Cumartesi 29.10.2011

Kerpiç kerpiç üstüne kurulan köyler viran oldu

Geçtiğimiz Pazar günü yaşanan Erciş depreminden sonra ilçenin köylerine ne bir devlet görevlisi, ne bir gazeteci, ne de bir arama kurtarmacı gitti. O köylere ilk kez biz gittik ve yıkımı, sefaleti ilk görüntüleyenler olduk, teybimizi köylülere uzattık

Bu sayfalarda imzalarını okuyacağımız diğer arkadaşlarımla görev bölüşümü yaptığımızda, benim payıma Erciş'in depremin yerle bir ettiği ve ta İstanbul'dan dahi öğrendiğimiz hiç kimsenin ayak basmadığı köyleri düştü. Gönüllü şoförlüğümüzü üstlenen ve Vanlı olan sevgili arkadaşım Ercan Demirci ve fotomuhabiri arkadaşımız Cenk'le birlikte 'Bismillah' deyip yollara düştüğümüzde rotamız medyada 'haritadan silinen köyler' olarak tabir edilen köylerdi.
TABANLI VE YAYLIYAKA İLK DURAĞIMIZ
Tabanlı köyü fay hattının geçtiği köy olarak biliniyordu. Ancak böylesi felaket durumlarında oturduğu yerden haber üretenlerle, duyduğu her şeyi gerçekmişçesine binlerce kişiye duyuranların itibarı daha ilk dakikalarda yerle bir oldu. Tabanlı köyünde her şey yerli yerindeydi, diğer iki köyde ise hasar olmasına rağmen bir haritadan silinme durumu yoktu. Tabanlı'dan sonra ilk durağımız 110 haneli, 1000 nüfuslu Yaylıyaka köyü. Köye Kızıltepe Belediyesi'nin kamyonlarıyla birlikte girdik, o kamyonlar köye giren ilk yardımlardı, biz de köye giren ilk gazeteciler. Bir kişinin öldüğü, birinin de ağır yaralandığı köyde bütün evler yıkılmış durumda. 1000 kişiye verilen çadır sayısı ise biz orada olduğumuzda 15 adetti. Sadece evler değil ağıllar da yıkıldığı için geçimini hayvancılıkla sağlayan köyde, bütün büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar ortalığa yayılmış durumdaydı, kimse en önemli sermayesi olan hayvanının nerede olduğunu bilmiyordu. Hepsinin en acil talepleri; hasar tespitinin bir an önce yapılması, kalıcı konutlara yerleşmek ve köylerinin yeniden inşa edilmesiydi. Yaylıyaka'dan sonra ikinci durağımız Adır Adası'nın tam karşısına düşen muhteşem manzarasıyla Döşeme köyüydü. Birçok turistin yaz aylarında konakladığı Döşeme, yakınındaki yerleşimlerle kıyaslandığında birkaç yıkımla afeti atlatmıştı. Ama korkudan sokakta yaşayan köy halkı, her gelen yabancıya baktığı umut dolu gözleriyle çevirdi etrafımızı. Bir yandan aynı anda köye girdiğimiz giyecek yüklü arabadan üzerlerine atılanları utanarak seçmeye çalışırlarken, bir yandan da fotoğrafları çekildiği için nasıl davranacaklarını bilemez haldeydiler.
O GELİNLE DAMADI BULDUK
Rotamızı yine gazetelere yansıdığı kadarıyla Kürtçe adı Xıcick, Türkçe adı Halkalı olan düğün köyüne çevirdik, hani şu meşhur üç düğünün yapıldığı ve o yüzden köylülerin hayatlarını kurtardıkları köye çevirdik. Felaketin en çok vurduğu köylerden biri olan Halkalı'ya biz gidene kadar ne bir gazeteci, ne bir yardım görevlisi, ne bir kamu çalışanının ayak basmadığı köyde sadece bir düğün olduğunu, diğerlerinin nişan olduğunu öğrendik ve gelin ile damadı aramaya başladık. Tabii önce baba Kamil Aydın'dan izin almamız gerekti, izni aldıktan sonra yeni evleri olan çadırlarında sohbet ettik damat Mehmet Şirin Aydın (23) ve gelin Hülya Aydın'la (22). Üç gün üç gece süren düğünlerinin son gününde yaşadıkları büyük şoku henüz atlatamamıştı genç çift. Ama düğünleri nedeniyle köy halkının hayatını kurtarmalarının üzerlerine yükledikleri güzel bir mutluluk havası da gözleniyordu. Mayıs ayında görücü usulüyle nişanlanmış Aydın çifti, telaffuz etmek istemeseler de epey yüklü bir başlık parası karşılığında hem de. Sadece düğün masrafı bile genç damada 50 bin TL'ye mal olmuş, üstelik bunu ucuz bile buluyor. Hülya gelin Tatvan'dan gelmiş Halkalı köyüne, inşaat ustası olan eşiyle birlikte ya Van'da ya da İzmir'de yaşamayı hayal ederken, el emeği göz nuru çeyizleri, özenerek aldığı beyaz eşyaları çöken duvarların altında kalmış. Şimdi hem bu köyde yaşamak hayal olmuş hem de bu köyün dışına çıkmak. Damat M. Şirin Aydın o günü şöyle anlatıyor: "Nasıl olduğunu anlayamadık bile. 14.45'ti. Dışarı çıktım ve ne olduğunu anlayamadım. Tam düğün fotoğraflarını çekmeye ve düğünü bitirmeye hazırlanıyorduk ki, neye uğradığımızı bilemedik." Genç gelin Hülya sorularımızı biraz çekinerek yanıtlıyor, ağzından sadece "Çok kötüydü," cümlesi çıkıyor fısıltıyla. Kınalı elleriyle çekinerek kapattığı yüzünde "Artık ne yapacağımızı bilemiyoruz," diyor. Ama bir yandan da içeri gireceğine dışarıda donmayı tercih edeceğini belirtiyor. Halkalı köyünde düğüne diğer köylerden gelen iki konuk yaşamını yitirmiş. Köyde su, elektrik ve dağıtılan 10 çadırdan başka hiçbir şey yok. Biz oradayken her beş aileye bir çadır verilmişti, ailelerin kalabalık nüfuslarını dikkate alırsanız, bunun hiçbir derde derman olmadığı açıktı. İhtiyar Heyeti azalarından Eşref Faydalı'nın rehberliğinde gezdiğimiz Halkalı köyünde, başımızı çevirdiğimiz her yer yıkıntıydı. 67 yaşındaki Salih Dargın'ın evi, Musa Aydan'ın ağılı, gönüllü imam Nimettullah'ın çatlayan camisi ve hanesini içlerine girerek, bazen de harabelerin üstlerine çıkarak yakından inceledik. Evi yıkılmıştı, çadır verilmemişti ama onun önceliği hayvanlarıydı, öyle ya onlar olmazsa hayatını sürdürmesinin zaten imkanı yoktu. Dokuz hayvanının altısı telef olmuştu ve o el arabasıyla taşıdığı briketlerle kalan üçüne elleriyle yeniden ağıl örüyordu. Tek oğlu da asker olduğu için haline acıyanların yardımıyla duvarını sağlamlaştırmaya çalışıyordu.
ELİF GELİN, SAKİNE ANNE VE KÜÇÜK HAVVANUR
Son durağımız depremin en acı faturalarından birini ödeyen Gedikbulak köyüydü. 10 kişinin öldüğü, pek çok kişinin yaralandığı ve 1000'i aşkın nüfusu, iki mahallesiyle Gedikbulak ziyaret ettiğimiz köylerin içinde en içler acısı manzaraya sahipti desek, abartmış olmayız. Depremde yaşlı babası Kerem ile gelini Elif'i ve dokuz yaşındaki yeğeni Havvanur'u kaybeden Abdullah İleri konuşurken, gözyaşlarını tutamıyordu. Gelini Elif'in oğlu Sıddık'ın deprem sırasında inşaatlarda çalışmak için gittiği İstanbul'da olduğunu anlatırken, köye az önce gelen oğlunu karısının altında kaldığı yıkıntıdan uzak tutmaya çalışıyordu. Gedikbulak'ın üst mahallesine doğru yürüdüğümüzde yürek parçalayıcı ağıtların sesine yöneldi adımlarımız. Erdal Köse, ağıdı yakan teyzesine sarılmış yanıbaşındaki harabenin altından çıkardığı annesi Sakine'yi anlattı bize. Dokuz çocuklu kadın köydeki 10 kayıptan biriydi. Ve yakınları cenazesini dün gömmelerine rağmen, ilk mezarı olan evlerinin yanından ayrılamadan sürekli ona sesleniyorlardı. Zavallı kadının komşusu Aslı Çeliktaş ise depremden bacağını sakatlayarak kurtulmuştu ve yardımların hakkaniyetli dağıtılmadığından, hâlâ sokakta olduklarından bahsederken; köyde göçük altında kalan ölü-yaralı-sağ herkesin köylülerin imkanlarıyla çıkarıldığını söylüyordu. Sadece dokuz yaşındaki Havvanur için askerlerin arama kurtarmasına ihtiyaç duyulmuştu, zaten onlar geldiğinde küçük kız çoktan ruhunu teslim etmişti.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.