İsrail ilişkileri. Bu sebeple ABD, krizin yaşandığı günden bu yana bu iki müttefikinin barışması için yoğun caba sarf etmekteydi.
2- Bölgesel Gelişmeler
Elimizde somut veriler olmamakla beraber, yetkililerin yaptığı açıklamalardan ABD`nin her iki müttefikini de ikna etmek için çalıştığını anlıyoruz. Ancak son kertede hem ABD hem de İsrail Türkiye'nin geri adım atmaması ve bölgedeki şartların her geçen gün bu ikili aleyhine gelişmesi sebebiyle İsrail`in özrü kabul etmesinin daha makul olacağını gördüler. Bölgedeki gelişmelerden kastımızın başında Mısır'da Mübarek'in devrilmesi ve Müslüman Kardeşlerin temsilcisi olan Muhammed Mursi`nin devlet başkanı seçilmesi, Suriye`de Esed`e karşı güçlü bir silahlı mücadelenin olması ve mücadeleyi yürüten gruplarla ABD ve İsrail`in iletişiminin Türkiye'ye nazaran oldukça kısıtlı olması geliyor. İsrail açısından bölgedeki bu belirsizlik ve kontrolsüzlük durumu büyük bir psikolojik baskı oluşturmakta. Bölgede açılan bu yeni alanlarda ABD ve İsrail karşıtı bir hareketin yeşermesi ve büyümesi her iki ülkeyi de endişelendiriyor. Bölgede yaşanan bütün bu belirsizlikler ve Türkiye'nin bu belirsizlik alanlarındaki etkin rolü, ABD ve İsrail`in Türkiye ile yakın çalışmasını gerekli kılıyor.
Bu aşamada Suriye`deki mevcut rejimin zaten İsrail karşıtı politikalar izlediği ve Esed`in yerini dolduracak bir yönetimin de benzer politikaları izleyeceği tezini savunanlar olabilir. Dolayısıyla Suriye`de bir rejim değişikliğinin İsrail'e yönelik tehdit seviyesini çok da değiştirmeyeceği söylenebilir. Ancak, Suriye`de Esed rejiminin meşruiyetinin bir kaynağının da İsrail`e karşı verilen mücadele olduğu ve İsrail tehdidinin var olduğu sürece Esed yönetiminin meşruiyetini büyük ölçüde koruduğu unutulmamalıdır. İsrail ve Suriye arasında kontrollü ve sınırlı bir gerginlik politikası eskiden Hafız Esed'in işine yaradığı gibi bugün de Beşşar Esed'ın işine gelmektedir. Suriye`de oluşması muhtemel yeni bir yönetimin bu kontrollü ve sınırlı gerginlik politikasını benimseyip benimsemeyeceği ise İsrail açısından meçhul bir durum.
Doğu Akdeniz havzasında keşfedilmeye başlanan yeni enerji kaynakları, bu kaynakların çıkarılması ve nakledilmesi de bölgede Türkiye'ye duyulan ihtiyacın farklı bir boyutu olarak öne çıkıyor. Doğu Akdeniz'de çıkacak doğalgazın sürekliliğinin sağlanması aynı bölgedeki istikrar ile doğrudan bağlantılıdır. Bu kaynakların gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere aktarımı sırasında da güvenli bir nakil rotası aynı derecede önem arz etmektedir. Bir doğal kaynak rezervine yapılan yatırım hesaplanırken siyasi risklerin en aza indirilmesi önemli faktörlerden birisidir. Bütün bu bahsettiklerimiz göz önüne alındığında Türkiye'nin denklem dışında bırakılması, Doğu Akdeniz`deki enerji kaynaklarının çıkarılması ve nakledilmesindeki riskleri en üst düzeye çıkarmaktadır. Yüksek risk ne İsrail ne de bölgede faaliyet gösteren enerji şirketleri için istenen bir durumdur.
3 - İsrail iç Politikası
Yukarıda bahsettiğimiz iki ana sebepten dolayı İsrail`in Türkiye'den özür dilemesi İsrail`in çıkarları açısından mantıklı bir tercihti. Konuyu takip eden bir diplomat, sürecin teknik kısımlarının büyük ölçüde iki yıl önce tamamlandığını, ve son adımın Netanyahu`ya bırakıldığını belirtti. Buna rağmen özrün neden bu zamanda geldiğinin cevabını ise İsrail iç politikasına bağlayabiliriz.
Modern demokrasilerde her siyasetçinin temel önceliği iktidara gelecek oyu almak ve bunu sağlayacak siyasi söylem ve mekanizmalar geliştirmektir. İsrail siyasal hayatı da bu durumdan muaf değildir. İsrail iç politikasına bakıldığında son yıllarda yükselen sağ ve radikal bir söylem göze çarpmakta. Böyle bir ortamda Netanyahu`nun özür gibi seçmenlerce hazmedilmesi zor bir siyasi hamleyi yapması siyasi açıdan oldukça riskli bir durumdu. Kaldı ki bu siyasi risklere rağmen Netanyahu`nun özür girişimlerinin olduğu, ancak koalisyon ortağı aşırı sağcı partilerin Netanyahu`yu hükûmeti bozmakla tehdit ettikleri de bilinen bir gerçek. Şayet bu özür İsrail seçimlerinden önce gelseydi, Netanyahu`nun aşırı sağcı rakiplerinin bunu etkili bir propaganda malzemesi olarak kullanacağını tahmin etmek zor olmazdı. Her ne kadar Mavi Marmara saldırısı olduktan hemen sonra Neyanyahu`nun seçim kaygısı olmasa da, aynı zamanlarda ne Suriye olayı patlak vermiş ne de Ortadoğu'daki durumun İsrail açısından vahameti şimdiki kadar net bir şekilde kavranabilmişti. Ocak ayında İsrail`de yapılan seçimler sonrasında Likud Partisi`nin seçimlerden birinci olarak çıkması, Netanyahu üzerindeki iç politikadan kaynaklanan baskıyı hafifletti. Aynı zamanda, bölgedeki belirsizliğin İsrail halkı üzerinde oluşturduğu kaygı, Netanyahu`ya özrü İsrail`in öncelikli güvenlik problemlerinin çözümü için alınan acı bir ilaç olarak sunma fırsatını verdi.
ABD başkanı Barack Obama`nın İsrail ziyaretinde bu özrü şahsen istemiş olması ve özrün dilendiği telefon konuşması esnasında Netanyahu ile birlikte bulunması da İsrail iç politikası açısından Netanyahu`nun elini rahatlatan bir durum. Zira, İsrail`in ABD ile olan nevi şahsına münhasır ilişkisi, ABD`li siyasilerin İsrail`in isteklerini dikkate almasını ne kadar önemli kılıyorsa, İsrailli yöneticilerin de ABD`nin taleplerini geri çevirmemesini İsrail`in güvenliği açısından o kadar zorunlu kılmaktadır. Bu ilişki tarzı İsrail kamuoyunun da genel kanı olarak kabul ettiği bir durumdur. Hal böyleyken, bir ABD başkanının bizatihi yürüttüğü süreçte İsrail liderinin olumsuz tavrının getireceği problemler İsrail kamuoyu tarafından bilinmektedir. Netanyahu`nun deyim yerindeyse olayın siyasi sorumluluğunu Obama`yla paylaşarak, yükselen aşırı sağ seçmen açısından özrü daha kabul edilebilir bir hale dönüştürdüğünü söyleyebiliriz.
Buraya kadar anlatılanlara ek olarak cevaplanması gereken son bir soru ise Türkiye'nin bu özrün neresinde olduğudur. Türkiye, özür meselesinden bağımsız olarak, Ortadoğu'daki gelişmelerde kendi görüşü çerçevesinde pozisyonlar almış ve aldığı bu pozisyonlar özür dahil pek çok konuda Türkiye'ye olan ihtiyacı arttırmıştır.
Özür meselesi çerçevesinde ise talepleri konusunda taviz vermemiş ve uluslararası alandaki muhtelif platformlarda bu konuyu gündeme getirmiştir. Türkiye'nin bu tutumu uygulanması kolay bir politika olarak görünse de, kısa zamanda önemli olayların yaşandığı bir bölgede tutarlı ve sabırlı olmak gibi iki zor meziyeti gerektirir. Konuyu yakından takip eden bir uzmanın belirttiği gibi bu tutarlılık ve sabrın temel motivasyonu mevcut dış politika yapıcılarının dış politika algısı ve dış politikayı yönetim biçiminden kaynaklanıyor. Yine aynı uzman, Mavi Marmara saldırısından sonra İsrail`den özür dilemeyi bile düşünen bir anlayışın Türkiye'de halen var oluşuna duyduğu şaşkınlığı belirtirken, bu olayda izlenen politikayı anlamaktan uzak bir yapının Türk düşünce ve siyaset hayatındaki yerini kavramakta oldukça zorlandığını da hayretle ekledi.
Peki bu özür Türk-İsrail ilişkilerinde ve Ortadoğu'da neyi ne kadar değiştirebilir? Bu bir sonraki yazımızın konusu...

*John Hopkins Üniversitesi, Paul H. Nitze İleri Uluslararası Çalışmalar Fakültesi
(USASABAH)

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.