Cumartesi 06.11.2010

Bitlis'ten New York'a, kan davasından İslamofobi'ye

Mahsun Kırmızıgül üçlüyor. Beyaz Melek ve Güneşi Gördüm'le büyük bir çıkış yapıp kendisini sinemacı olarak da kabul ettiren sanatçı, üçüncü filminde çok daha iddialı gözüküyor. Ama bunun ilk iki filmi kadar başarılı olmadığı söylenebilir. Dağ, fare mi doğurdu? Bunu asla söylemem. Ama aslan doğurmadığı da kesin! Adını Bitlis türküsü Bitlis'te Beş Minare'den alıyormuş. Türkü kültürüm yüksek olmadığı için bilmiyordum! Özetle iki genç ve yetenekli Türk polisi, hem Türkiye hem de ABD tarafından aranan Decccal kod adlı radikal İslam örgütü liderinin, New York'ta ikâmet eden etkili din adamı ve tarikat lideri Hacı Gümüş olduğu istihbaratı üzerine kalkıp ABD'ye gidiyor. Çünkü Amerikan hükümeti, Hacı'yı Türkiye'ye iade kararı almıştır. Hacı'nın Hıristiyan bir eşi, bir Amerikalı ile evlenmek üzere olan bir kızı ve sayısız sadık müridi vardır. Ve bunlar, liderlerini terk edecek değillerdir. Nitekim Hacı, New York'un göbeğinde kaçırılıyor. Amerikalılar kadar, çifte ajanlarımız Fırat ve Acar da peşine düşüyor. New York'tan İstanbul'a atlayan hikâye, sonunda Bitlis kentinde son bulacaktır. Kırmızıgül, bu hikâyeyi 10 küsur yıldır yüreğinde taşıyormuş, bana da sözünü etmişti. Hikayenin aslında Bitlis'te başlayıp büyük kente (İstanbul? Avrupa? New York?) atlayan bir kan davası ve onun trajik sonu olduğu kestirilebilir. Ama bunca zaman içinde yaşanan çeşitli olaylar, Türkiye ve dünyadaki türlü gelişmeler, o ana entrikaya sonradan eklenmiş. Ne var ki bunlar asıl hikayeyle pek kaynaşmamış. Sanki sonradan yapıştırılmış gibi duruyorlar. Sağlam bir senaryonun içinde yeterince hamur olmamış gözüküyorlar. Beyaz Melek'teki o yoğun insancıl içerik, Güneşi Gördüm'de biraz aşırı mesaj yığma kaygısına rağmen yine de ulaşılan etkileyici sinemasal düzey, burada biraz eksik gibi. Sorunlardan biri, belki de bunun temelde bir aksiyon filmi olarak düşünülmesi. Nitekim baştan itibaren o tür sahneler üst üste yığılıyor: İstanbul'un göbeğinde bir gazeteci öldürülüyor, bir büyük camide görkemli bir tarikat ayini yapılıyor, New York'ta güpegündüz adam kaçırılıyor, vs. Aslında tüm bunlar çok da iyi çekilmiş. Kırmızıgül, sanki sinemasını geliştirmiş, aksiyona hâkim olmuş. Dekorları çok iyi kullanmış: İnsan hemen New York'a uçmak, İstanbul'u yeni baştan keşfetmek, hatta o görkemli taş konakları ve cıvıl cıvıl çarşısıyla Bitlis'i keşfetme arzusuna kapılıyor. Görüntü ve müzik çabaları da birinci sınıf. Ama yetmiyor. Aksiyonun ardında değinilmeye çalışılan temel olaylar, ne bir ciddi analiz düzeyinde ne de dramatik olarak yeterince işleniyor. Örneğin, elbette Fethullah Gülen'den esinlenmiş Hacı Gümüş kişiliği, biraz da Haluk Bilginer'in üstün oyunu sayesinde hayat buluyor. Onun modern hayata bakışı, bir Hıristiyanla evliliği, Sufizm'den esinlenen hoşgörüsü, İslam'ın güler yüzü olarak iyi ortaya çıkıyor. Ama öte yandan onun tam zıddı olup, dinimizin en fanatik yüzünü simgeleyen 'Deccal' ve çevresi, karikatür gibi kalıyor. Fırat'ın (Mahsun Kırmızıgül) tüm kariyerini, giderek tüm hayatını bir intikama adaması inandırıcı olamıyor. Başta Türk istihbarat sorumluları ve askerler olmak üzere kimi yan kişilikler de hikâyenin içindeki ağırlıklarıyla orantılı birer boyut kazanamıyor. Birçok olay ve kişilik, deyim yerindeyse şöyle bir görünüp kayboluyor. Ve de inandırıcılık sorunu. Örneğin FBI + MIT'in birlikte yıllar boyu Hacı Gümüş'le Deccal'i karıştırmasına inanmak kolay mı? Amerikan, hele de New York polisini onca film/diziden tanıyınca, Hacı ve yandaşlarının kaçırılma olayından sonra, kentin göbeğinde, körfezin kıyısında, Boğaz yalısındaymış gibi sereserpe masa atıp oturmaları, komik kaçmıyor mu? Amerika'nın 11 Eylül olayından sonra içine düştüğü İslam fobisini anlatmak iyi de, bunun için FBI ekibinin New York'taki camiye, hem de namaz sırasında ayakkabılarıyla dalıp Müslümanları tehdit etmesi, olur şey mi? Amerikalı yetkililerin bu denli kaba ve aptal olmaları gerçek olabilir mi? Tüm bu ayrıntılar, filmi zedeliyor. Baştan sona ilginiz azalmadan izleseniz de film, gerçek anlamda doyurmuyor, yanaştığı temaları yeterince ele alamıyor. Keşke Mahsun hikâyeyi daha özenle işleseydi, yanına bir/birkaç yazar veya uzman alıp senaryoyu daha iyi çalışsaydı... Verildiği açık olan bunca emek, karşılığını daha iyi bulurdu. Gecenin Kanatları'ndan sonra bu film de geliyor ve Kırmızıgül'de bir senarist sorunu olduğunu gösteriyor. Sinemasını üç filmde bu noktaya getiren bir sanatçı için ne yazık! Öte yandan, oyuncular genelde çok iyi. Dediğim gibi film, Bilginer'e çok şey borçlu. Eşref Kolçak, Suna Selen, Ali Sürmeli, Zafer Ergin, Salih Kalyon gibi eskiler de görevlerini eksiksiz yerine getiriyor. Mahsun Kırmızıgül ve Mustafa Sandal kafadarlar, senaryonun kurbanı oluyor ve iyi çizilmemiş karakterlerini yaratmada zorlanıyorlar. Amerikalı oyuncular Gina Gershon, Danny Glover ve Robert Patrick ise işlerini gayet profesyonelce yapıyor. Sanırım bu filmi çok kişi görecek. İyi de olacak, çünkü görülüp tartışılmayı hak ediyor.
NEW YORK'TA BEŞ MİNARE **
Yönetim ve senaryo: Mahsun Kırmızıgül Görüntü: James Gucciardo Müzik: Yıldıray Gürgen, M. Kırmızıgül, Tevfik Akbaşlı Oyuncular: Haluk Bilginer, Mahsun Kırmızıgül, Mustafa Sandal, Danny Glover, Gina Gershon, Robert Patrick, Engin Altan Düzyatan, Zafer Ergin, Salih Kalyon, Ali Sürmeli, Eşref Kolçak, Suna Selen Boyut Film yapımı.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.