Son Güncelleme: Cuma 06.04.2012
Mardin'de çekilen ilk filmin sahibi olmak isterdim
Aşkın Cep Defteri 'ni yayımladı, Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü aldı, ayrıca İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışma'nın jüri başkanı. Çocukken yönetmen olma hayalleri kurduğunu söyleyen Murathan Mungan "Günün birinde film çeksem, hiç kullanılmamış yüzlerle çalışmayı tercih ederim," diyor
- Festivalde jüri başkanısınız. Nasıl gidiyor?
- İki gün arayla, Ankara ve İstanbul festivallerinden teklif geldi. Hoş bir jüri olduğu için, özellikle kabul ettim. 2007'de Barcelona Politik Filmler Festivali'nde de jüri üyesiydim. Geçen yıl Antalya için de öneri gelince, 'Zamanımız gelmiş,' dedim. Zaten film festivalinde çok film seyretme alışkanlığım vardır.
- Sizin sinemayla ne kadar ilgili olduğunuzu bilmeyenler 'Bir şair-yazarın ne işi var bu jüride?' diye yorum yaptı mı?
- Hayır, şair-yazar olarak ya da sinemaya olan ilgimle değil, Murathan Mungan olarak jürideyim. Her jüride çeşitli meslek gruplarından insan olur. 1977'de Yedigün dergisinde sinema yazıları, 1987'de Söz gazetesinde yerli filmleri yazıyordum. Bunların büyük kısmını Kullanılmış Biletler kitabımda bir araya getirdim. 1970'lerin sonlarına doğru, Türk filmlerine ironiyle yaklaşan skeçler yazmıştım. Çok sonra Ertem Eğilmez, bana bir projeyle gelmişti. Gerçi daha sonra yürütemedik, ama Arabesk'i ilk ben başlamıştım yazmaya, sonra Gani Müjde'yle devam ettiler.
TÜRKİYE'DE OYUNCULAR AÇGÖZLÜ
- Festivalin de etkisiyle sinemaya dair bir şeyler yapmak geçiyor mu içinizden?
- Bende sürprizler bitmez. Türkiye'de akademik anlamda Yılmaz Güney üzerine tez yazan ilk kişiyim. Onunla da kalmadım. O dönemlerde İtalyan Kültür'e devam ediyordum, son sınıfta İtalya'ya gittim. Orada iyi bir sinema okulunun hocalarıyla görüştüm, sonra da yaz okuluna devam ettim. Hocalar yönetmenlik değil, oyunculuk düşünmemi söylemişlerdi. Kısa bir deneme filmi dahi çektik. Fakat 22 yaşında, İtalya'da mücadele edecek gücü bulamadım kendimde.
- Şimdiki Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz?
- İstanbul'a gelmeden önce, sinema adına ne yapabilirim diye düşünen biriydim. Çocuk yaşta bunu sormaya başlamıştım. Herkes artist olmak isterdi, ben Mardin'deyken bile rejisör olmayı hayal ediyordum. İstanbul'a geldiğim zamanlarda, Türk sineması çıkmazdaydı. 1980 darbesi olmuş, sadece seks filmleri çevriliyordu. Hatta filme alınan ilk senaryom olan Dağınık Yatak oynatılacak sinema bulamadığı için, o zamanlar seks filmleri oynatan Sinepop'ta gösterildi. Türk sinemasında şimdi uluslararası standartlarda görüntü yönetmenleri var. Fakat siyah beyaz filmler zamanında, çok güçlü görüntü yönetmenlerini, renkli film geçişinde uzun süre görmedik. Bir de çok mükemmeliyetçiyim. Şiir yazıyorsan, sinemada da o titizliği senin kadar gösterecek birileriyle çalışmak gerekiyor. Ama uzun yıllardır evde gizli gizli oyun ve senaryo yazmayı sürdürüyorum. Yazdığım bir oyunu sonbaharda bitiriyorum. Hatta itiraf edeyim, Mardin'de çekilen ilk filmin sahibi olmayı çok isterdim.
- Yönetmen koltuğunda mı oturmak istiyorsunuz?
- Evet, insanız, belli mi olur? Ama tabii insanın yapamayacağı şeyler vardır, mesela kaset yapmayacağım, kesin. Hayat ve birikimlerin seni nereye götüreceği çok önemli. Zamanla titizliğin de artıyor. Uluslararası temsil gücüne sahip iyi ve genç yönetmenlerimiz var, fakat sinema söz konusu olduğunda oyuncu bulmakta çok zorlanıyorum. Çoğu TV'ye bulaşmak zorunda kaldığı için, yüzünün her milimetre karesini ezberlediğim bir oyuncunun beyazperdedeki şahsiyetine inanmakta zorluk çekiyorum. Günün birinde bir film çeksem, hiç kullanılmamış yüzlerle çalışmayı tercih ederim. Dizide görüyorsun, sonra magazinde, ardından reklamda karşına çıkıyor. Ekmek parası niyetiyle bu işlere kalkıştıklarını sanmıyorum, büyük kısmı açgözlülükten bu kadar çok iş kabul ediyor.
- Başka ne tür eksikler görüyorsunuz sinemamızda?
- Bizim sinemada hâlâ yapılmadığına inandığım şey, dönem filmleri. En iddialısında, her seyrettiğimde üç-beş tane dönem hatası, çevre hatası yakalıyorum. Dönemin ruhu geçmiyor oyunculara.
- Türkiye'nin gerçeklerini, son 30-40 yılı anlatan filmler çekildi mi sizce?
- Tek tük diyelim. Şöyle bir sorun var: Resmi ideolojiyi ne kadar onaylarlarsa, o kadar yer buluyorlar. Sansür, kitlesel sanatlarla bireysel sanatlar arasında bir tercih farkı uygulamıştır. Bir romanda ya da bir öyküde nispeten daha özgür hareket edebilirsin, çünkü sistem bilir ki, onu şu kadar kişi okuyacak. Ama bunun sinemasını, tiyatrosunu yaptığında, etki gücünün artacağını, sistemi sorgulayanların artacağını bilir. O yüzden kitlesel sanatlara daha büyük sansür vardır, şimdi buna TV de eklendi. 30 senedir bir iç savaş yaşanıyor ve bunun tiyatroda, sinemada karşılığını çok fazla göremiyoruz. Son zamanlarda, Kürt yönetmenlerin çıkışlarıyla bir dalga başladı. Edebiyatta da kimi malzemeye uzaklığı, kimi tercihi nedeniyle bunlardan uzak durdu. Tiyatro dersen, zaten ödenekli kurumlar ve kıyamet kopsa da piyesler sergilemek durumundalar. Bu yüzden asıl sorun kitlesel sanatlarla bireysel sanatların alanlarının kullanım farkıyla ilgili.
- Sinemamızın en büyük sorunu nedir?
- Her sanatın kendi büyü nesneleri vardır ve ben, meselesi olan yönetmenlerle yakın hissediyorum kendimi. Türk sinemasının asıl problemi, eğlence sinemasındaki noksanlık. Bayağı işler yapmadan iyi eğlence, iyi ticari filmler yapılamıyor. Hepimizin çok iyi çekilmiş bir melodrama, bir komediye her zaman ihtiyacı vardır. 12 Eylül'den beri serseme döndürülmüş bir insan güruhuna işler yapılıyor.
EN SON HABERLER
- 1 Sanal dünya çocuklara okuldan tatlı geliyor
- 2 Öğrendiğinizde şaşıracağınız 4 önemli beslenme bilgisi
- 3 Oysa her şey çok iyi gidiyordu
- 4 Sokaklar tenis kortuna döndü
- 5 Her şey bu ülkenin çocukları için
- 6 Bir rüyanın peşinde
- 7 7/24 şehirde yaşam
- 8 Hiçbir doğruluğu olmayan beslenme önerileri
- 9 İnsana güvenmekten vazgeçmeyin
- 10 Küçük sanatçılar için büyük deneyimler