Cumartesi 28.04.2012
Son Güncelleme: Cumartesi 28.04.2012

Müzelik masumiyet

Bir romanın müzesi olarak dünyada bir ilk Masumiyet Müzesi. Aynı adlı romanın her bölümüne müzede bir vitrin denk düşüyor. Her vitrinin üzerinde farklı bir numara yazılı. Orhan Pamuk merak ettiğimiz bölümleri bize kendisi anlattı. İşte, "Bu, mütevazı bir İstanbul müzesidir," diyen Pamuk'un ağzından Masumiyet Müzesi...

Rengi kiremit kırmızısı. Şimdiden bu yoksul sokağın değerini birkaç kat artırdığı söyleniyor. Öyle ki, emlakçılar, civardaki binaları "Orhan Pamuk'un müzesini görüyor," diye tanıtıyor. Hiç kuşku yok ki, Masumiyet Müzesi sadece İstanbul'un değil, bu coğrafyanın en dikkat çekici müzesi olacak. Çünkü Masumiyet Müzesi'nde anlatılan her şeyi müzede görmek, insanda romanda anlatılanlar hakikiymiş duygusu yaratıyor. Kemal'in takıntılı bir aşkla sevdiği Füsun'un yarım bıraktığı 4 bin 213 adet sigara izmariti bile sergileniyor. Kapıyı Orhan Pamuk açtı. Heyecanlıydı. 1999 yılında müze yapma fikriyle satın aldığı bu binayı, romanın tasvir ettiği eşyaları bulma ve yerleştirme sürecini, geçirdiği uykusuz geceleri anlattı. Pamuk, Masumiyet Müzesi'nin aynı zamanda küratörü. Yeri gelmiş, müzesinin bir köşesi için film çekmiş, yeri gelmiş resim yapmış... İki saat süren müze gezimiz, çatı katında sona eriyor. Duvarda, romanın son cümlesi, Kemal'in "Herkes bilsin ki mutlu bir hayat yaşadım!"sözü yazılı. Pamuk'a "Siz de mutlu bir hayat yaşadınız mı?" diye soruyorum. Yanıtı "Evet, ama Kemal gibi övünerek değil. Benim kitaplarımı okuyanlar zaten mutlu hayat yaşadığımı anlar," oluyor.

- Ziyaretçiler çatı katına gelince bir sürprizle karşılaşıyor. Romanın ve müzenin asıl çıkış noktasıyla, el yazılarınızya... El yazınızla dolu defterler, aldığınız notların sergilendiği bölüm çok etkileyici. Sanki hepsi bu çatı katında yazılmış gibi... Hayalle, gerçek ve kurgu birbirine karışıyor...
- Romanı ve müzeyi birleştiren kuvvetli bağ, her ikisinin de benim tarafımdan çok uzun bir dönemde; kelime, kelime, eşya, eşya, resim, resim hayal edilmiş olması. Müzede sergilediğim eşyalar, romanda anlatılan eşyalara denk düşüyor. Ama kelime başka bir şey, eşya başka bir şey. Kelimenin kafamızda canlandırdığı hayal bir şeydir, bir zamanlar kullandığımız eski eşyanın hatırası başka bir şey. Hayaller ve hatıralar birbirine yakındır ve romanımla müzenin yakınlığı bundan kaynaklanıyor. Kemal, herkesin gözünde bir çeşit mutsuzluk, yenilgi olan acıklı aşk hikayesini olumlu bir hikayeye çevirmek ister ve o zaman Füsun'a duyduğu aşkın, kendi hayatını nasıl mahvettiğini ya da değiştirdiğini, hatta nasıl olgunlaştırdığını anlatmak için bu müzeyi yapar. Romanda anlattığım gibi, Kemal sekiz yıl yaşadığı çatı arasında çoğunlukla yatağa uzanır, örtüden çıkardığı yastığa başını dayar ve tavana bakarak anlatırdı. Bu hikaye gerçek mi, gerçekten bir Kemal var mıydı, yok muydu? Roman sanatı zaten bu belirsizlik üzerine kurulmuştur. Bir şey okuruz, 'Yazar bunları yaşadı mı, uyduruyor mu?' diye sorarız. Aslında kitabı cazip kılan budur. Ama müzelerde böyle bir şey yoktu şimdiye kadar. Yani müzede gördüğünüz her şey gerçekti. Bu müzede ise ilk defa tarihte, bir romanda anlatılan 'şeyler' gösteriliyor. Ama öte yandan da bu roman, bizim tanıdığımız, bildiğimiz 1950-2000 arası İstanbul eşyalarını anlatıyor.


-Müze kataloğunu da siz hazırladınız. Şeylerin Masumiyeti adını verdiğiniz bu kataloğu romancı kafasıyla mı, müzeci bakışıyla mı yazdınız?
- Şeylerin Masumiyeti, müze açıldıktan 15 gün sonra çıkacak. Bu katalog müzeyi açıklamıyor, ama romanın nasıl müzeye dönüştüğünü anlatıyor. Bazı yerlerde Kemal'in bazı eşyaları nasıl bulduğunu, benim nasıl bulduğumu, sonra bu eşyalardan nasıl vitrinler, kutular yaptığımızı anlatıyor. Her şeyde olduğu gibi iş büyüdü büyüdü, katalog olmaktan çıktı, bağımsız bir kitap oldu. 1999 yazında, Çukurcuma Hamamı'nın 50 metre aşağısında müze yapma fikriyle aldığım bu binanın her aşamasını, romanımın müze olma sürecini, yıllarca eşya biriktirdikten, vitrin kutularını bir sahne gibi hayal ettikten, onları çizdikten sonra müzeye yerleştirilişlerini, her şeyi anlattım. 2011'in bahar ve yaz aylarında, herkes beni yurtdışında bilirken, bütün gün küçük ayrıntılarla uğraşarak müze binasında geçirdiğim altı ay, içimdeki ölü ressamı yeniden hayata döndürdü. Yıllarca tek başıma bir odada roman yazmış olan ben, şimdi ortak bir amaçla, mutlu bir kalabalıkla birlikte, üniversite yıllarımda resim yaparken aldığım zevkle çalıştım. İstanbul'un büyük eksiği, bir büyük İstanbul Müzesi olmamasıdır, olur inşallah bir gün. Fakat Masumiyet Müzesi bir romanın müzesi olarak, aynı zamanda mütevazı bir İstanbul gündelik hayat müzesidir. İlk İstanbul aşk ve hayat müzesidir. Sinema biletleri, otobüs biletleri, günlük hayatta kullandığımız telefonlar, jetonlar, elbiseler, oyun kağıtları, tabii ki fotoğraflar, vapurlar, şehrin sesleri, gemi düdükleri vs. İstanbul'un gündelik hayatını anlatan her şeyi göreceksiniz Masumiyet Müzesi'nde.
- Müze kitabında manifestonuz var. Neden bu manifesto?
- Batı medeniyetinde, pazarları kiliseye gider gibi müzeye gitme alışkanlığı yerleşti. Batı'da müzelerin derin hayatla, maneviyatla bir ilgisi var. Müzeler ait olduğumuz milleti, kültürü, tarihi bize gösteriyor, ama daha çok resmi yerler. Daha çok devletin, milletin yaptığı şeyler gösteriliyor ama tek tek bireyleri göstermiyorlar. Müzeler tek tek bireyler üzerine kurulamıyor. Bunun sebeplerinden biri de çok pahalı olması. Şimdi bu parayı devlet ya da büyük kurumlar verdiği için onlar da kendi reklamlarını yapmak istiyor. Benim mütevazı manifestom şunu söylüyor: Müzeler büyük ve pahalı olmayabilir. Küçük bir aile üzerine, bir kişinin hayatı üzerine küçük müzeler yapabiliriz. Bunların masrafı da çok olmayabilir ve o zaman sıradan vatandaşın, güçlü olmayan kişinin, çok daha ilginç olan hikayesini anlatabiliriz. Artık devletin hikayesinden çok, bireyin hikayesini anlatmalıyız. Masumiyet Müzesi bunu yapan küçük müzelerden biri.
- Bu müzeyi yaparken dünyada hangi müzelerden ilham aldınız?
- Çok müze gezdim. Kitaplarım Avrupa'da ilk çıkmaya başlayınca, sokak arkalarındaki küçük müzeleri çok sevdim. Çünkü orada bir duygu uyanıyordu içimde. Masumiyet Müzesi'nde de o duyguyu uyandırmaya çalıştım. Bir zamanlar birileri hayatlar yaşamış, o çağlar bitmiş, o adamlar tutkulu olmuşlar, paralar harcamışlar, âşık olmuşlar, hırslara kapılmışlar, unutulmak istememişler, bir şeyler yapmak istemişler. Ama tabii zaman geçmiş, onların önemi kalmamış. Uyuklayan bir bekçi, bazı eşyalar, yerlerde gıcırdayan ahşap... Ben bu müzeleri çok severdim. Onların bir havası, bir ruhu var. O yaşadığınız şehrin, kültürün derinliğini, oranın tarihini hissediyorsunuz. Milli savaşları, diplomatik olayları, bir padişahın, kralın tahta oturmasını değil, insanların günlük hayatını görüyorsunuz. Bakın, mesela Benim Adım Kırmızı adlı romanım da tarihi romandır, ama padişahların kahramanlıklarını anlatmaz. Şeküre'nin mutfaktaki dertlerini, çocuklarına günlük hayatta mutfakta ne pişirdiğini, hangi eşyaları kullandığını anlatır. Padişahla ilgilenmez o roman.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.