Cumartesi 25.08.2012
Son Güncelleme: Cuma 24.08.2012

12 yaşındaki kızdan gelin olur mu?

Reis Çelik, Berlin Film Festivali'nden ödülle dönen, çocuk gelinleri anlatan filmi Lal Gece'yi çekmek için evini sattı. Çelik, "Ben sözümü söylemek istedim, fakir edebiyatına gerek yok, o çocukların yaşadıklarına seyirci kalamazdım," diyor

12 yaşında bir çocuk, 60 yaşında bir adamla evlendiriliyor. Kimsenin sesi çıkmıyor, bir anormallik var bu işte denilmiyor. Düğün dernek yapılıyor ve o 12 yaşındaki çocuk, 60 yaşındaki adamla gerdeğe sokuluyor. Yönetmen Reis Çelik bu hafta vizyona giren Lal Gece filminde, o gerdek gecesinde yaşananları anlatıyor. Böylece hani o bilip de görmezden gelinen çocuk gelin meselesini bir kez daha yüzümüze vuruyor. Lal Gece, Berlin Film Festivali'nde gösterilip Kristal Ayı alacak kadar iyi bir film. Hatta yönetmenin filmografisindeki en iyi filmlerinden biri. Üstelik sinemamızın fenomen oyuncularından İlyas Salman'ın da yıllar sonra başrol oynadığı bir yapım. Ki, oyunculuk kariyerinin en iyi performanslarından birini sergiliyor Salman. Yani gidip görülesi, çocuk gelin üzerine epey düşündürecek bir film. Ama işin başka bir yönü daha var. Türkiye sinemasının kalbur üstü yönetmenlerinden biri olan Reis Çelik, bu filmi evini satarak çekti. Bağımsız sinema yapma uğruna, toplumsal bir sorunu bize tekrar hatırlatmak adına yaptı bu fedakarlığı. Hani, günümüz dünyasının değerleri düşünüldüğünde şaşkınlık veren bir fedakarlık bu. Peki, bu fedakarlık ülkemizde karşılığını buluyor mu? Çelik'le hem çocuk gelin meselesini hem de bir film çekebilmesi için evini sattıracak kadar sığ olan kültürel ortamı konuştuk.
- Türkiye'de bağımsız bir sanatçı olmanın bedelini hep ödemek gerekiyor değil mi? Anladığım kadarıyla Metin Erksan döneminden bugünlere pek de bir şey değişmemiş.
- Türkiye'de bağımsız bir sinemacıysanız, sizin destek göreceğiniz iki önemli ayak var. Bunlardan biri Kültür Bakanlığı Destekleme Kurulu. Diğeri de seyirciler. Devlet, yıllarca sinemacıyı örseledi, sansürledi. Sonra sinemanın desteklenecek bir alan olduğunu anladı ve son yıllarda filmlere destek veriyor. Burada bir mesafe katedildi. Ama ikinci ayak olan seyircide ciddi sorunlar görüyorum.
- Nasıl sorunlar bunlar?
- Türkiye'de bağımsız sinema konusunda bir gerileme var. Daha önce yaptığımız filmler 200-300 bin seyirci tarafından izlenirken, şimdi 15-20 bin seyirci geliyor filmlerimize. Ciddi bir yozlaşma var. Okuyan, entelektüel olan kesimin bile yavaş yavaş bağımsız sinemadan koptuğunu görüyorum. Bu ülkede bağımsız sinemayı takip eden dört, beş bin kişi var. Bu insanlar yılda beş, on filme gidiyor işte. Yani daralmış, küçülmüş bir seyirci kitlesi filmlerimizi izliyor. Bu durumda ne yapılabilir? Ya sinema yapmayacağız ya da yapıyorsak bedelini ödeyeceğiz. Ben de bedelini ödüyorum. Nasıl mı, evimi satarak...
- Peki bakanlığa başvurdunuz mu?
-
Başvurdum, destek çıkmadı. Ki, ben de zaman zaman bu kurulda görev yapıyorum. Kurulda bakanlık temsilcisinin bir oyu vardır. Kuruldaki diğer insanlar sektörden. Benim filmimi de arkadaşlar desteğe uygun bulmamışlar.
- Evi ne zaman almıştınız?
- Gazetecilik yaptığım dönemde, Beylikdüzü'nde Günaydın-Güneş Kooperatifi'nden, 15 yıl taksit ödeyerek aldığım bir ev vardı. Onu sattım, filmi çekmek için. Ama bu fedakarlık bana normal geliyor zaten. O çocuk gelinlerin yaşadıkları karşısında bir evi düşünemezdim.
- Siz toplumsal meseleler üzerine film yapan bir yönetmensiniz, topluma bir şeyler anlatabilmek için evinizi satıyorsunuz bu ağır bir bedel değil mi?
- Toplumla çatışma noktasındayız. Bağımsız durmak, sadece sisteme mesafeli olmak demek değil ki. Yeri geldiği zaman toplumla da çatışmayı göze almak demek. Mesela bir önceki filmim Mülteci daha kötü bir kaderle karşılaştı. Bugün Türkiye'de birçok aileden illa bir kişi Avrupa'da mülteci olarak yaşıyor. Ben, Avrupa'yı çok sert eleştiren bir film yaptım. Mülteci, vizyona girdiğinde tesadüfen Recep İvedik filmlerinden biri de vizyondaydı. Sinemalarda, benim filmimin oynaması gereken seanslarda Recep İvedik'i oynattılar. Bu duruma dağıtımcısı da, sinemacısı da göz yumdu. Filmin üçüncü gününde, borçlanarak Cumhuriyet gazetesine bir ilan verdim, 'Münevver halkıma, yaptığım bu filme karşı ilginiz o kadar yoğundu ki, sinemacı benim filmim yerine Recep İvedik'i oynattı. Dağıtımcıyı, sinemacıyı ve sizi protesto ediyorum ve filmi vizyondan çekiyorum,' dedim ve üçüncü gününde filmi gösterimden çektim.
- 90'lı yıllarda seyircinin bağımsız filmlere olan ilgisi daha yoğun muydu?
- Işıklar Sönmesin, 1996'da, Kürt olmanın günah, faili meçhul cinayet sebebi sayıldığı bir dönemde dört kopya ile vizyona girdi. Sinemaların kapılarında polis bekliyordu. Salonlara insanlar kimlik kontrolüyle giriyordu. Diyarbakır'da Dilan Sineması'nda gösterildiğinde seyircilerin üzerine kırmızı boyalar sıkılmıştı. copa, polis baskısına rağmen o dört kopya ile filmi 273 bin seyirci izledi. Mülteci'yi de altı, yedi bin kişi izledi. Nereden nereye geldik? Size çok net bir örnek vereyim. Türkiye'de iletişim fakültelerinde, güzel sanatlar fakültelerinde okuyan öğrencileri, onları okutan öğretim üyelerini, sektörde çalışan insanları toplayın 30 bin kişinin her filmi izlemesi gerekir. Ama izlenmiyor. Buradan şu çıkıyor; seçtiği meslekle ilgili bilgilenmek için, iyiyi kötüyü takip etmesi gerekenler de film izlemiyor. Halka ne diyeyim. Işıklar Sönmesin'i şimdi yapsaydım emin olun beş bin kişi izlerdi.
- Nereye gitti o duyarlı seyirci?
-
Yozlaşmayla kaybettik o seyirciyi. Duyarlılığını yitirdi ya da yitirilmesi istendi, sindirildi. 75 milyonluk bir ülke Türkiye. Toplum kendi derdine sahip çıkmaya çekiniyor. Bunu taa gazetecilik yaptığım yıllarda anlamıştım. Bir olay oluyor, gidip ilgilisinden görüş almak istiyorsunuz, 'Beni karıştırma,' diyor. Sorununa sahip çıkmıyor. Bu artık kanıksandı. Bilinçli, eğitimli toplumlarda insanlar, kendi sorunlarıyla daha yoğun şekilde ilgilenir. Çözüm önerir, biz de olmuyor maalesef. Çünkü o sorunla yüzleşmek istenmiyor. Lakin ben zaten herkesin duyarlı olmasını beklemiyorum. 100 milyona yaklaşmış bir Türkiye'den her 100 kişiden birinin azıcık kültürlü, kültürden haberdar olması, duyarlı olması lazım. Yoksa bu toplumu taşıyamayız. Ben en kötü filmimi yapsam bile, 'Reis Çelik bu rezaleti nasıl yaptı,' diye filme gidecek 50 bin insana ihtiyacı var Türkiye'nin. Bu yoksa, geleceğimiz kaygılıdır.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.