Son Güncelleme: Cuma 23.04.2010
Taş atan çocukların 23 Nisan'ı
Batmanlı, Mardinli, Nusaybinli çocukların 23 Nisan'ı hep buruk. Çünkü onlar sadece 23 Nisanlarda çocuk olduklarının hatırlanmasını istemiyor
HEPSİ BEDEN HOCASI OLMAK İSTİYOR
Masa tenisinde Türkiye çapında yaptıkları dereceler bunun bir kanıtı. Merkezin yıldız takımında oynayan ve Türkiye dördüncülüğü elde eden yıldız takımın oyuncularından Abdulnasır Turan (13), Hasan Erdoğan (14), Rıdvan Turgut (13) arkadaşlarından duyarak gelmişler masa tenisi oynamaya. Mahaledeki İMKB İlköğretim Okulu'nun öğrencileri olan bu üç çocuk, iki yıldır oynadıkları bu oyunu daha önce hiç oynamamışlar ve haftada üç kez oynadıkları bu oyun sayesinde Samsun, Kayseri, Sivas, Malatya, Adana'ya gitmişler. "Nesini seviyorsunuz?" diye soruyorum, "Yaw," diyor "Her şeyini sevdim." Hepsi beden hocası olmak istiyor, hayatlarını değiştiren beden eğitimi hocaları hepsinin idolü. Merkezde harıl harıl bir hareketlilik var. Kimi iyi resim yapan öğrencilerini gösteriyor bize, kimi bir yılda çok iyi satranç oynamayı öğrenen Zehra ve Sevda'nın masasına götürüyor bizi, kimi de bir başka sınıfta ellerinde ezberleyemedikleri repliklerinin yazılı olduğu kâğıtlarla Damatlar adlı bir piyesten bir bölüm oynayan çocukları gösterme derdinde. İzliyoruz. İki göz odalı evlerinde, İstanbul'daki yaşıtlarının bir öğünde yediği yemeği belki bir tam günde bile yiyemeyen o çocukların aç karınlarıyla oynadıkları satrancı, sergiledikleri piyesi ve yaptıkları ebruları, resimleri, daha birçok şeyi. Frito Lay'in, GAP Kalkınma Bankası ve devletin çeşitli kurumlarıyla işbirliği yaparak sürdürdüğü proje elbette birkaç çocuğun hayatını değiştirecek ama 'ya geri kalanlar?' diye sormadan edemeden izliyoruz her şeyi.
BENİ ÇOK DÖVDÜLER
Dedik ya, 300 şanslı çocuk onlar aslında, çünkü kapının önünde bekleyen sıfır numara traşlı, yüzleri gözleri yara içinde, partal ayakkabılı, yırtık giysili yaşıtları İstanbul'dan gelen gazeteci ağabey ve ablaların onlara gösterdiği ilgiyi kıskançlıkla izliyor. Hemen yanı başımızda bitiyorlar, onlarla da ilgilenelim diye. Peki diyoruz ve biliyoruz ki, bize az önce içeride anlatılan 'mutluluk ve başarı' hikâyelerinden başka hikâyeler anlatacaklar. Batman'da bize gösterilenlerle bizim gördüğümüz çocuklar aynı çocuklar. Ama bize anlatılan 'iyi niyetli' hikâyelerle, azıcık bir samimiyetle duyduğumuz 'gerçek' hikâyeler aynı hikâyeler değil. Az önce bir öğretmenin anlattığı "Çocuklar sabahları çok sık bayılıyor, araştırdık açlıktanmış," hikâyesinin devamı olan, gerçek hikâyeler dışarıda, bunu biliyoruz. Okul zili telefon zili gibi değil "Sevgili öğrenciler ders zamanı" diye bir anonsla çalmaya başladığında, 'öteki' çocuklarla baş başayız artık. "Çocuklar çok istediğiniz bir şey var mı?" diye sorduğumda aldığım yanıt, "Sınıfımızın camları günlerdir kırık," oluyor ilk önce. Niye kırıldı sorusunun yanıtı belli: "Olaylar oldu abla." "Siz de katıldınız mı olaylara?" sorusunun yanıtı önce "Hayır". Sonrasında Kürtçe devam eden sohbetimiz ise çok hızlı gelişiyor. Belli ki anadilleri güven veriyor onlara ve bütün kirlenmemişlikleriyle alıyorlar sözü. Küçük İsa (13), "Abla geçen yıl polisler beni yolda yürürken aldılar, kolumu kırdılar, üç saat sonra bıraktılar," diye başlıyor anlatmaya. Ve devam ediyor: "O gün ağabeyimle onun dershanesine gidiyorduk, o gitti ben de eve geri dönüyordum. Olaylar olmuş, ben yolda yürürken döve döve panzere bindirdiler beni, çok korktum, coplayarak kolumu kırdılar." Bir başkası Kürtçe daha rahat anlatıyor meramını, o da dazlak kafasındaki yara berelerle, kara gözü, kara kirpikleriyle yaşadıklarını bir oyun sanan İbrahim: "Beni de götürdüler bir gün, çok dövdüler, bak kafama izi kaldı, gördün mü abla?"
Biz geleceğiz, bize kulak verin
Bir gün sonraki durağımız Mardin. Terörle Mücadele Kanunu mağduru 24 taş atan çocuğun halen cezaevinde olduğu Mardin. Sabancı Müzesi'ndeki çocuk şenliğine yürüyoruz. Aralarından kaçı taş atmıştır, kaçı yargılanmıştır, kaçı tutuklanmıştır diye düşüne düşüne bir çocuk şenliğinin içinde buluyoruz kendimizi. Onların bayramı bugün, dokuz ayrı yerdeki Chetos Çocuk Gelişim Merkezleri'nden ceplerinden hünerleriyle gelmişler, kimi folklor gösterisi yapıyor, kimi yer aldığı bandoda mavi giysileriyle en artistik hareketlerle ben buradayım diyor. Her birinin elinde tuttukları dövizler ise yorum yapmaya söz bırakmıyor: "Bir çocuğun bir değil bin hakkı vardır", "Biz geleceğiz bize kulak verin". Bu sırada başka bir çocuk geliyor aklımıza. Yargılandığı için adını H.A. olarak bildiğimiz, adının baş harfleriyle yazılması dışında çocuk muamelesi yapmayan ve kendisini yargılayan hakime "Bir taş atmanın bedeli 29 yıl mıdır? Sizin söylediğiniz bize şaka gibi geliyor. Bu şakayı yapmayın, artık bitirin." diyen H.A.'yı. O şaka sürüyor ve müzenin önünde rastlaştığımız çocuk grubunun içinden kara gözleriyle Nesrin çarpıyor gözümüze. "Eğleniyor musun?" diye soruyoruz. Omuz silkiyor. Renkli balonlar, kurulan oyun setleri ilgisini çekiyor çekmesine ama oraya ait olmadığını düşünüyor belli ki. Sohbetimiz biraz daha sürünce anlıyoruz ki, 'taş atan çocuklar' her yerde. Hem taş atıyorlar hem 23 Nisan'ı kutluyorlar ve onlardan biri yanı başımızda, en sevdiği arkadaşı 13 yaşındaki amcasının oğlu da şu an cezaevinde.
EN SON HABERLER
- 1 Hiçbir doğruluğu olmayan beslenme önerileri
- 2 İnsana güvenmekten vazgeçmeyin
- 3 Küçük sanatçılar için büyük deneyimler
- 4 Yelkovan kuşlarının peşi sıra
- 5 Üstümüz başımız leopar
- 6 Bu oyunun seyircileri, cesaretli insanlar
- 7 Zamanın ötesinde bir albüm
- 8 7/24 şehirde yaşam
- 9 Sınırları koruyalım
- 10 Dümdüz bir karın, incecik beden için bahar diyeti kılavuzu