Aman, Gestapo filan demeyin!
YASSAH HEMŞERİM!
Üstelik kimi terslikler de tuz-biber ekti. Bizim yarışmadaki Bal filmimizin basın toplantısında ekibimizin resimlerini çekmek için davrandığımda, dev boylu genç görevli öyle bir "Yassah hemşerim!" çekti ki... Yani bunun Almancasını... Ben bu bir Türk filmi, şu profesyonel fotoğrafçı kimliği taşıyanlar dışında kimseye resim çektirmemek ilkenizi biraz yumuşatın da hemşerilerimin birkaç poz resmini çekeyim derken, göğsümdeki eleştirmen kartını çekip aldı ve beni salondan kovmaya kalktı. Tabii pes etmedim. 1978'den beri festivalin gediklisi, uluslararası tanınan bir sinema yazarı olmanın güveni içinde çıkmayı reddetim, tersine ben o çocuğun adını alıp basın sorumlusu hanıma şikayete gittim. Ve o öfke içinde, çocuğun bana bir Gestapo görevlisi gibi davrandığını söyledim. Sen misin söyleyen! Bana hak verir gibi dinleyen kadının suratı allakbullak oldu, genç çocuk ise yüzünde "Ben size demedim mi?" der gibi bir ifadeyle, bana nefret dolu bir bakış attı. Hemen anladım: Bam tellerine basmıştım. Nazi, Gestapo gibi laflar, bu ülkede hâlâ en büyük küfür sayılıyordu ve insanlar bu sözleri duyduklarında çıldırıyorlardı. Nitekim sonradan konuştuğum bir dostum, bana geçenlerde bir Türk'ün bir polise aynı şeyi söylemesi nedeniyle hemen hakkında dava açıldığını ve bir yıl boyunca mahkemeye gidip gelmek zorunda kaldığını anlattı.
KOLEKTİF YASAKLAR
Neyse, sonra durum biraz düzeldi. Bana kartımı geri verdiler, ben de o sözüm nedeniyle özür diledim. Ama sonra düşündüm. Hemen her halkın, çoğu zaman tarihte gerçekten işlenmiş suçlardan kaynaklanan böyle kolektif yasakları vardı. Ve bunları ulu-orta konuşmak, hele kişisel bir hakaret ögesi gibi kullanmak yanlıştı. Oradan aklıma ünlü "one minute" olayı geldi. Ve de, tarihin gördüğü en büyük soykırıma uğramış bir halkın bugün kurduğu devletin başındaki kişiye, tüm dünyanın önünde, "Siz cinayet işlemeyi çok iyi bilirsiniz," denmesinin beni o gün de, bugün de rahatsız etmesi durumu.
ASIL SORULACAK SORU
Bu sözde gerçek payı kuşkusuz vardı. Ama, asıl o soykırımı işlemiş, savaşta altı milyon Yahudiyle birlikte tam 60 milyon insanı da ölüme göndermiş bir başka halkın başbakanına, herhangi bir vesileyle veya haklı olarak kafamız kızdığında, benzer sözler edebiliyor muyduk? Düşünsek bile, kafamızdan geçirsek bile? Asıl sorulacak soru bu olmalıydı. Ben küçücük bir olayda aklıma geleni söyledim, dersimi de aldım. İşleri diplomasi olan, tüm dünya devletleriyle dost geçinmek ve tüm halklara benzer bir dostluk eli uzatmak durumunda olanların çok daha dikkatli olmaları gerekmiyor mu? Sırası gelmişken şunu da söyleyeyim. Evrensel sinema ve sanat camiası içinde de birçok Yahudi var. Onlar, İsrail devletinin çok ötesinde, uluslararası düzeyde her alanda etki güçleri olan, sesleri dinlenen kişiler. Ve onlar zaten kendileri İsrail'i eleştiriyor. Ancak onlar arasından tanıdıklarım, sayın başbakanımızın sürekli İsrail yöneticilerine ağır çıkışlarını, artık tüm Yahudiliğe yönelik bir saldırı gibi görüyorlar. Ve bu yüzden derin bir hayalkırıklığı yaşıyorlar. Bu duygu kronikleşirse, uzun vadede ülkemizin zararına olabilir. Benden minik ama içten bir uyarı...
EN SON HABERLER
- 1 Çocuğun ergenlik dönemi anne babanın imtihanıdır
- 2 Bitki bazlı sütlerin sağlığımıza katkısı sıfır!
- 3 Çocuklarla açık havanın keyfini çıkarma vakti geldi
- 4 Floral esintiler
- 5 Yapay zeka tüm iş yapma kültürünü demokratikleştiriyor
- 6 7/24 şehirde yaşam
- 7 Körkütük değil sorunlu aşık!
- 8 Artık çocukların da kolesterolü yükseliyor: Sebebi obezite ve hareketsiz yaşam
- 9 Sağlıklı beslenirken öğün sayısı önemli
- 10 Fas’ı yeniden keşfetme vakti