Cumartesi 02.06.2012

Canes'da yıldız olmak kolay değil

Bu yıl 65'incisi düzenlenen Cannes Film Festivali, bir kez daha tüm dünyanın dikkatini Fransa'nın minik sahil şehrine çekmeyi başardı. Biz de festivali yerinde izleyerek, arka planda yaşananları aktarmaya çalıştık

Dünya sinemasının kalbi, mayıs aylarında Cannes'da atar. 65 yıldır Fransa'nın güney sahilindeki bu küçük şehir, usta yönetmenlerin er meydanına dönüşür. Yeni filmler burada izlenir, sinema profesyonelleri, 10 gün boyunca burada kamp kurar. Sinema âleminden veya basından değilseniz, festivali sadece kenardan izlersiniz. Otellerde yer bulabilirseniz, normalin üç katı fiyat öder, averaj yemekler için boşuna garson bekler ve şaşırtıcı hesaplar ödersiniz. Ama bir sinema aşığıysanız "Tüm bunlara değer," der ve Cannes'ın yolunu tutarsınız.
65. yıl afişi için, güzellerin en güzeli Marilyn Monroe'nun bir fotoğrafı seçilmişti. Bir arabanın arka koltuğunda oturmuş, elindeki minik pastanın mumunu üflerken çekilen fotoğrafı seçen Cannes yöneticilerine teşekkürler!
Festivalde en önemli mesele, giriş kartı meselesi. Eğer film satın alımcısı iseniz, sizden kralı yok! Tüm filmlere rahatlıkla girip, Cannes'ın fatihi olabilirsiniz. Basın mensupları arasındaysa bir kast sistemi mevcut. Çok az sayıda kişiye verilen Beyaz Kart sahiplerindenseniz, partiler dahil, giremeyeceğiniz yer yok. Otel paranız dahil, festivalin konuğusunuz. Benim gibi Siyah Kart'ınız varsa, filmden en az bir saat önce kuyruğa girip kapıların açılmasını bekliyor, ardından da yer kalırsa filmi izleme şansına sahip olabiliyorsunuz. Kırmızı halı törenlerinin de yapıldığı merkez salonda ise sistem farklı. Bir gün önceden açılan internet rezervasyonuyla kart bilgilerinizi girip, yerinizi ayırtabiliyorsunuz. Lakin biletinizi alıp, gösterime girmezseniz, kartınıza eksi puan yazılıyor ve ertesi sene için kartınızın derecesinde düşme yaşayabiliyorsunuz. Dolayısıyla davetiyesi olup filme giremeyecek olanlar, filmden önce ellerindeki davetiyeleri bekleyenlere veriyor. En iyi yönetmen ödülünü alan Carlos Reygadas'ın Post Tenebras Lux filmini böyle izleyenlerden biri de benim.
İkinci önemli meseleyse barınma. Otellerin birçoğu, rezervasyonu bir sene önceden yapıyor ve size odayı 10 gün süreyle satıyor. Elbette festival fiyatlarıyla! Ben festivale bir ay kala gitmeye karar verip, üç gece için otel arayınca booking.com'dan sadece iki seçenek bulabildim. Normal zamanda bir gece için 60 euro ödeyeceğiniz odaya, 270 euro ödedim. Ayaklarımın gayet havadar durduğu küçük yataklı, küçücük bir oda.
Festivalin yarışma bölümünde yer alan 22 filmin dışında, yarışma dışı adı verilen ve gösterimleri öncesi kırmızı halı töreninin yapıldığı bir bölüm var. Yarışmaya kabul edilmeyen, ama yönetmen veya oyuncuları için seçilen filmler bunlar. Bernardo Bertolucci'nin yaklaşık 10 yıl aradan sonra çektiği To e Te / Sen ve Ben, yarışma dışı bölümde gördüğüm ilk film oldu. Romanda yapılan radikal değişiklikler, sonucu olumsuz etkilemiş ve ortaya insanı etkilemeyen bir film çıkmış. Geçirdiği bir ameliyatın ardından tekerlekli sandalyeye mahkum olan Bertolucci, salona girişinde uzun uzun alkışlandı. Yarışma dışı bölümünde gördüğüm ikinci film olan Philip Kaufman'ın yönettiği Hemingway & Gellhorn da, hayal kırıklığı yaratan filmlerden biri oldu. Kaufman'ın 10 yıllık aradan sonra çektiği ilk yapım, aslında TV kanalı HBO için üretilmiş bir film. Başrollerdeki Nicole Kidman ve Clive Owen'ın Cannes'da boy göstermeleri için seçildiği kesin. Gecenin en güzel yanı, bol bol Nicole Kidman fotoğrafı çekmem oldu.
CENTİLMENLER ODASI'NDA TIRAŞ MACERASI
"Cannes'da bir yıldızın, bir günü nasıl geçer?" sorusunun yanıtını kendim yaşayarak öğrendim. Festivalin sponsorlarından Chivas Regal'in davetlisi olarak, onlarla bir gün geçirdim. Cannes'ın en lüks oteli Martinez'e yerleştim. Öğle yemeği için, minyatür havuzunda güzel kızların yüzdüğü restorana indiğimde, yan masada Andie MacDowell oturuyordu. 1990'da izlediğimiz Green Card filmindeki halinden farksızdı. Yanına yaklaşabilsem Nicole Kidman'a MacDowell'ın estetikçisini tavsiye ederdim. Asansörde de Lost dizisinde Güney Koreli kazazede Sun'ı oynayan oyuncuyla karşılaştım.
Uzun öğle yemeğinin ardından Mud filminin galasına hazırlanmak için odama çekildim. Smokinimi giydikten sonra, otelin ikinci katında bulunan Chivas Salon ve Centilmenler Odası'na geldim. Chivas'ın konukları için hazırlanan bu odada; kadınlara saç, makyaj vs., erkeklere de sakal tıraşı ve papyon bağlama hizmeti veriliyordu. Benim de tıraşım yapıldı ve papyonum bağlandı. Ardından fotoğraflarımız çekildi. Göğüs kaslarımı öne ittiğimi ve çenemin yukarı kalktığını fark ettim; "Her şey sabah sona erecek, havaya girme," diyen iç sesimi duymazlıktan geldim!
Kokteyllerimizi içtikten sonra, özel araçlarla kırmızı halının başına kadar getirildik. Amerikan filmlerinin yarışmadaki en iyisi olarak nitelenen Mud, geçen yıl bayılarak izlediğim Take Shelter'in yönetmeni Jeff Nichols'ın yeni filmi. Şahane bir saatin ardından tamamen Amerikan film klişelerine bağlayıp sona eren filmden geriye, Matthew McConaughey ve Reese Witherspoon'a eşlik eden iki küçük oyuncunun şahane performansı kalıyordu. Ha unutmadan, Witherspoon hamile. Filmin ardından görevlimiz, bizi özel park alanına götürdü. Araba beklerken Sting ve karısıyla selamlaşıp, ortamdan tebessümle ayrıldık.
Hotel Martinez'in Michelin yıldızlı restoranı La Palme d'Or'da yenen yemeğin ardından, Cannes'ın olmazsa olmazı partilerinden birinde içilen içkilerin ardından, ayakkabımın sıktığı bahanesiyle herkese veda ettim. Yatağıma yatınca düşünmeden edemedim: Yıldız olmak kolay değil!
TÜRK STANDI FESTİVALİN GÖZDESİYDİ
Cannes'a katılan tüm Türklerin soluklanma yeri, Türkiye standıydı. Filmler arsında ve elbette filmlerden sonra hepimizin toplanma yeri burası oldu. Düzenledikleri Gezici Festival'le Türkiye sinema âleminin kalbinde ayrı yere sahip Ankara Sinema Derneği, bu yıl da standın yönetimini üstlenmişti. Başak Emre ve Ahmet Boyacıoğlu bu yıl da sinema sevgileri ve bilgileri, yabancı konuklara olan ilgileri ile standımızı Cannes'ın en gözde standına çevirdi. Akşamüstü partileri ve benim yetişemediğim Fatih Akın filminin ardından yapılan kutlama, herkesin dilindeydi. Özellikle Selim Atakan'ın piyanosu eşliğinde Gülçin Santırcıoğlu'nun verdiği spontane konser, festival boyunca konuşuldu.
MUAMMER BRAV

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.